Üniversitelerimiz neden evrensel ölçekte değil ve hep sorun yaşıyor?

Editör ne diyor?

Sizin böyle bir probleminiz var mı düşüncelerinizde? Türkiye’nin uzun zamandır bir üniversite sorunu var. Bu sorunun ana niteliği, siyasi iktidarların (tabii askeri darbecilerin de) üniversiteler üzerindeki siyasi denetimlerini sürekli olarak kötüye kullanması... Bugüne kadar iktidarların üniversiteleri olumlu yönde bir gelişme çizgisine soktukları, onların evrensel nitelikte bilim-bilgi üreten kurumlar olmasını istedikleri, bu yönde destekledikleri görülmemiştir.. Türkiye neredeyse periyodik olarak olağanüstü dönemlere girer ve kabak da genellikle üniversitelerin başında patlar. Ne akademik liyakata ilişkin kriterleri vardır, ne de çağdaş bilimsel bir eğitim ve programları.

Birbirini reddeden isteklere sahipler: Hem üniversitelerin ülke gururunu, kendi iktidarlarının gururunu okşayacak, mesela ekonomik değeri büyük işler de üretmesini beklerler; öte yandan da evrensel nitelikte bilgi üreten kurumlara dönüşmesini şu veya bu şekilde, ama mutlaka engelleyici işler yaparlar!

Üniversite hocalarının fikirlerini, öğrencilerin isteklerini beğenmezler, buralarda sanki iktidarlarını yıkacak planlar programlar yapıldığını veya üniversite demek ülkeyi bölmek demek diye düşünürler. Böyle anlarda siyaset ve üniversite, Nature gibi en üst düzeyde bilim dergilerinin diline dolanır. Üniversite özgürlüklerin olduğu yerde vardır. Bu özgürlükleri yok ederseniz, üniversiteleri de yok edersiniz.


Veya üniversiteleri tonlarca öğrencinin yığılacağı ve ellerine birer üniversite diploması tutuşturularak salıverileceği yerler sanırlar. Hele Türkiye gibi, mesleklere yönelik ortaokuldan başlayarak hiçbir planlamanın yapılmadığı bir ülkede, üniversite önünde yığılı milyonların oluşturduğu kuyrukları eritmek için durmadan lise düzeyinde üniversite açar ve üniversitelerin kontenjanlarını artırırlar. Böylece nitelik diye bir şey kalmaz. Değeri epey düşük diplomalar ellerinde, işsiz kalabalıklar oluşur.

Akademik derin sorunlar

Bunlar dışarıdan görünenler. İçerideki durum derken, üniversitedeki salt Cemaatçi yapılanmadan bahsetmiyoruz. Zaten böyle bir yapılanma üniversitenin ruhuna aykırıdır. Prof. Metin Balcı’nın çeşitli yönleriyle üniversitenin özellikle akademik hastalıklarını ortaya koyan makalesindeki ana fikirlere bakın:

Doktoralar ve ağır hırsızlıklar.. yardımcı doçentlik kadrolarına sıradan atamalar... kriterler yükseleceğine aşağı çekiliyor... paralı dergilere giren makaleler kaliteyi dibe vuruyor.. şaibeli makalelerle akademik unvan dağıtılıyor.. YÖK uygulamalarının yol açtığı bilim dışı sonuçlar.. Atıf çeteleri.. Uyduruk uluslararası kongrelerde Türkçe sunumlar ile doçentlik puanları toplanıyor...

Bunlar sadece bir kısmı. Yazının tamamını okursanız, yine de fotoğrafın salt bir kısmını görmüş olursunuz.. Evrensel ölçüde ve evrensel ses getiren bir kuram, buluş, yüksek teknoloji keşfinin bugüne kadar üniversitelerimizden arzu edildiği nitelikte ve çoklukta çıkmamış olmasının bir kısım nedenleri bunlar.

Böyle bir durum şüphesiz ki üniversitelerimizi zayıf kılıyor, siyasilerin veya askeri diktaların üniversiteler ile istedikleri gibi oynamalarına, bu kurumları baskılamalarına ve dağıtmalarına olanak veriyor.

Eğer üniversitelerimiz üzerinde bağnaz baskılar olmasaydı, mesela Antalya’da görüldüğü gibi uçkuruna düşkün çıkarcı rektör bozuntularının yönetiminde, Cemaat ve yandaş atamalarıyla üniversiteler kendi bağlamlarından koparılmamış olsalardı, çok farklı bir üniversite yapısına sahip olurduk.

“Şimdi sahnede miyiz?”

Geçen haftaki sayımızda Doğan Kuban Bilimsel Araştırma Yokluğu başlıklı mükemmel yazısında soruyordu: Osmanlılar, “Bilim tarihinde bir evrensel bilimci yetiştiremeden, bir bilim akademisi kuramadan, bir Kopernik, Galileo, Newton, Francis Bacon ya da Benjamin Franklin yetiştiremeden dünya sahnesinden silindiler. Şimdi sahnede miyiz?”

Bu sayısındaki yazısında da farklı açıdan yaklaşıyor: “İslam dünyasının ortalama geliri, Hristiyan dünyasının beşte birini geçmiyor. Üstelik Hristiyanlar iki buçuk milyar.. Sanayi de onların elinde. Türkiye de dahil onların müşterisiyiz. Gelir oranı 1/12... Birbirimizi öldüren silahları da onlardan satın alıyoruz..”

İşaret ettiği sorunların kökeninde bilimsizlik yatıyor. İşte Bayram Ali Eşiyok da yazısında politikasızlığın ekonomik sonuçlarını yazıyor:

2013 yüksek teknoloji ihracatı: 4,8 milyar$, pay: %3,4.

2016: yüksek teknoloji ihracatı: 4,7 milyar$, pay: %3,5

İnsan olmak

Bu sayımızda Bozkurt Güvenç, kültürel birikimini köşesinde damıtıyor: İnsan olmak üçlemesinin sonuncusunda bu kez İnsanın Geleceği var. Pakize Doğan ve Mehmet Doğan, sağlıklı yaşamın kimyasını bu kez bedenimizdeki 11 element ve diğer eser elementlerin gereklilikleri, yarar ve zararları açısından yazıyor. Tanol Türkoğlu, Bilgi çağında Enis Batur başlıklı yazısında, Borges için cennet kütüphane ise, Batur için ne olabilir, diye soruyor. Ali Akurgal, Yüksek katma değer ve ileri teknoloji için teşvik önerisi’nde bulunuyor.

Yer darlığından burada anmaya fırsat bulamadığımız ilginç konularla dolu dergimiz. Sloganımız: Geleceği inşa ediyoruz burada.. Bir beyin besleme haftası ile yine karşınızdayız.

Gelecek Cuma’ya kadar sevgiyle ve dostlukla kalın.