Bir profesyonel suikastçiler tarikati: Haşhaşiler

Öne Çıkanlar Toplum
Bir profesyonel suikastçiler tarikati: Haşhaşiler

Şair ve matematikçi Ömer Hayyam’ın çok yakın bir dostu olan ve Dağın Şeyhi diye anılan Hasan Sabbah tüm zamanların en korkutucu olan tarikatını 1090 yılında kurmuştur. Hasan Sabbah, geniş kültürlü, şiire duyarlı, bilimin son gelişmelerine meraklı bir liderdi. İran’daki Elbruz sıradağlarında yer alan “Kartal Yuvası” Alamut Kalesi’ne yerleşmişti. Tarikat, rakiplerine suikast düzenlemek için fedailerine haşiş/esrar ya da afyon veriyordu. Haşîşîler, suikast silahı olarak her zaman ve yalnızca hançer kullandı...

Son günlerde yapay yoldan gündem doldurma kabilinden “Haşhaşi” tekerlemesi sürüp gitmektedir. Politikacılardan gazete köşe yazarlarına varıncaya dek bu konunun üzerine “atlayanlar” bir yanlışın da sürüp gitmesine neden olmaktadırlar. Ben de aynı konuya, kültürel tarihin kaynakları ışığında ters köşeden atlama gereksinimi duydum.

Önce konu ile ilgili birkaç sözlük bilgisi sunalım:


(•) hasheesh / hashish [İng.]: (Ar. “haşîş”) haşiş, esrar; hintkenevirinden elde edilen bir uyuşturucu

(•) haşâiş / haşâyiş [Ar.]: kuru otlar, şifalı otlar

(•) haşşâş / haşîşî [Ar.]: (→ çoğulu: “haşşâşîn” / “haşîşiyyûn”) “haşiş / esrar kullanıcısı”; Şiiliğin bir kolu olan İsmailîlere dayalı bir terim olup Batı dillerinde “assassin” (İng./Alm.) ya da “assasin” (Fra.) şekillerinde kiralık profesyonel katil, suikastçı anlamındadır

(•) Cannabis sativa var. indica [Lat.]: hintkeneviri (esrar elde edilir)

(•) Papaver somniferum [Lat.]: (Ar. “haşhaş”) haşhaş bitkisi (kapsülünün sütlü özsuyu olan afyon sakızından afyon maddesi ve ondan da morfin ve eroin elde edilir)

Hint kenevirinden çıkarılan esrar maddesi olan haşiş, tütsü olarak kullanıldığında ciğerler üzerinde kana daha hızlı karışırken, ağızdan yutulması o kadar hızlı etki etmemekteydi. Hint keneviri konusuna, ara sıra Jandarma’nın Güneydoğu’da kaçak yetiştirilen bu bitkiyi tarla ve bahçelerden toplayıp yakmalarından tanık olmaktayız.

Eski Yunanlılar, uyku, gece ve ölüm tanrısı Hypnos’u, başında haşhaş çelengi ya da elinde haşhaş demeti ile betimlemişlerdir. Tanrı Demeter, kızına acılarını unutturmak ve uykuya yatırmak amacıyla, çaresizlikten bir miktar haşhaş çalmak durumunda kalmıştır.

Haşhaşın ağrı dindirici ve uyutucu olarak kullanımı, Eski Mısırlılar'a dek uzanır. Yunan arkeologlar, 1936 yılında Girit’teki Herakleion’un 6 km batısında Gazi beldesindeki bir kutsal mekânda, alnında, üzerine çizikler atılmış haşhaş kapsüllerinden yapılmış bir çember taşıyan ve vecd içinde dalgın/baygın yüz ifadesi ile açıkça trans durumunda görülen, pişmiş kilden yapılmış ve İÖ 1400 dolayına tarihlenen bir tanrıça heykelciğini bulmuştur (solda). Bunun, bereket ya da şifa gücünün temsilcisi haşhaş tanrıçası ya da Girit’te Gazi beldesinin uyku tanrıçası olduğu ve haşhaşın Minos rahipleri tarafından âyin amacıyla kullanıldığı sanılmaktadır. Görsel: Başının üzerinde haşhaş kapsülleri ile süslü diadem (taç) bulunan “Uyku Tanrıçası” ya da “Haşhaş Tanrıçası” heykeli (İÖ 1400’ler; Herakleion Müzesi, Girit).

Haşhaş kapsülü, aşk tanrısı Eros’un Aphrodisias’taki heykelinin elinde de görülür. (1) Homeros'un (İÖ ~750-700) İliada'sında haşhaşın adı sık geçer. O çağlarda insanları savaşta yüreklendirmede haşhaştan sıkça yararlanılırdı. (2)

En korkutucu tarikat

Arapça “haşâyiş”, kuru ya da şifalı otlar anlamına gelir ve Eskiçağ’da Anazarbalı Dioskorides'in (~20-79) Materia Medica (Arapça’da Kitab el-Haşâiş / Şifalı Otlar Kitabı) çok ünlü idi. Haşhaş kapsülünün içinde bulunan tohumlar eşsiz lezzette çörek ve katmerlere malzeme olurken, bundan elde edilen yağ, Anadolu’da yüz yıllar boyu yemeklik yağ olarak kullanılmaktadır.

Şair ve matematikçi Ömer Hayyam’ın (1048-1131) çok yakın bir dostu olan ve “Şeyh el-Cebel” (“Dağın Şeyhi”) ya da “Seyyidnâ” lakaplarıyla anılan Hasan Sabbah (~1032-1124), tüm zamanların en korkutucu olan tarikatını 1090 yılında kurmuştur.

Hasan Sabbah, geniş kültürlü, şiire duyarlı, bilimin son gelişmelerine meraklı bir liderdi. İran’daki Elbruz sıradağlarında yer alan “Kartal Yuvası” Alamut Kalesi’ne yerleşmişti. Alamut, Deylemîce “Aluh Amut”tan (“kartalın öğretisi”) gelmektedir.

Selçuklu Türklerine karşı savaşım veren Hasan Sabbah’ın kurduğu tarikat, rakiplerine suikast düzenlemek için “fedai”lerine haşiş/esrar ya da afyon veriyordu. Tarikat mensuplarının soğukkanlılıkla öldürülmeye razı olmaları, o çağ insanlarının, onların genelde hintkenevirinden (Lat. “Cannabis sativa”) elde edilen haşiş ile uyuşturulduklarına inanmalarına ve “Haşşâşin” / “Haşîşiyyûn” diye adlandırılmalarına yol açmıştır.

Ender de olsa kimi anlatımlarda onların kullandıkları uyuşturucunun, haşhaş bitkisinden (Lat. “Papaver somniferum”) elde edilen afyon olduğu da söylenmektedir. Türkçe afyon (Lat. “opium”) sözcüğü Çince “o-fu-yung”dan gelmektedir. “Haşşâşin” sözcüğü, kısa bir süre sonra, Fransızca’ya “assasin” (katil) sözcüğü halinde girmiş ve birçok Batı diline de aynı anlamda geçmiştir.

Sadece hançer

Haşîşîler, suikast silahı olarak her zaman ve yalnızca hançer kullanmışlardır. Daha çok Sünni İslâm’ın devlet başkanları ve emîrlerini hedef alan örgütün katlettiği en ünlü kişi, Büyük Selçuklu Veziri Hasan bin Ali Nizâmülmülk (1018-1092) olmuştur. Başarılı olamadıkları suikast girişimleri arasında iki halife ve ünlü Eyyubî Sultanı Selahaddin Eyyûbî (1138-1193) de bulunmaktaydı. =

Cengiz Han’ın (yön. 1206-1227) torunu Hülâgu Han (yön. 1256-1265), Bağdat’ı güç kullanarak almaya karar verdiğinde, yolu üzerindeki Haşîşîlerin kalesi Alamut’u yok etmiş, buradaki paha biçilmez kütüphane de tahrip edildiğinden, tarikatın öğretisi ve eylemlerine ilişkin daha derinlemesine bilgi edinme olanakları ortadan kalkmıştır.

Alamut Kalesi’ndeki kütüphanede, bir İsmailî olan ünlü astronom ve matematikçi Nâsireddin el-Tûsî (1201-1274) de çalışmalar yapmıştır. Alamut Kalesi’nin yıkılmasından sonra Haşîşîler tarikatı, daha barışçıl bir biçim altında etkinliğini sürdürmüştür. Sadreddin Ağa Han (1877-1957) ve onun müritleri olan İsmailîler, Hasan Sabbah’ın doğrudan ardıllarıdır. (3)

Bu tarikat mensupları için “haşşâşîn → assasin” ya da “fidaî” (fedai) terimleri ilk olarak Sünni Arap yazarlar tarafından değil, Haçlı Seferlerini kaleme alan Frank yazarlar tarafından kullanılmıştır.

Beyaz giysili ve pelerinli “Tapınak Şövalyeleri” (“Templiers” ya da “Templar Şövalyeleri”) Kutsal Topraklar’daki askerî etkinlikleri destekleyecek servet elde etmek amacıyla Batı Avrupa’dan ve İberya’dan birçok toprak bağışı da almışlardı. Bu şövalyeler, o dönemin İslâmî terör örgütü Haşîşîler / Haşşâşîlerin fanatik esrarkeş fedâileriyle gizli ilişki ve dayanışma kurmuşlar, Tapınakçılar bir ara haraç karşılığında Haşîşîler’i diğer Müslümanlara karşı korumuşlardır.

Marco Polo'nun yazdıkları

Ünlü gezgin Marco Polo (1254-1324) Divisament dou Monde (Dünyanın Betimi) ya da Il Milione di Marco Polo... (Marco Polo'nun Yolculukları, ya da Dünya Harikalarını Anlatan Kitap) (1298-1299) adlarıyla bilinen seyahatnâmesinde Haşîşîler ve Alamut konusunda şunları anlatmaktadır:

Şeyh ... iki dağ arasındaki bir vadinin girişlerini kapattırmış ve burayı çeşitli meyvelerin yetiştiği, eşi benzeri görülmemiş güzellikte bir bahçeye çevirmiştir. İçerisine ... görkemli köşkler ve saraylar inşa ettirmiştir. Kanallardan alabildiğine şarap, süt, bal ve su akmaktadır. Dünya güzeli kadınların ve genç kızların ellerindeki çalgılardan en hoş tınılar, dudaklarından en hoş şarkılar dökülür, dans figürleri izleyeni büyüler. Şeyh’in gayesi, tebaasını buradan öte bir cennetin olmadığına inandırmaktır... Gerçekten de, bu bölgede yaşayan Arapların gözünde vadi, cennetin ta kendisiydi! ... Kendi maiyeti altına almak üzere sarayında barındırdığı on iki ilâ yirmi yaş arası gençlere ... uyuşturucu bir iksir içirip ardından ... gruplar halinde bahçesine sokuyordu. Böylece gözlerini açtıkları vakit gençler kendilerini dillere destan bahçede buluyorlardı. [Şeyh] Haşîşîlerinden birini bir göreve yollamak istediği zaman, aynı iksirle bu kez sarayına taşıtıyordu. Genç adam gözünü açtığında kendisini ... kalenin içinde buluyordu. Şeyh, bir hükümdarın katlini isteyeceği zaman gence şöyle diyordu: ‘Git ve şunu, şunu öldür; geri döndüğünde meleklerim seni cennete taşıyacaklar. Ölsen dahi, seni cennete almaları için meleklerimi yollayacağım’...”. (4)

19. yüzyıl başlarında Batı’da “haşşâşîn → assasin” konusunu yeniden gündeme taşıyan doğubilimciler arasında yer alan Joseph Freiherr von Hammer-Purgstall (1774-1856), Geschichte des Assassinen aus Morgenländischen Quellen (Doğu Kaynaklarından Haşîşîlerin Tarihi) (Stuttgart, 1818) adlı eserinde saklı cennet ve uyuşturucu kullanıp kendinden geçerek öldürmeye kodlanmış fedailer konularını işlemiştir.

Ancak İslâm tarihçisi Bernard Lewis’in (doğ. 1916) Les Assassins, Terrorisme et politique dans l’Islam médiéval (Haşîşîler: İslâm’da Radikal Bir Tarikat) (Brüksel, 1967) adlı kitabında kabul ettiği üzere, o dönemi sergileyen tarihsel belgeler üzerinde yapılan titiz araştırmalar, saklı cennet bahçeleri, huriler ve başı dumanlı müritler öyküsünün gerçek olmadığını göstermiştir. (4)

Geç dönemde Haşîşîler Memlûk Sultanı I. Baybars el-Bundukdari (1223-1277; yön. 1260-1277) tarafından da profesyonel katil olarak kullanılmışlardır. Bu konuda bilgi veren ünlü gezgin İbn Battûta (1304-1369) şunları aktarmaktadır:

Sultan, içlerinden birini bir düşmanın öldürülmesi için yollamak istediğinde, arkadaşlarına kanının parasını verir. Eğer katil görevini yerine getirdikten sonra kurtulmayı başarırsa para onun olur, yakalanacak olursa para çocuklarına kalır. Kurbanlarını vurmak için zehirli bıçak kullanırlar. Kimi zaman planları boşa çıkar, bu sefer kendilerini öldürürler”. (4)

Hayal gücü yaprağı

Tütün kullanıma girmeden önce Doğu dünyasında haşiş çiğnenmekteydi ve daha sonraları da nargilede kullanılır olmuştur. Afyon ise bir dönem kahve içinde çözülerek kullanılmaya başlandı. Dervişler sıkça haşiş (hintkeneviri → esrar) de içerler; bu amaçla da kenevir bitkisinin reçinesi, tütünle karıştırılırdı. Haşiş, dervişler için “hayal gücü yaprağı”dır, ya da divan şairi Fuzulî’nin (1498-1556) yazdığı gibi “bilgi bahçesinin yeşilliği”dir; onun kullanımı sakin bir mutluluk verir ve arınmışlık duygusu vererek insanı kendinden geçirip dertlerini unutturur; böylece haşiş düşkünleri, kimi zaman kullanılan deyimle “yeşil kubbeye geziye çıkarlar”. (2)

Osmanlı’da keyif verici/uyuşturucu olarak yaygın şekilde kullanılan afyona düşkün olanlar, Ramazan’da sahur yemeğinden sonra oruca başlamadan önce, “gündüzü kurtarmak için”, tiryakiliğinin derecesine göre bir, iki ya da üç kat kâğıda sarılmış afyon parçacıklarını yutardı. Oruçlu günün ilerleyen saatlerinde midede sıra ile eriyen kâğıtlardan açığa çıkan afyonlar etkisini gösterir, böylece “orucunu bozmadan” keyif bulur ve bu durum “afyonu patlamak” diye nitelenirdi. Midede, bir kat kâğıda sarılmış afyonun açığa çıkmasından sonra bunun etkisi geçmek üzereyken sıra, daha kalın sarılmış afyonun “patlamasına” gelirdi. (2)

Sultan III. Murad (yön. 1574-1595), kahvehaneye günlük siyasetin girdiği ve hükümetin eleştirildiği gerekçesiyle bir fermanla tüm kahvehaneleri kapatır ve gizli işletecek olanların ömür boyu küreğe mahkûm edileceklerini açıklar.

1578 yılında kadılara gönderdiği bir fermanda, “... Kahvelerde fesatçı toplantılar yapıldığı, gene çocuklara türlü elbiseler giydirilip leventlerle gezdirildikleri, hattâ din adamlarının kahvehanelere devam ettiği, kahvehanelerde içki içildiği, afyon kullanıldığı, macun satıldığı, tavla ve satrancın kumar aracı olarak bulundurulduğu, bu durumun ilim adamlarına yakışmadığı, halkı tembelliğe alıştırdığı, cahilliğe yönelttiği, milleti kötü yola düşürdüğü...” belirtilerek kahvehanelerin kapatılmasını emretmiştir.

Kahvehaneler nedeniyle insanların camiye gitmelerinin azalması, dindar kesimin dikkatini çekiyordu. Dinsel otoriteler, kahvehanelere gitmenin, meyhanelere gitmeye eş bir günah olduğunu öne sürdüler. Camilerdeki kimi vaizler, “Kahve içmek kesin olarak haramdır! Kahvelerde satranç ve tavla oynamak günahtır. Yine kahvelerde toplanıp saz, ney ve kaval çalmak, bunları dinlerken kahve içmek haramdır. Tavla ve satranç bulunan yerlere melekler girmez, şeytanlar dolar! Meleklerin girmediği yerde bereket olmaz!” diyorlardı. (2)

Osmanlı’da afyon konusunu gündeme alan ilk padişah, Sultan IV. Murad (yön. 1623-1640) olmuştur. Fazla dozda alındığında insanı sarhoş ettiği bilinen afyonu bütün tebaasına yasaklamış, bu arada şaraba benzer içecekler, kahve ve tütün de yasak kapsamına girmekten kurtulamamıştır. 17. yüzyılın en önemli tıp eseri olan Enmuzec el-Tıbb’ın (Örnek Tıp) (1624) yazarı ve IV. Murad’ın hekimbaşısı Emîr Çelebi (ölm. 1638), afyon kullandığı bahanesiyle ve baş düşmanı Silahdar Paşa’nın fitnelemesi üzerine, Nizip’te IV. Murad’ın zorla yedirdiği aşırı miktarda afyondan zehirlenerek ölmüştür.

Sarayda ve ülkede afyon yayılıyor

Sultan IV. Murad’ın ölümünden sonra afyon düşkünlüğü, saray dâhil bütün ülkeye yayılmış, “macun” denilen ve içinde afyon bulunan çok çeşitli uyuşturucu maddeler satılmaya başlanmıştır. Alışılmış macun, afyonla haşhaş, sarısabır ve çeşitli baharatın karıştırılmasıyla yapılıyordu. Varlıklı kimseler buna ayrıca esmer amber, misk, kırmız boyası ve başkaca kokulu maddeler ve değerli esanslar da katardı.

Padişahların ve devlet ileri gelenlerinin kullanacağı macunlar daha da titizlikle hazırlanır, bunların içine toz halinde inci, mercan, yakut, zümrüt de katılır ve bu macunlara “cevâhir macunu” denirdi. Macun kullananların başında, gerek sağlık kaygısıyla gerekse dince yasak olması nedeniyle şarabı bırakmış olanlar gelirdi. Alt tabakanın kullandığı alışılmış afyon, “hap” şeklinde hazırlanır, bunlar küçük kutularda yanlarında taşınır ve yarım bardak su ya da bir fincan kahve ile günde birkaç kez yutulurdu. Macuncuların çoğu saraya ya da bir devlet büyüğüne bağlı idi ve bunlar “kuvvet macunu” da hazırlardı. (5)

Sultan IV. Murad (yön. 1623-1640) zamanında ise "dedikodu ve fitne ocağı" olduğu gerekçesiyle 1630/31’de kahvehaneler yerle bir edilir, tütün yasağı getirilir ve içenler ölüm cezasına çarptırılır. Bu bağlamda on bine yakın kahve tiryakisinin öldürüldüğü söylenmektedir! Sultan aynı zamanda tütün, afyon (haşhaştan elde edilir) ve haşiş ya da esrar (hintkenevirinden elde edilir) kullanımını da yasaklamıştır. (2)

Bazmorfin, morfin (“Morphium”) ve eroin (3,6-diasetil morfin) haşhaştan elde edilen afyonun türevleridir. Eroin (< İng. “heroine”: dişi kahraman), yarı-sentetik bir afyon alkaloidi türevidir. Ülkemizde 1980 yılında Afyon Bolvadin’de kurulan Afyon Alkaloitleri Fabrikası, 1983 yılından itibaren haşhaştaki afyondan alkaloit elde ederek tıpta kullanımını sağlamaktadır. (6)

Sonuç olarak, başlıktaki sorunun yanıtı, “Haşhaşî” de olabilir ama daha çok “Haşşâşî” ya da “Haşîşî” olmalıdır.

Prof. Dr. Zeki Tez, Marmara Üniversitesi Öğretim Üyesi

Kaynaklar:

(1) Z. Tez, Tıbbın Gizemli Tarihi – Semboller, Büyüler ve Ritüeller Eşliğinde “Şifa”, Hayykitap, İstanbul (2010).

(2) Z. Tez, Lezzetin Tarihi – Geçmişten Bugüne Yiyecek, İçecek ve Keyif Vericiler, Hayykitap, İstanbul (2012).

(3) A. Maalouf, Arapların Gözüyle Haçlı Seferleri (Çev.: M. A. Kılıçbay), Telos Yay., İstanbul (1997).

(4) B. Lewis, Haşîşîler: İslâm’da Radikal Bir Tarikat (Çev. K. Sarısözen), Kapı Yayınları, İstanbul (2005).

(5) Z.Tez, Gündelik Yaşam ve Eğlencenin Kültürel Tarihi, Doruk Yayımcılık, İstanbul (2009).

(6) Z. Tez, İlaç ve Parfümün Sihirli Dünyası – Tarihte Eczacılık, Güzel Kokular ve Kozmetik, Hayykitap, İstanbul (2010).