Bağışıklık sistemimizi ne kadar mükemmel bilirsiniz?

Öne Çıkanlar Sağlık Toplum
Bağışıklık sistemimizi ne kadar mükemmel bilirsiniz?

Ezberleri bozacak bir bağışıklık ve korona öyküsü

Koronavirüs salgınının üzerinden aylar geçmiş olmasına karşın bazılarımız bu hastalığı çok ağır geçirirken, bazıları çok hafif atlatıyor. Hastalığın ilk günlerinde bu farkı yaratan en önemli unsurun bağışıklık sistemi tepkisi olduğu düşünülüyordu. Fakat artık görülüyor ki bağışıklık çok karmaşık bir sistem ve immünologlar dahi bağışıklığın tam olarak virüsle nasıl savaştığını çözmüş değil.

Genelde bağışıklık sistemi mutlak değerlerle değil, kademelerle ilgilidir. Covid-19 pandemisiyle ilgili en önemli soruların da belkemiğini oluşturur:


  • Kimileri bu hastalığı çok ağır geçirirken, kimileri neden hafif geçiriyor?
  • Pandemi önümüzdeki ay ve yıllarda nasıl bir gelişme gösterecek?
  • Aşılar işe yarayacak mı?

Tüm bu soruları yanıtlayabilmemiz için öncelikle bağışıklık sisteminin SARS-CoV-2 koronavirüsüne nasıl tepki verdiğini anlamak gerekiyor. Fakat bağışıklık sisteminin karmaşıklığı bu süreci güçleştiriyor.

Bağışıklık sistemi son derece karmaşık bir sistem. İnsanları tehlikeli virüs ve mikroplardan koruyan hücre ve moleküllerden oluşan bu ağ, insan bedeninin beyin dışındaki en karmaşık bölümü.

Sistemi oluşturan bileşenler, birbirlerine komutlar verip, birbirlerini güçlendirir, kızıştırır, yatıştırır ve dönüştürürler.

Bağışıklık sözcüğünün kendisi bile kafa karıştırıcıdır. İmmünologlar, bağışıklık sisteminin bir patojene tepki verdiğini belirtmek için bu sözcükten yararlanırlar. Sokaktaki insan ise bu sözcüğü bağışık olduklarını belirtmek için kullanırlar.

Gelgelelim, sözcük illâ bağışıklığın kazanılmış olduğu anlamına gelmez; bağışıklığın kazanılması antikor ve hücrelerin ne denli etkili olduklarına, sayılarına ve dayanıklıklarına bağlıdır.

Birinci evre

Bağışıklık sisteminin kabaca üç evresi var. İlkinde bir tehlike saptanıyor, yardım çağrısı yapılıyor ve karşı saldırıya geçiliyor. Bu evre virüsün solunum yollarını örten hücrelerden içeriye sızmasıyla birlikte başlıyor. Hücrelerimiz, patojenlerde yaygın olup insanlarda olmayan molekülleri algıladıklarında sitokinler adı verilen proteinleri üretiyorlar. Bunların bir bölümü uyarı işlevini görüyor ve çeşitli akyuvarlardan oluşan bir bölüğü, izinsiz giren virüslerin üzerine salıyor. İçerdikleri kimyasallarla virüsleri yutup sindiren sitokinler daha fazla sitokin salmaya başlıyorlar. İnterferon adı verilen kimi sitokinler virüslerin çoğalmasını önlüyorlar. Bu saldırgan eylemler enflamasyona neden oluyor. Kızarıklık, ısı, şişme ve ağrı bağışıklık sisteminin istendiği gibi çalıştığının göstergeleri sayılıyor.

İlk evredeki bu olgular dizisi doğal bağışıklık sistemi olarak biliniyor ve süreç virüsün girişini izleyen birkaç dakika içinde tamamlanıyor. Çoğu hayvanlarla ortak olan bu sistem çok eskilere uzanıyor. Herkeste hemen hemen aynı etkileri yaratıyor ve tehlikeli görünen her şeye saldırıyor. Doğal bağışıklık sistemi her seferinde hedefi tam tutturamasa da bu eksikliğini hızlı davranarak telafi ediyor. Bunu başaramadığında, ikinci evreyi başlatıyor. İkinci evrede uzmanlar yardıma çağrılıyor.

İkinci evre

Hava yollarındaki boğuşma sürerken, haberci hücreler virüsten aldıkları küçük parçaları uzman akyuvar hücreleri olan T-hücrelerinin bulunduğu lenf boğumlarına taşır. T-hücreleri seçicidir ve önceden programlanmış savunmacılardır. Birbirlerinden biraz farklıdırlar ve sonsuz sayıda patojenden yalnızca birkaçına saldırmak üzere tasarlanmışlardır. Her yeni virüs için bir olasılıkla bir yerlerde hazır bekleyen T-hücreniz vardır ve kuramsal olarak bunlar virüsle savaşmaktan kaçmaz. Vücudunuz bu hücreyi bulmak ve harekete geçirmek zorundadır.

Bazı T-hücreleri öldürücüdür ve virüslerin saklanmakta olduğu enfekte olmuş solunum hücrelerini havaya uçurur. T-hücrelerinin yardımcıları artakalan bağışıklık sistemini güçlendirir. Bunun için antikor üreten B-hücrelerini harekete geçirirler. Virüsleri nötralize eden küçük moleküller olan antikorlar hücrelerimizin dışında dolaşmakta olan virüsleri silip süpürür. Bu arada hücrenin içine girmeyi başaran T-hücreleri virüsleri öldürür. Kısaca T-hücreleri bombayı patlatır, antikorlar ortalığı temizler.

T-hücreleri ve antikorlar, doğal bağışıklık sisteminden daha hassas, ancak daha yavaş ve çok daha uzun ömürlü olan kazanılmış (adaptif) bağışıklık sisteminin parçasıdırlar. Doğal sistemin tersine, kazanılmış bağışıklık sisteminin belleği vardır.

Üçüncü evre

Virüsün temizlenmesinden sonra, devredeki T ve B-hücrelerinin çoğu ölürken, küçük bir bölümü yedekte tutulur. Bu da bağışıklık tepkisinin üçüncü ve son evresini oluşturur. Aynı virüsün yeniden saldırması durumunda “bellek hücreleri” eyleme geçip günlerce beklemek zorunda kalmadan kazanılmış bağışıklık sistemini devreye sokarlar. Bellek kısaca bağışıklığın temelini oluşturur.

Yeni koronavirüs vücudunuza girdiğinde solunum sistemini tutan virüslerle bağışıklık sisteminin bu şekilde mücadele etmesi gerekir. Peki gerçekten işler böyle mi yürüyor? Ne yazık ki bu soruya evet diyemiyoruz, zira bağışıklık çok karmaşık bir sistem.

Gerçek yaşamda bağışıklık sisteminde neden aksamalar yaşanıyor?

SARS-CoV-2 virüsünde de süreç genelde böyle başlıyor. Önce doğal bağışıklık sistemi devreye giriyor ve ardından kazanılmış bağışıklık sistemi geliyor. Bazı çalışmalarda enfekte olan hastaların pek çoğunda koronavirüse özgü yeterli miktarda T-hücreleri ve antikorların geliştiği izleniyor.

Ne var ki, yeni korona virüsü görünüşe bakılırsa ilk başlarda sinsi sinsi ilerleyip, doğal bağışıklık sisteminin devreye girişini, buna bağlı olarak da interferon üretimini geciktiriyor. Yale Üniversitesi’nden immünolog Akiko Iwasaki, bu gecikmenin hastalıkla mücadelede belirleyici olduğunu söylüyor. Bu kısacık zaman diliminde virüs fark edilmeden kendini kopyalıyor. Bağışıklık sisteminin doğal kanadı aksadığında kazanılmış kanat da aksıyor.

Yine de, virüsün enfekte ettiği çok sayıda insan birkaç hafta süren nahoş belirtilerin ardından iyileşirken, kimileri iyileşemiyor. İyileşemeyenler virüsü büyük dozda almış olabilirler, ya da bunların doğal bağışıklık sistemleri yaşa ya da kronik bir hastalığa bağlı olarak güçsüz düşmüş olabilir. Kimi zaman kazanılmış bağışıklık sistemi de yeterince çalışmıyor olabilir. T-hücreleri harekete geçiyor, fakat virüs mağlup edilmeden düzeyleri düşüyor.

Doğal bağışıklık sisteminin güçsüzlüğü ve kazanılmış bağışıklık sisteminin aynı anda yeterince çalışmaması sonucu virüs daha derinlere iniyor; özellikle akciğerlerin hassas hücrelerini enfekte ediyor. Bu sırada böbrekler, kan damarları, mide-bağırsak sistemi ve sinir sistemini tutabiliyor. Bağışıklık sistemi bu ilerleyişe engel olamıyor ama gayreti de elden bırakmıyor. Bu da başka bir sorun yaratıyor.

Bağışıklık sistemi doğuştan şiddet yanlısıdır. Hücreleri yok eder, zararlı kimyasallar kontrolden çıkar. İdeal olan bu şiddetin bir hedefe yönelmesidir. Aslında bağışıklık sisteminin bir yarısı diğer yarısını kapatmak üzere tasarlanmıştır. Ancak enfeksiyonun raydan çıkmasına izin verilirse, bağışıklık sistemi aynı şekilde raydan çıkar. Virüsü kontrol altına alıncaya kadar vücutta çok fazla yan hasara neden olur.

Şiddetli seyreden COVID-19 vakalarında neler oluyor?

Columbia Üniversitesi’nden mikrobiyolog Donna Farber, “Vücut virüsü hızlı bir şekilde temizleyemez ise hem virüsün hem de bağışıklık sisteminin yaptığı hasara maruz kalır. Yoğun bakım servislerindeki çok sayıda hasta, nihayetinde virüsü yense bile kendi bağışıklık hücrelerinin yarattığı hasarla savaşmak zorunda kalır. Bazıları hastaneden taburcu edildikten sonra uzun süren akciğer ve kalp sorunlarıyla mücadele eder. Aşırı bağışıklık reaksiyonu ağır seyreden influenza vakalarında da görülür ama Covid-19 vakalarında daha büyük hasar yaratırlar.”

Bir diğer sorun da bağışıklık sisteminin neyle mücadele etmesi gerektiği konusunda kararsız kalmasıdır. Normal olarak bağışıklık sistemi üç farklı patojen grubuyla savaşırken, farklı hücrelere ve moleküllere görev verir. Gruplardan biri hücreleri istila eden virüs ve mikroplar, ikincisi hücrelerin dışında kalan bakteri ve mantarlar, üçüncüsü parazit solucanlardır. Viral enfeksiyonlarla savaşta bu programlardan ilki işbaşı yapmalıdır. Ancak Iwasaki’nin ekibinin yürüttüğü bir çalışmada Covid-19 vakalarında üçünün de mücadeleye katıldığı görülmüş. Farber’e göre en kötü senaryo bağışıklık sisteminin savaş meydanında ne yapması gerektiğini bilmemesidir.

Bağışıklık sisteminin tepkisi neye bağlı?

Covid-19 salgınının üzerinden aylar geçmiş olmasına karşın, bu virüsle karşılaştığında bağışıklık sisteminin niçin herkeste farklı çalıştığı konusunda net bir yanıt yok. Bağışıklık sisteminin virüse tepkisi biyolojik bir konuyken, tanık olunan tepkiler sağlık politikalarından da etkileniyor. Kötü kararlar daha çok vakaya, daha çok vakalar da da olası bağışıklık tepkileri yelpazesinin genişlemesine ve ender olayların daha sık yaşanmasına neden oluyor.

Bugüne dek yaşananlar olası basit açıklamaları da beraberinde getiriyor. Örneğin, çocuklar tetikte bekleyen bir doğal bağışıklık sistemine sahipler. Daha yaşlılarda T-hücre havuzundaki hücre sayısı daha az olduğundan, kazanılmış bağışıklık sisteminin devreye girmesi de daha uzun sürüyor. Kimi insanların yeni korona virüsüne karşı önceden belli oranda bağışıklığa sahip oldukları yönünde de birtakım ipuçları var. Bilim insanları daha önce SARS-CoV-2 virüsüyle hiç karşılaşmamış insanların yüzde 20-50 kadarında bu virüsü tanıyan yeterli T-hücresine sahip olduğuna tanık oldular. Bu “çapraz tepkimeli” hücreler bir olasılıkla sahiplerine korona ailesinden gelen başka bir virüsün bulaşmasıyla ortaya çıkıyorlar. Ancak kişide çapraz tepkimeli hücrelerin olması onun kesinlikle korunduğu anlamına gelmediği gibi, hastalığı daha şiddetli geçirmesine bile yol açabiliyor.

Bilinmeyen bir başka konu da, virüsün bulaşmasından sonra ne olacağı ve kişinin hastalığı yeniden kapıp kapmayacağı ile ilgili. Bilim insanları hastalıktan kalan antikorların, T-hücrelerinin ve bellek hücrelerinin kişiyi ne denli koruyabileceğini henüz bilmiyorlar. Temmuz ayında yayımlanan bir araştırma çok sayıda COVID-19 hastasının virüsü etkisiz kılan antikorların çoğunu birkaç ay içinde yitirdiklerini ortaya koyuyor. Bu da, insanların hastalığa birden çok kez yakalanabilecekleri ve dahası, aşının bile uzun süreli bir koruma sağlayamayacağı anlamına geliyor.

Bazıları koronavirüsü niçin hafif atlatıyor?

Bilim insanları aylardır bu sorunun yanıtını araştırıyor. Ortak bir görüş henüz söz konusu olmasa da bağışıklık sisteminin hastalığın seyrinde sanıldığı kadar önemli bir rolü olmadığı artık biliniyor. Bu konuda ortaya atılan en yeni tez, hastalık toleransı denilen olgu ve bunun bağışıklık sistemi ile bir ilgisi yok.

Amerikan hastalık Kontrol ve Önleme Merkezi’nin (CDC) tahminlerine göre Covid-19 hastalarının %20 ile 40’ı hastalığı fark etmeden geçiriyor. Ateş, titreme, koku alamama, soluk almada zorluk gibi sıkıntılar yaşamıyorlar. Kısaca kendilerini hasta gibi hissetmiyorlar.

Asemptomatik vakalar yalnızca Covid-19 hastalarına özgü değil. Mevsimsel grip ve büyük olasılıkla 1918 yılındaki İspanyol gribinde de böyleydi. Bunun nedenini pandeminin ilk başlarında bağışıklık sisteminin güçlü veya zayıf olmasına bağlayan immünologlar, artık bağışıklık sisteminin öykünün yalnızca küçük bir parçasını oluşturduğunu anlamış bulunuyorlar.

Hastalık toleransı’ sahnede

Hastalık toleransı adı verilen bazı durumlarda insan vücudu illa mikroplarla savaşmak zorunda değil; istilacı mikroplarla barış içinde yaşayabilir. Aynı tolerans bitki ve hayvanlar için de geçerli.

Hastalık toleransı bireyin, genetik yatkınlığına veya yaşam şekline bağlı olarak, başkalarını hasta eden patojenlerle enfekte olmasına karşın, sağlıklı olmaya devam etmesi anlamına geliyor. Bu olgu enfeksiyon cinsine bağlı olarak farklı şekillerde karşımıza çıkıyor. Örneğin kolera pek çok kişide öldürücü ishale yol açarken, bazılarında elektrolitik ve sıvı dengesi kendiliğinden vücudu koruyor.

İnsanlar üzerinde çalışılamıyor

Bu süreci inceleyen araştırmacılar ne yazık ki insanlar üzerinde deney yapamıyor. Yine de asemptomatik kişileri mercek altına alabiliyorlar. McGill Üniversitesi’nden immünolog Irah King, “Vücut istilacı enfeksiyonlarla baş edebilmek için hangi mekanizmaları görevlendiriyor?” sorusunun yanıtını arıyor. Hastalık toleransının bitkilerde, bakterilerde ve diğer memelilerde işe yaradığına dikkat çeken King, insanlarda da bu tür mekanizmaların bulunduğuna ve bu mekanizmaların keşfinin enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde devrim yaratacağına inanıyor.

Mikroplar düşmanımız olmak zorunda değil

Son yıllarda insan vücudunun trilyonlarca mikrop barındırdığı ve mikropların sağlıklı olmamızda ne kadar büyük bir rol oynadığı biliniyor. Dolayısıyla mikroplara saldırı düzenlemek bazı durumlarda ters tepebiliyor. Kaldı ki enfeksiyon yaratan mikroplar bağışıklık sistemine görünmeden vücuda yerleşmek için çeşitli taktikler geliştirmiş bulunuyor. Ayrıca bağışıklık sistemi de bazen kafası karışıp vücudun kendi organlarına da saldırabiliyor.

Henüz bilimin elinde yeterli veri bulunmasa da Covid-19’a karşı vücudun verdiği tepkilerin bu kadar farklı olmasının altında hastalık toleransı olgusu yatıyor olabilir. Emekleme evresindeki bu konuya ilişkin şimdiye dek elde edilen bilgiler şöyle:

  • Bazı vücutlar toksik yan etkileri yok etme konusunda daha becerikli.
  • Kimilerinin akciğer hücreleri kendi kendilerini hızla yenilerken, kimilerinde bu onarım mekanizması yavaş.
  • Asemptomatik hastaların vücutlarındaki virüs miktarı hastalığı ağır geçirenlerle aynı olmakla birlikte, bunlarda soluk almada zorluk yaşamıyor. Üstelik bunların akciğer BT’leri çok da sağlıklı görünmüyor.
  • Dahası asemptomatiklerin sergilediği bağışıklık tepkisi, ağır hasta olanlardan daha zayıf olabiliyor.
  • Araştırmalarda vücuttaki patojen miktarı çok kritik bir belirteç olarak karşımıza çıkıyor.
  • Hastalık toleransı çok sayıda yolak (pathways) içeriyor. Bunların tek tek tespit edilmesi çok zor.

Hastalık toleransı son günlerin en popüler araştırma konusu. Enfekte olmuş insanlarda hangi mekanizmaların bu insanları sağlıklı tuttuğu anlaşıldığı takdirde yani tedavilerin geliştirilmesinin yolu açılacak. Eğer yeni bir ilaç geliştirilirse, bunun piyasadakilerden çok faklı olacağı kesin. Zira bu ilaç hastalığa özel değil, akciğerlere özel olacak ve solunum zorluğunu giderecek.

Rita Urgan - Reyhan Oksay

*Bu yazı, HBT Dergi 235. sayıda yayınlanmıştır.

Kaynaklar:

https://www.theatlantic.com/health/archive/2020/08/covid-19-immunity-is-the-pandemics-central-mystery/614956/

https://www.medicinenet.com/immune_system_function_immunity_diseases_what_is/article.htm?ecd=mnl_spc_082520

https://www.medscape.com/viewarticle/936288?src=soc_tw_200827_mscpedt_news_tho_coronavirus&faf=1

https://www.scientificamerican.com/article/why-do-some-people-weather-coronavirus-infection-unscathed/