Su kıtlığı kapıda… Ve sizin de yapabilecekleriniz var

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Su kıtlığı kapıda… Ve sizin de yapabilecekleriniz var

Susuz ancak 14 gün yaşamımızı sürdürebiliriz. Bir başka deyişle, insanın var oluşu tükenebilir tek bir kaynağa bağlı. Herkesin kendini savunmasız hissettiği ve sanıldığından çok daha fazla dış sistemlere bağlı olduğu bir dönemde, yaşanan bu olağandışı salgın, insanı insan yapan unsurları ve insanların dikkatlerini nereye odaklamaları gerektiği gibi konuları da bizlere anımsatıyor.

Sayısal değerlere bakıldığında, dünyanın her yerinde çölleşmenin giderek arttığı görülüyor. Avrupa’da çölleşme şimdiden anakaranın yüzde 8’ini etkilemiş durumda. Afrika’nın yaklaşık yüzde 70’i çorak ya da yarı-çorak topraklardan oluşuyor. Kuzey Amerika topraklarının da yaklaşık yüzde 40’ı çölleşme tehlikesiyle karşı karşıya. Veriler ise bu durumun giderek daha kötüleşeceğine, 2030 yılına gelindiğinde dünya nüfusunun yüzde 47’sinin su sıkıntısı yaşayacağına işaret ediyor.

Yeryüzündeki suların sadece 2,5’i tatlı su kaynaklarından oluşuyor ve insanlar kendileri için yaşamsal bir önem taşıyan bu kaynakların yalnızca binde 1’ine ulaşabiliyorlar. Bu gerçek, 2010 yılında BM tarafından içme suyunun neden resmen evrensel bir insan hakkı olarak tanındığını ve suyun Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri kapsamına alındığını da açıklığa kavuşturuyor.


Son 100 yılda küresel su tüketimini 6 katına çıktı, bunun büyük bir bölümü (%70) bizleri besleyen tarım ürünleri ve hayvanlara, ya da giysilerimize harcanıyor. Yüzde 30’unu da sanayi ve evsel kullanımın oluşturuyor. Suyun büyük bir bölümü insanların beslenmesine harcanırken, besin ürünlerine harcanan suyun miktarı da ürünün türüne göre değişiyor. Bir kilo domates üretmek için 214 litre su gerekirken, 1 kilo pirinç için 2500 litre, 1 kilo peynir için 3180 litre, 1 kilo sığır eti için de 15,400 litre su harcanıyor. Bu durum su kıtlığı karşısında besin ürünlerindeki olası fiyat artışlarını ve bireyin satın alma gücündeki değişimi çok daha anlaşılır kılıyor.

Peki neler yapılabilir?

Tüm dünyanın korkunç bir felaketin etkilerini yaşadığı günümüzde seçimlerimizi yeniden değerlendirme olanağına sahibiz. COVID-19 salgınının gündelik yaşamımızda yarattığı değişimin etkilerini şimdiden görebiliyoruz. Bu süreç, başka şeylerin yanı sıra, bizlere öncelikle yaratma arzumuzun gezegenimizin yıkımıyla sonuçlanmaması gerektiğini de öğretiyor. Aşağıda gelecekte çevreyle ve suyla daha iyi bir ilişki kurmak amacıyla herkesin yapabileceği beş basit şeye yer veriliyor.

1-Akdeniz beslenme düzeninin temelini oluşturan besin piramidini izleyin. Buna göre, haftalık besin alımı ağırlıklı olarak sebze, meyve ve tahıllardan, az miktarda hayvansal proteinlerden oluşmalıdır.

2-Besinlerin nasıl üretildiklerine bakın. Onarıcı (rejeneratif) tarım, permakültür ve organik tarım toprağın nitelik ve üretkenliğini artırmaya yönelik, nemi koruyucu ve sulama gereksinimini azaltıcı girişimlerdir. Hidroponik, akuaponik, aeroponik gibi topraksız tarım yöntemleri ve dikey tarım da üretimi çok daha verimli kılan yöntemler.

3-İşlenmemiş besinlerle beslenin. İşlenmemiş besinlerin su ayak izi yalnızca bunların yetiştirilmesine harcanan sudan oluşurken, işlenmiş besinlerde temizleme, ön-pişirme ve paketleme malzemeleri için de ek bir su harcanıyor.

4-Nerede yaşayacağınız ve nerelerden alışveriş yapacağınız konusunu yeniden düşünün. Besin ve öteki ürünler ticari ürünler olduklarından, ithal bir ürünü tükettiğimizde bu ürünün taşınmasına harcanan su da onun su ayak izine ekleneceği gibi, ürünün yerel halkına ait suyu da onlardan esirgemiş oluruz. Evde, çevrenizde ve kentinizde besin ürünleri yetiştirilmesini desteklemek de su ayak izinde olumlu bir etki yaratacak ve mevcut yerel üreticilere de bir destek oluşturacaktır.

5-Yeni bir giyecek satın almadan önce yeniden düşünün. Tek bir tişörtün üretimine yaklaşık 2500 litre su harcanıyor, bu da bir kişinin 900 günlük içme suyuna eşit. Hazır giyim endüstrisi bu ürünlerin sıklıkla satın alınması temeline dayalıdır, ama bunları satın almaya gerçekten gerek var mı?

Evlerimize kapandığımız, sevdiklerimizi yitirmekten korktuğumuz ve önüne geçilmesi olanaksızmış gibi görünen dünya çapında bir salgın karşısında kendimizi savunmasız hissettiğimiz bu günlerde tek yaşam kaynağımız olan ve ciddi güçlüklerle karşı karşıya kalan ekosistemimizi korumak da bizlere düşüyor.

Rita Urgan 

Kaynak

Bu yazı HBT'nin 215. sayısında yayınlanmıştır.