Türkiye’nin okullarında yetişmiş bu bilim insanını Nobel Kimya Ödülü’nü kazanmaya kadar götüren süreçten çıkartılacak hayli ders var…
Bilim alanındaki dünyanın en büyük ödülünü, Nobel 2015 Kimya ödülünü kazanan Prof. Dr. Aziz Sancar Türkiye’nin okullarında yetişmiş ancak bilimi ABD’de yapan ve orada yaşayan bir bilim insanı.
O Türkiye ile bağlarını hiç koparmadı, yıllar boyunca Mardin’de mezun olduğu lisenin birincilerine burs yardımı yaptı. 2005 yılında kazandığı Vehbi Koç ödülünü ABD’ye okumaya gelen kız öğrencilerin kalacağı bir Türk Evi yapmak için kullandı... Sancar’ın Nobel madalyasını Atatürk’e duyduğu minnet ve saygıyı göstermek için Anıtkabir’e bağışladığı tarih 19 Mayıs. Atatürk’ün gençliğe armağan ettiği bu anlamlı gün doğal olarak şu soruyu akla getiriyor: Aziz Sancar bu ülke gençliği için bir rol model olabilir mi?
Orhan Bursalı, Sancar’ı yakından tanıyan, bilimsel çalışmalarını sürekli izleyen, Türkiye’deki okura tanıtan bir yazar. Nobel ödülü kazanmasının hemen ardından “ben” dedi, “Aziz Sancar’ın sadece bilimsel başarısını değil onu bu başarıya götüren tüm süreci yazacağım.”
Kitap “Aziz Sancar ve Nobel’in Öyküsü” adıyla raflarda yerini aldı. Bursalı kitabının önsözünde özellikle şu vurguyu yapıyor:
İyi yönlendirici
“Aziz Sancar Ülkemiz için güçlü bir “iyi yönde yönlendirici” olabilir. Etki gücü fazla. Özellikle çocukların, gençlerin eğitiminde büyük bir farkındalık yaratabilir ve ülkemize önemli yetenekler kazandırabilir. Üniversitelerin yönetimlerini, iyi ve kaliteli bilim ve eğitim yönünde etkileyebilir, bir rüzgâr estirebilir.”
Aslında tam da dediği gibi oluyor Bursalı’nın. Birçok üniversite hatta orta öğretim kurumu Sancar’ı öğrencilerine konuşmalar yapması için davet etti. Sancar yoğun gündemi arasına sıkıştırabildiği ölçüde, Türkiye’de bulunduğu süre zarfında kimilerine katıldı, öğrencilere akademisyenlere seslendi. Eminim ki daha katılacakları da olacak. Bunlar önemli.
Bir diğer önemli girişimi Türkiye’nin STEM (Science, Technology, Engineering and Maths) konusunda ciddi adımlar atması gerektiğini sürekli olarak vurgulaması. Bununla da kalmadı ve özellikle kız çocuklarının STEM eğitimi almaları için önemli bir hareketin de öncülüğünü yapmaya başladı. Bursalı kitabında Aziz Sancar’ın önemli bir saptamasına özellikle yer veriyor:
Buluşlarıyla katkı yapan vatansever
“Nobel aldıktan sonra, ortaokul öğrencileriyle yapılmış bir röportajı izledim. Öğrencilerin çoğu “Aziz Sancar deyince aklınıza ne geliyor?” sorusuna, aşağı yukarı “Nobel Ödüllü, şan şöhret” diye yanıt verdiler.
“Bu bir dereceye kadar çocuklar için olağan sayılır. Ama ben şan ve şöhretle tanınmak istemem. Bana aynı soruyu sorarsanız yanıtım şu olur: “Hayatı boyunca çok, ama çok çalışmış ve buluşlarıyla insanlığa katkı yapmış bir vatanseverdir.” Özellikle çocuklarımızın, şan ve şöhretin sadece olağanüstü çalışmanın bir yan etkisi olduğunu bilmelerini isterim.”
Gençlere araştırma mesajı
Ve genç insanlara, bilimsel araştırma yapanlara bir mesajı var:
“Yıllar önce benim departmanımda çalışan kız birkaç yıl önce dedi ki, ‘Çok çalışacağım, Nobel’i alacağım’. Ona dedim ki, ‘Biz araştırmayı Nobel için yapmıyoruz’. Ben sadece meraklıyım ve bir şeyleri keşfetmek istiyorum. Benim durumum da böyle oldu, keşfetmek istiyorum. Ben ülkemi çok seviyorum ve ülkem için bir şeyler yapmak istiyorum. Nobel almak için araştırma yapacağım demeyin, insanlık için, toplum için bir şeyler yapacağım deyin... Çok önemli bir araştırmacı olabilirsiniz, ama İsveç’teki seçici grup sizin yaptığınızla ilgilenmiyorsa, Nobel alamazsınız. Çok sıra dışı bilim insanı olabilirsiniz, ama Nobel alamayabilirsiniz...”
Öğretmenlerini örnek aldı
Her nitelikli bilim insanının ardında ve yanında genellikle örnek bir başka bilim insanı olduğu gerçeğini Sancar’ın öyküsünde görüyoruz.
Biyokimyacı olarak örnek aldığı mükemmel bir de hoca vardı: Mutahhar Yenson! Bilim insanı olarak ışıltılı bir isim olan Yenson Hoca o sıralarda yeni bir biyokimya kitabı yazmıştı. Yüzlerce araştırma makalesinde imzası ve 13 kitabı vardı. Ayrıca DNA İkili Sarmalı’nı kimya ikinci sınıfta görecek ve ona “hayran kalacak”tı, evet mutlaka biyokimyacı olmalıydı!
Aziz Sancar henüz üniversitede öğrenciyken, bugün bulunduğu noktaya varmasını sağlayacak “gelecek tasarımını” da şekillendiriyordu. Temel bilimler konusunda araştırmalar yapacaktı. 1963’te adım attığı İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde gördüğü temel bilim dersleri Sancar’ı heyecanlandırıyordu. Hocaları, önemli buluşları ve bu buluşları gerçekleştirenleri vurguluyor, bu büyük isimler karşısında hayranlıklarını dile getiriyor ve kaynaklarımızın yetersizliğini, bu nedenle ülkemizden Nobel Ödülü alacak, büyük çalışmalara imza atacak kişilerin çıkmadığını belirtiyorlardı.
Bir tıp öğrencisi olarak, biyokimya, henüz ikinci sınıfta olan Aziz Sancar’ı son derece etkilemekteydi. Kimya daha lisedeyken ilk göz ağrısıydı, kimyacı olmayı kafaya koymuştu. Savur’da ilköğretim ve Mardin’de lise eğitiminde hep sınıf birincisi olan Sancar, “Favori derslerim Matematik, Türkçe, Fransızca ve Kimyaydı. Lise ikinci sınıfta mükemmel bir kimya öğretmenim vardı; onun sayesinde kimyacı olmaya karar verdim” diyecekti.
Kimyacı olacaktı ama Mardin Lisesi’ndeki yakın arkadaşları Aziz’e, “Yahu neden tıp sınavına da girmeyelim, bakalım kazanacak mıyız?” deyince bu meydan okumayı kabul etti. Sınavda hem kimya hem de tıp fakültesini kazandı. Aziz kimya fakültesine kaydolacaktı, ama tıbbı kazanan beş yakın arkadaşı bu kez de, “Aziz, anca bir kanca bir, neden ayrılalım ki?” deyince tıp fakültesini seçti. Arkadaşlık önemliydi!
Aziz Sancar, tıp okurken yolunu arkadaşlarından ayıracak, hekim değil temel bilimci olacaktı. Tıp eğitiminde buna en yakın dal da benliğini sarmış olan biyokimyaydı.
Biyokimyacı olarak örnek aldığı mükemmel bir de hoca vardı: Mutahhar Yenson! Bilim insanı olarak ışıltılı bir isim olan Yenson Hoca o sıralarda yeni bir biyokimya kitabı yazmıştı. Yüzlerce araştırma makalesinde imzası ve 13 kitabı vardı. Ayrıca DNA İkili Sarmalı’nı kimya ikinci sınıfta görecek ve ona “hayran kalacak”tı, evet mutlaka biyokimyacı olmalıydı!
Her nitelikli bilim insanının ardında ve yanında genellikle örnek bir başka üstün bilim insanı olduğu gerçeğini burada da görüyoruz: Mutahhar Yenson’un hocası da, Hitler’den kaçarak Türkiye’ye gelen Felix Haurowitz’di! Sancar, işte bu kaliteli bilim insanları zincirinin birinci derecede önemli bir halkası olacaktı!
ABD’de de en çok önem verdiği hocası Rupert olacaktı.
Aziz Sancar’ın ilk gençlik yıllarından anekdotlar
“Oğlum senin artık okulda ne işin var?”
Aziz Sancar “Mustafa Kemal Atatürk’ten sonra eğitimimde en önemli üç kişi, annem Meryem, babam Abdulgani ve en büyük ağabeyim Kenan’dır” der hep. İşte o abi Kenan, aile içinden üniversiteye ve Kara Harp Okulu’na giden ilk kişidir. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde tuğgeneral rütbesine yükselmiştir.
Azimli, kararlı, inançlı, tuttuğunu koparan kişiliğinde Kenan Sancar’ın rolünü Aziz Sancar şöyle anlatır:
“Bana beş yaşında okuma yazma öğretti, okula başladığımda sınıf arkadaşlarımın epeyce ilerisinde olmamı sağladı. Bana eğitim ve sıkı çalışmayla ilerlemeyi ve hep mükemmeli aramayı öğretti.”
Demek ki rol model gençler açısından son derece önemli.
Bakın Kenan Sancar, kardeşinin çalışma azmini nasıl anlatıyor... Bursalı’nın kitabından bir alıntı daha yapalım:
“Ben her sene Savur’a gidince önce kaymakamı, hâkimi ziyaret ederdim, ondan sonra ailenin diğer fertlerine uğrardım. Kaymakam bey ziyaretimde sırasında dedi ki: “Komutan, sizin çok güzel bahçeniz var, ama kimse bizi oraya götürmedi.” “Buyurun Kaymakam Bey, yanınıza savcı beyi ve jandarma komutanını da alın, yarın hep beraber bahçeye gidelim.”
Aldım götürdüm. Aziz tabii yine erkenden bahçeye gitmiş, cevizin altına oturmuş, açmış kitabını ders çalışıyor. Aziz lise 2’den lise 3’e geçmiş. Fen kolunda, lise 3’ün cebir kitabının alıştırmalarını çözüyor, hiçbir alıştırmayı boş geçmiyor. Biz gelince kaldırdı kafasını şöyle, lütfen bir hoş̧ geldiniz dedi misafirlere o sakin tavrıyla, sonra yine çalışmaya başladı.
Kaymakam yanaştı yanına merakla: “Yahu Aziz, ne yapıyorsun öyle?” Aziz, “Matematik çalışıyorum,” dedi, çalışmaya devam ederek. Aziz bir sene sonraki matematik kitabının sorularını bütün alıştırmalarıyla çözüyor. Alıştırmaların sonuna gelmiş, en seri daktilo yazan bir zabıt kâtibi hangi süratle yazıyorsa, Aziz de soruların yanıtını tam o hızla ve bir tek silinti ve çizinti olmadan işaretliyordu.
Kaymakam şaşırdı, merak etti: “Aziz müsaade eder misin, bana bir dakika defterini verir misin...”
“Ne yapacaksın?” “Bir bakmak istiyorum.”Aldı defteri, baktı ki Aziz defterin sonuna gelmiş, bütün sayfaların hepsi tertemiz ve soruların, alıştırmaların hepsi tamam gibi. Sonra kaymakam,
“Ben hayatımda böyle bir şey görmedim, o zaman niye gidiyorsun kardeşim okula, sen bütün bunları yapmışsın burada” dedi.
Aziz, nereye gidiyorsa en azından üç-dört koli kitapla giderdi. Kitapları, defterleri hep yanındaydı, onlarla gider, onlarla dönerdi.”
Yoğun çalışma temposu:
Yıl 1996...
150 kadar makale ve 22 kitap bölümü yazarı. Çalışmalarına başkaları tarafından 7 bin kez gönderme yapılmış̧.
Yıl 2016...
150 bilimsel makale bu süre içinde 420’yi aşmış... Makalelerine yapılan referans-atıf sayısı 33 bine yaklaşmış... Bir başarı göstergesi olan h-sayısı indeksi 99 olmuş... Doludizgin bir çalışma temposu.
Evet Aziz Sancar olmak kolay değil. Ama Mardin’in Savur’undan başlayan ve Nobel ödülü ile taçlanan yolculuğa baktığımızda imkansız da değil.
“Aziz, sen deneylerde yetenekli değilsin, ülkene dönüp doktorluk yapsan?”
ABD’deki Laboratuvarda ilk zamanlar sonuç almakta zorlanıyor ve “Acaba yeteneğim mi yok?” diye kendini yokluyor, bazen de çok acımasızca sözlerle karşılaşıyordu. Tıpkı yukarıdaki başlıktaki gibi! Ama o, zorluklara pabuç bırakmayacak kadar inatçıydı.
Sancar çok fazla çalışıyordu. Dersleri harika gidiyordu ama yolunda gitmeyen işler de vardı. Mesela deneyler. Laboratuvar çalışmalarından istediği sonuçları alamıyordu bir türlü. İlk deneyleri “basit”ti tabii ki. Ama sonuçlar iyi gelmiyordu. Kendine soru sormaya, kendini sorgulamaya başlıyordu: “Acaba bu konuda yeteneğim yok mu?” Özgüveni sarsılıyordu.
Hele aynı yerde çalıştığı bir meslektaşının şu sözleri Aziz’i yıkacak kadar derinden vuracaktı: “Aziz, sen deneysel araştırmalarda fazla yetenekli değilsin. Bildiğim kadarı ile iyi bir doktormuşsun. Niçin ülkene dönüp doktorluk yapmıyorsun?”
Aziz Sancar tabii ki bu sözlerden etkilendi. Çünkü zaten bir hayal kırıklığı yaşıyordu, bu da her şeyin üstüne bir darbe olmuştu.
Ama kısa sürede topladı kendini. Çünkü içindeki cevherin ayırdında idi, Kendine Nobel götürecek yollarda yürümeye başladı.