Demokrasi için eşsiz bir başvuru kaynağı: Tocqueville

Öne Çıkanlar Toplum
Demokrasi için eşsiz bir başvuru kaynağı: Tocqueville

Demokrasinin çıkmaza girdiği ya da daha çok demokrasiye ihtiyaç duyulduğu dönemlerde ve ülkelerde Alexis de Tocqueville’in Amerika’da Demokrasi  (Democracy in America 1835, 1840) kitabı eşsiz bir başvuru kaynağıdır.

Bu iki cilt, demokrasinin mevcut durumunu sorunlu bulan, bunalmış her zihnin ‘kişisel yardım’ kitabıdır.

Tocqueville, köklü aristokratik bağlılık ve inanışlara sahipken Amerika Birleşik Devletleri’ndeki anayasayı, cumhuriyeti, demokrasiyi ve tabii ki başkanlık sistemini öğrenmek ve çıkmaza girmiş rejimlerin “insanın saygınlığına” uygun nasıl ıslah edilebileceğini anlamak için Atlantik’in karşı yakasına doğru 1831 yılında yola çıkmış bir Fransız diplomat, siyaset bilimci ve tarihçidir.


Arap Baharı’nı tek başına öngörmenin, kendi deyimiyle, “ızdırap verici haklılığı” nasıl Amin Maalouf’a aitse Tocqueville’in payına da 1848 baharındaki devrimleri ve yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde entelektüellerin baskıcı rejimler karşısındaki güçsüzlük ve yalnızlık halleri gibi azımsanmayacak öngörüler düşmüştür.

Neden 180 yıl sonra bile geçerli

Tocqueville’in yazdıklarının 180 yıl sonra bugün hala geçerli olmasının sebebi, olay ve olguları sadece kendi ömrü ile sınırlı kalmayacak bir biçimde, dünyaya gelmeyi bekleyen nesillerin kendi iradelerini gerçekleştirebilecekleri eşitlikçi olduğu kadar özgür ve adil bir ortama doğabilmelerini sağlamak önceliği ile değerlendirmesidir.

Bu nedenle “bazıları sadece yarını düşünürken ben düşüncelerimi tüm geleceğe çevirdim” der (s. 38). Aynı geniş bakış açısı ile o dönemde monarşi ile cumhuriyet arasında gelip giden Fransa’nın doğru seçimi yapmasını da sadece devletin bekası değil aynı zamanda yeni Fransa’nın medeni dünya ile iyi ilişkiler kurabilmesi endişesi ile ele almıştır.

Tocqueville’in meselesi, eğer yeni bir anayasa ile illa ki yeni bir cumhuriyet kurulması gerekiyorsa, her şeyden önce bunun nasıl bir cumhuriyet olacağı konusunda bilgilenebilmektir. Bu nedenle kendini yeni rejimin “saldırgan mı sakin mi, adil ve planlı mı keyfi ve rastgele mi, barışcıl mı savaşçı mı, özgürlükçü mü baskıcı mı” olacağını öğrenmek zorunda hisseder.

Tocqueville bu soruların tamamına “korkunç sorun” demiştir. Bu “korkunç sorun”un eğer korkunç bir yanıtı olacaksa o zaman Fransa sadece kendi vatandaşları için değil, medeni dünyanın tamamı için de ölümcül bir tehdit oluşturacaktır (s. 84). İşte bunun olmasını engelleyebilmek için de Tocqueville, sahip olduğu aristokratik eğilimleri nedeniyle “kaçınılmaz” olduğuna inanmadığı halde Amerikan örneğine bakarak “mümkün” ve “sürdürülebilir” olduğunu gördüğü demokratik cumhuriyet rejimini inceler.

Meşruiyeti gaspetme

Bireysel özgürlüklerin çoğunluğun güvencesi altında olduğu demokratik cumhuriyetin meşruiyetini, çoğunluğun diktasının gasp etme olasılığı her zaman mevcuttur.

Ancak çoğunluğu oluşturan bireyler kendi özgürlüklerinin çoğunluğu oluşturmayan bireylerin özgürlüğünü savunmaktan geçtiği bilinciyle hareket ettiğinde bu olasılık ortadan kalkacaktır (s. 24 ve 27). Savunulmadığı için kaybedilen bireysel her hak ve özgürlük doğrudan devlet başkanının ve devletin kazanımı olacağından bu şekilde gittikçe büyüyen bir güç odağının günü geldiğinde çoğunluğun hak ve özgürlüğünü de gasp etmeye başlayacağını beklemek doğal olacaktır (s. 305)

Tocqueville bu bağlamda demokratik cumhuriyetlerin, çoğunluğun diktasına dönüşme riski ile birlikte, bireylere “kölelik ya da özgürlük, bilgi ya da barbarlık, refah ya da sefalet” arasında bir seçme şansı tanıdığını söyler. Özgür irade ile birleşen yüksek bilinç düzeyi bireyin, hakların gasp edilmediği seçeneği tercih etmesi ile sonuçlanacaktır (s. 25). Ayrıca çoğunluğun iradesi de her zaman “adil olan” ile sınırlıdır. Tocqueville, adil olmayan bir yasaya tabi olmayı reddettiğinde bu tavrın çoğunluğun iradesine karşı çıkmak değil, halk yerine insanoğluna karşı sorumluluk duymak olduğunu anlatır (s. 114).

Suçlu “Kral” değil, danışmanları!

ABD’deki rejimin en önemli özelliği hiç şüphesiz ki bir başkanlık sistemi olmasıdır. Başkan kral değildir; yetkileri anayasal kontrol ve denge mekanizmaları ile sınırlandırılmıştır. Tocqueville Fransa’da kral üzerindeki yegane kontrol ve denge mekanizmasının “suçu danışmana atmak” olduğuna dikkat çeker. Ortada bir hata varsa suçlu her zaman başkası olmalıdır ki halkın krala sadakatı “kolaylıkla” sürsün; halk yasaya “sövsün” ama yasa koyucuyu “sevmeye devam etsin” (s. 113).

Fransız kralının üzerindeki bu denetimsizlik nedeniyle Amerikan anayasasında başkanın üzerindeki kontrol ve denge (check and balance) mekanizmalarına Tocqueville özellikle vurgu yapmıştır. Sınırsız gücün insanın doğasına uygun olmadığı ve yeryüzünde bu tanrısal güce layık tek bir insan bile bulunmadığı için bu denetleme mekanizmaları başkanlık sisteminin can damarıdır (s. 115).

Amerikan anayasasında “Başkan dünyanın en güçlü adamı olabilir ama Amerika’nın en güçlü adamı değildir” düsturunu doğrulayacak çok sayıda ve karmaşık denetleme yolları mevcuttur. Bununla birlikte anayasanın dışında tavır, tutum ve bilinç olarak açıklanabilecek toplumsal mekanizmalar da vardır ki bunlar da Tocqueville’i eşit derecede etkilemiştir.

“Baskı altındaki bireye ulusun tamamına ya da doğrudan insanlığın kendisine hitap etme” imkanı tanıyan “özgür basın” ile hür insanların “kalabalıklar içinde kaybolmalarını” önleyecek, bulundukları yerde sorumluluk alacakları ve önem kazanacakları güçlü “yerel yönetimler” ve “sivil toplum” bireysel hakları koruyacak araçlardan sadece birkaçıdır (s. 24).

“Kontrol ve denge” mekanizması öldürülürse

Tocqueville, demokratik bir cumhuriyetin ne olduğunu anlamak için çıktığı  yolculukta en çarpıcı değerlendirmesini kontrol ve denge adına gerekli anayasal ve toplumsal mekanizmaların kurulmasına ya da yaşamasına izin verilmemesi durumuna yönelik yapar.

Tocqueville’e göre, Amerikan başkanlık sistemine benzer bir demokratik cumhuriyet bu yapıların mevcut olmadığı merkezi bir yönetim ile birleştirildiğinde bu deney “Avrupa’nın herhangi bir mutlak monarşisinde ya da yakın Asya’nın benzer devletlerinde bulunabileceklerden daha da dayanılmaz bir despotizm” ile sonuçlanacaktır (s. 123). Bu, tarihin o zamana kadar görmediği yeni bir tür despotizm olacaktır. Baskı, bireyin bedenini bırakıp doğrudan ruhunu hedef alacaktır.

Bu devletin başkanı bir daha tarihteki krallar gibi “benim dediğimi yap yoksa ölürsün” demeyecek ama bireye bırakacağı yaşam “ölümden beter” olacaktır. Tarihsel mutlakiyetlerde kralın gücü baba otoritesine benzetilir. Ancak bu yeni despotizm vatandaşlarının yetişkin olmasını değil hep çocuk kalmasını isteyeceğinden asla gerçek bir baba gibi olmayacaktır (s. 335).

Yukarıdaki bu “korkunç sorun” üzerine düşünerek yıllar geçiren Tocqueville, 1848 baharının nasıl geçeceğini şimdiki zamandan geleceğe yönelttiği düşünceleriyle doğru tahmin etmiştir.

Ben de kokuları ve sesleriyle “geldim” diyen baharın nasıl geçeceğini merak edenlere Tocqueville okumalarını tavsiye ederim.

C. Akça Ataç

(De Tocqueville, Alexis. Democracy in America (Specially Edited and Abridged by Richard D. Hefner). New York: Mentor Books, 1956.)

*Bu yazı HBT'nin 54. sayısında yayınlanmıştır.