İnsan soyunun “kültürel kodları” konuşma dilinde saklı

Öne Çıkanlar Toplum
İnsan soyunun “kültürel kodları” konuşma dilinde saklı

Konuşma sesleri neye göre seçiliyordu ve kimler seçiyordu? Yapılan üretim ne ise o ‘üretim’ sırasında çıkan ‘en karakteristik sesler’ yansılama yoluyla konuşma diline kodlarla aktarılıyor, yüceltiliyor; mitlerde ise göksel ışıklı varlıkların ruhları tarafından yerdeki kamlara öğretildiği söyleniyordu. Örneğin derelerden toplanan (ve çaytaşı denilen) taşlarla ilk aletlerin yapıldığı Alt Paleolitik Çağ’dan beri (yani en az 2.6 milyon yıl) insanlar Ç ve T seslerinin ortalığı çınlattığını sıklıkla duydular. Bu sesleri yıldırımlarla birleştirdiler. Bu sesleri yücelttiler. Tepedeki mağaranın ağzındaki kayaları taş aletle düzelterek onlara düzgün bir biçim veren öncü kişinin adını, aletinin çıkardığı ‘tog’, ‘ti’ gibi konuşma sesiyle yorumladılar: Ölünce onun da göğe gittiğine inandılar. Gökte de aletiyle göğü oyan, yıldırımlar yapan bir ruh olduğuna inandılar.

O ilk taş aletlerin yapıldığı Eski Taş Çağı’ndan başlayıp maden çağında da devam eden dönemde T sesleri o kadar çok duyuldu ki aletlere T sesiyle başlayan adlar verdiler. Birçok dilde doğadaki yıldırımdan günümüze kadar gelen endüstriyel nesnelere kadar T ile başlayan adlar aldıklarını fark edebiliriz. T- sesinin işitim-kodu olduğu sözcük-zincirleri oluştu. T sesi moda yapıldı. Bu kodlama sistemini kadın-erkek başlatarak, yeryüzünde ilk soyut dizgeleştirmeyi dilin ‘bizzat’ içinde gerçekleştirdiler.

S sesi


Yazı öncesi dönemde su kenarlarında yetişen söğüt dallarından sepet yapmayı, örgü örmeyi icat eden kadının adını da S sesiyle başlattılar. O hem söğütle, hem sepetle, hem esintiyle, hem suyla, sallamak, sarsılmak eylemleriyle özdeş yapıldı. Yağmurları getiren rüzgârları, selleri yönettiğine inanıldı. Asya’da Baykal Gölüne akan Selenga nehri onun adındandır. Suda ağaç dallarından ‘sal’ yapıp taşıma işini bulan da oydu. Onun adına Mezopotamya’da Sal-ma (sal-ana) dediler. O aynı zamanda otacıydı (ilksel eczacı, hekim). Söğüt yapraklarından elde edilen ve aspirinin ana maddesi olan salisilik asit onun kodu sal- ile adlandırıldı. Söğüt ağacının kabuğunu, yapraklarını ağrı kesici olarak kullanmayı keşfetmişti. Birçok dilde onunla ilgili bilgiler, kadın adları sel-, sal- ile başlar. Latincede salix, söğüt ağacının adıdır. Türklerde sal-söğüt kutsaldır, oyun gösterisinde kam/şaman söğüt dallarını barış göstergesi olarak kullanır. Söğüt adlı kasaba/ yerleşke adları çoktur.

M sesi

M sesi koyunların evcilleştiği, süt ürünlerine geçildiği yazı öncesi dönemde moda yapıldı. Dünyanın her yerinde insanlar M sesiyle yapılmış sözcük-zincirleri oluşturdular. Koyunları evcilleştiren, sütünden yeni ürünler icat eden ilksel uygarlaştırıcı kadın(lar)a, üretim sırasında en çok duyulan me/ma/mu seslerini ad olarak verdiler. İnsanlar bu dost sesi benimsediler ve Ma ölünce göğe çıkıp Ay’da yaşadığına ve onları aydınlatmaya devam ettiğine inandılar. (M sesi modası döneminde men, moon vb. M- koduyla başlayan adlarla anıldı; men (=ben) şeklinde özneye örneklik etti.)

Y sesi

Y sesi moda olduğunda, artık daha soyut kurgulamaların yapıldığı, tinsel edimlerin ortaya çıktığı bir çağdı: Tutulamayan, denetlenemeyen tin gibi; ama gözle görülen veya hissedilen varolanların adları Y sesiyle kodlandı. Yıldırım, yal/yalım (alev), yalbırdamak (ışıldamak), yalçık (Ay), yaşık (Güneş), yıldız, Ay, yul (pınar, çay), yu-mak yıkanmak, gibi. Y sesi içsel enerjinin sesi oldu. Y ve L sesleri, suyun sesidir. Suyun derinden gelen kendine özgü içsel sesi, yayılan özelliği Y ile; suyun sızıcı özelliği ve içten bir hareketle çalkalanan suyun çıkardığı ses L ile iyi anlatılır. ‘Su’ ve ‘ışık’ yayılan, sızan özellikleriyle birbirine benzeştirilmiş; sular ve ışıklar Y, L sesleriyle gösterilmişlerdir. Gece göğünün ışıkları suyun içinde oynar, yıkanırlar, yanıp sönerler. Fenomenal algıyla ‘akıl/zekâ/bilgi’ en çok bu nedenle ‘ışık’ ve ‘suyla’ birleştirildi. Onlara göre ‘gündüz aydınlığını’ sağlayan Güneş’ti. Gece göğünü aydınlatan Ay’dı. Çoğul yıldızlar ise toplumsallaşmanın yolunu gösteriyordu. Bunun anlamı sorunları çözen, doğruları gösteren göksel ışık ve onların insandaki özdeşi us/ uslamlamaydı.

Doğrular sınıflandırıldı

‘Doğruları’ sınıflandırdılar: Ay kesin olmayan doğruları, Güneş kesin veya kesine en yakın doğruları, yıldızlar toplumsallaşmayı ve çoğulcu bakmayı, orman uzlaşmayı, çoğulcu bakışı modelledi. Doğayı gözlemleyerek çıkarsadıkları karşıt ikililerin eşitlik içinde bir arada yaşaması görüşünü ‘Akşam Yıldızı’ ve ‘Sabah Yıldızı’ gibi zıt karakterde algılanan Venüs Gezegenine söylettiler.; Bir başka doğru tutum ağaca söyletildi çalışmak, ağaç gibi dik durmak, ışıklı göğe (=sevgi, bilgi yüklü tine) yönelmek gibi. Bunlar dikte edilmedi; örneğin ağaç içerikli bağlamdaki sözcük-zincirlerinde yer alan “aynı işitim-kodlu sözcüklerin bağıntıları arasında” belirdi. Bataklık besin kaynağı olduğunda, sular ulaşım ve taşımacılık için kullanıldığında L sesi moda yapıldı. Fakat en çok yayıkta süt ürünleri elde edilirken yayığın çalkalama sesi L sesiyle kutsallaştırıldı. L ses modası döneminde de gece göğündeki Ay, yıldızlar ak renkle ilişkilendirildi ve adları Lsesiyle kodlandı. Türkçede Ay daha önce Al idi. Geceleri göç eden göçerlerin en çok duydukları ses luk luk, lıkır lıkır sesleri ve renkler ise ak ile kara renklerdi). Karşıt ikililer de en çok L sesiyle temsil edildi. Akşam Yıldızı ve Ay gece göğünün tinsellikle ilişkilendirilmesinden ötürü tinsel ilişkileri (ilgi, ilişki, ile, ileti vb.) temsil ettiler.

Kavramlar henüz yok

Bütün bu konuşma seslerinin moda yapıldığı dönemlerde kavramlar yoktu: ‘İlişkilendirmeleri’, ‘anlamlı birimleri’, ‘benzeştirimleri’ (analoji), ‘karşıtlıkları’ (ve animizmi, totemizmi) kullanarak; ‘kavramın’ işlevini onlara gördürdüler. ‘Anlamlı birimler’ hem ‘karşıt’ hem ‘benzeşik’ ikililerle oluşmaktaydı. Tabii diyalektik, dualizm (ikicilik), dikotomi (ikililik) kavramları da yoktu. Hangi üretim alanı ortaya çıkmış, tutulmuş ise o üretim alanının karakteristik sesiyle kodladıkları sözcük-zincirlerini oluşturdular: Fakat ışıklı gök cisimleri genellikle anlamlı birimler arasında gösterildi ve adları, moda olan üretimin karakteristik sesleriyle yapıldı. Modellemeler de en çok ışıklı gök cisimleriyle, ata veya hısım kabul edilen totem hayvan ruhlarıyla yapıldı. Onlar öyle yapıyorlar, siz de onlar gibi yapın, algısı yaratıldı.

Bugün bile geçerli etik düşünceler

Kamlıkta büyü, kör inanç vardır, ama onları ayıkladığımızda kalan asıl gövde sağlam, etik bir düşüncedir ve bugün bile geçerli olduklarını görürüz. Söz konusu doğacı imgeler, konuşma sesleri, semantik dizileri öyle çok tekrarlandı ki beyinde sabit çapalar haline geldi. Örneğin kök sözcüğü; karşıt ikiliyi gösterir: Hem gök anlamına gelir hem de ağacın kökü anlamındadır. Yıldız, hem gökteki yıldız, hem de temel, esas, kök, soy anlamına gelir. Kamların tinselliğinde insan ağaçla özdeştir. Kökü yerde, ama ulaşmayı amaçladığı yer karanlığın içindeki ışık=bilgi olan yukarısıdır. Fakat karanlıkla ışık, yerle gök, yukarısı ve aşağısı eşit değerdedir. Kamlar kişilerin bütünsel bakması, içindeki karşıt ikiliyi tanıması, çoğulcu, paylaşmacı, eşitçi, özgeci (empati yapan) olması için modellemeler içeren mitsel öyküler de anlatıyorlardı. Onlar sözcük- zincirlerindeki imgeler dizisiyle, semantik dizisiyle tamamlanıyordu.

Oyun adlı gösteriyle öğretiyorlardı. Zaman değişir kör inanç dış sıva gibi dökülür, ‘bilimsel zekâ’ kalır. Bugün çağdaş ekolojinin, insan haklarının çıtasının en yüksek olduğu nokta ile kamlığın ‘bilimsel zekâ’ ile inşa edilen temeli birbiriyle çelişmez. Amaç insanlarla insan olmayanların (yani tüm doğanın) birlikte ilerlemesi, mutlu olmasıdır. Kamlık bir din değil, dogmatik olmayan bir uslamlama, düşünme biçimidir.

Yıldız Cıbıroğlu

Bu yazı HBT'nin 64. sayısında yayınlanmıştır.