Kendimi bilebilir miyim?

Öne Çıkanlar Toplum
Kendimi bilebilir miyim?

Ben kimim? Bu soru taa Antik dönemden beri kafalarda bir soru işaretidir. 2. yüzyıl Yunan gezgini Pausanias’a göre “kendini tanı” öğüdü Delphi’deki Apollo Tapınağı’nın avlusunda yazılıdır. Almanya’da Mainz Üniversitesi’nden felsefeci Thomas Metzinger’e göre bu “klasik felsefe ideali”. “Kendimizle ilgili bilgiyi her zaman ve her koşulda arttırmalıyız”.

Fakat yine de, gerçeklik ile tamamen örtüşen kendimiz ile ilgili doğru bir resim elde edebilir miyiz?

Kendi kendimizin içindeyiz; bu yüzden doğru resmi ortaya koymak, kendi algısal önyargılarımız ve öz referanslarımız nedeniyle doğal olarak tam gerçeklikle örtüşmeyecektir. Kendimizi nasıl tanıdığımız büyük ölçüde başkalarının bizi nasıl gördüğü ile de bağlantılıdır. Ve onların kendi algılarını etkileyen önyargılarını asla bilemeyiz.


Felsefi araştırmalar ve insan davranışlarına ilişkin bilimsel gözlemler en azından bizim benlik ile ilgili soruyu daha net ortaya koymamızı sağladı. Ayrıca bunun bir değil birden fazla yolunun olduğunu gösterdi.

İlk olarak bir fenomenal benlik var. Bu bizim var olma algımızla ilgili. Ve tabii bu var oluşu deneyimleyen zihnimizle...Bu benlik her birimiz için bir gerçekliktir: Hem kendimizi şimdi bir beden olarak hissediş hem de zamanın sürekliği içinde var olduğumuzu hissediş. Fakat bu kim olduğumuzla ilgili doğru bilgiyi verecek her zaman güvenilir bir kaynak değildir.

Örneğin ender görülen bir nörolojik rahatsızlık olan Cotard sendromuna sahip biri, son derece rahatsız edici olan “var olma” ve “yokluk” hislerini birlikte yaşayabilir. Her gece çoğumuz rüya görürüz. Metzinger, “ rüya görürken, kim ve nerede olduğumuzla ilgili tam bir yanılgı halindeyken, çok sağlam benlik algısı içinde olabiliriz” diyor.

Fenomenal benlikten daha kapsamlı bir diğer benlik bilgisi ise epistemik benlik. Yani bildiğini bilen bir benlik algısı. Epistemik benlik, fenomenal benliğin işleyişinin farkındadır ve muhtemelen kendi motivlerimizin bilincinde olmamızı sağlar.

Büyük yanılsama

Düşünün ki, sıkıcı bir toplantıdasınız ve bir tatil hayali kurmaya başlıyorsunuz. Fenomenal benliğiniz sizinle beraber bu hayal dünyasının içine dalar. Ama aniden toplantı gerçekliğinize geri döndüğünüzde, hayal kurduğunuzu fark ettiğinizde, epistemik benliğiniz harekete geçer. Siz bir kez daha hayale dalana kadar artık o devrededir. Epistemik benliği geliştirmek, farkındalığın ve meditasyonun hedefidir. Böyle yaparak daha fazla zihinsel özerklik kazanmış olursunuz. Ve bu sayede ne düşündüğünüzü, ne hissettiğinizi ve yaptığınızı daha iyi kontrol edebilir, gerektiğinde durdurabilirsiniz.

Ama öz benlik bilgisiyle ilgili kapasitemizi belirlerken, çoğumuz çok büyük bir yanılgı içinde oluruz: Benliğimizin maddi bedenimizden ayrı şekilde var olduğu yanılgısına düşeriz. Günümüzde pek çok felsefeci ve sinir bilimci, bu tarz bir ontolojik (varoluşsal) benliğin hayal olduğunu düşünüyorlar: Beyinle etkileşim içinde olan, ondan ayrı bir benlik yoktur. Hissettiğimiz ‘ben’, beynimizi ve bedenimizi oluşturan maddi süreçlerin bir çıktısıdır: Beden öldüğünde, ‘ben’ de onunla gider.

New Scientist’ten derleyen Özlem Yüzak

Bu yazı HBT'nin 75. sayısında yayınlanmıştır.