Sanat, sanatçı ve teknoloji

Öne Çıkanlar Toplum
Sanat, sanatçı ve teknoloji

Tıpkı 1950’ler sonrası dünya konjonktüründe yaşanan değişimler gibi ekonomik yöntemler, politik sistemler, kimlikler, sosyolojik yapılar değişiyor. Sanat dinamiklerinin değişmemesi ya da farklı bir yöne gitmemesi gelişmelere gözlerini kapaması, kendi doğasına aykırı.

Sanat tarihi kitaplarına baktığımızda her sanat dalının kendi dönemine ait üretim araçlarını kullandığını ve bu araçlarla teknikler geliştirerek üretim sağladığını görürüz. Kullanılan araçlar estetiği oluştururken, estetik ve içerik de dönemin teknolojisine göre şekillenir.  Savaşlar, ekonomik krizler, devrimler… Ne yaşanırsa yaşansın, hangi dönemde olursak olalım sanatçılar bu kombinasyonlarla bizlere unutulmaz eserler verirler.

Sanatın mağara çizimlerinden, Mısır duvar resimlerindeki ilk rakursilerden, bir müzik aracı olarak ilk flütten, ilk yazılı tabletten veya ilk tiyatro sahnesinden şimdiye kadar olan yolculuğu, içinde birçok büyüleyici eser barındırır. İletişim aracı olarak üretilen bu eserler politik, ekonomik ya da siyasi konjonktürlere göre şekillenir. Toplumsal olaylar yaşamımızın birçok alanını etkilerken sanat dalları da birbirlerinden beslenir, etkilenir.


Teknolojiye gelirsek, sanatın başlangıçta teknikleri kullanmakla yetindiğini, teknolojinin kullanımı yaygınlaştıkça ise yaratıcılığın dönemin teknolojik araçlarına göre şekillendiğini görürüz. Örneğin sanatçıların ve mucitlerin Rönesans döneminden beri görsel sahneleri yakalamak için araştırdıkları optik yasalar kullanılarak 1831de ilk fotoğraf makinesi yani Dagerotip icat edildi ve ilk defa üç boyutlu evrenimiz iki boyutlu bir düzleme aktarıldı. Tabii her zamanki gibi teknolojik araçlarla yapılan bu yeni üretimi eleştiren bir kesim de mevcuttu. Özellikle bir grup ressam, sadece kullanılan araca bağlı olan bu tekniğin yaratıcılıktan uzak olduğunu savunmuştu..

Yeni ifade arayışları

Savaş sonrası Avrupadan Amerikaya göç eden birçok sanatçı yeni ifade arayışlarına girdi. Özgürlükçü, eşitlikçi ve döneme göre radikal eserler oluşturuldu. Sanatçılar artık birçok tekniği bir arada kullanmaya başlamıştı.

1970lerde ilk dijital fotoğraf makinesi sahneye çıktı, bu makine 0.01 mega piksel siyah beyaz çekimler yapıyor ve 3,5 kg ağırlığıyla kullanıcısını zorluyordu. 80lerde dijital video kayıt makineleri üretilmeye başlandı.Tabii ki abaküsü dahil etmezsek 1945 yılında elektronik yolculuğuna başlayan bilgisayarlar, yazılımlar ve boyutlarıyla kullanılabilir hale 70lerde geldi. Bilgisayarın yolculuğuna paralel olarak Alan Turing ise 50lerde ilk kez yapay zekanın temellerini attı. Internetin de hayatımıza girdiği 80lerin sonlarından itibaren ise geleceğin sanatçıları için farklı araçlar keşfedilmeye başlanmıştı. Tüm bu cihazların birlikte kullanımı dijital sanatın ilk adımlarını oluşturuyor.

Neler Oldu?

1960 yılında ilk dijital sanat örneği diyebileceğimiz işler John Witney tarafından grafikler ile oluşturuldu. Yine aynı yıllarda Frieder Nake kodlarla eserler üretti. Bunlar bilgisayar ortamında yapılmış hareketli grafiklerdi. 70lerde Salvador Dali bilgisayarda geliştirilmiş bir portre ile resim yaptı. 80lerde Andy Warhol, Deby Harrynin portresini bilgisayarda grafik öğelerle dijitalleştirdi. Bu yıllarda dijital fotoğraf yükselişe geçti, Robert Rauschenberg ve Nam June Paik gibi isimler üretimlerini bu makinelerle yaptı. 90larda dijital 3d animasyonlar hayatımıza girdi.

Dünyada hızlı dönüşümlerin yaşandığı 2000lerle birlikte bilgisayar yazılımları ve programları artık üretimin her alanına giriyordu. Dijital kameralar analog makinelerin kalitesine bu yıllarda ulaşmaya başladı. Sanatçılar üretim yaparken teknolojinin sunduğu imkanlarla düşünür oldu.

Nft teknolojisi, yapay zeka gelişimi videoda, fotoğrafta, vektörel programlarda üretim sağlarken, dev şirketler yapay zekayı kendi programlarına entegre etmeye başladı.

Peki Türkiye de dijital sanatsal üretim nasıl gelişti:

1980li yıllarda Türkiyeyle tanışan dijital sanatın ilk eserlerini Özcan Onur ‘’Elektropentur’’ başlıklı sergisinde seyirciyle buluşturmuştu. Onurun Pariste, bilgisayar ortamında yaptığı grafikler Türkiyede sergilendi. Yine bu dönemde Hamdi Telli fotoğrafçılıkla başlayan sanat kariyerine bilgisayar ortamında işler üreterek devam etti. İnci Evinerin Harem” adlı kolaj video eserini projeksiyonla yansıtılmış duvarda gördüğümde çok etkilendiğimi hatırlıyorum ya da Ayşe Erkmenin "Mine” eserini. Bager Akbay, Memo Akten, Refik Anadol yeni nesil diyebilceğimiz dijital ya da veri odaklı sanatçılar olsa da geleneksel yöntemlerle üretim yapan Türkiyeli sanatçıların bir kısmının da farklı disiplinlerle çalışırken dijital yöntemlere başvurduğunu görüyoruz.

Peki, 1960'larda başlayan ve yeniden gündemimize giren dijital sanatı son zamanlarda farklı kılan nedir?

Ekonomik politik zeminlerin etkisini dışarıda bırakırsak bunun iki nedeni olabileceğini düşünüyorum. İlki yazılım dillerinin gelişmesi diğeri ise dijital sanatın kendisinin artık salt bir teknik olmaktan çıkması ve  geleneksel yöntemlerde olduğu gibi dijital sanatın da fikir odaklı olmaya başlaması.

Örneğin Refik Anadolun veri kullanarak oluşturduğu eserlerinin en büyük özelliği bu. Anadol dijital araçları sadece bir estetik çıktı olarak kullanmıyor. Bager Akbay yine veri toplayarak bu verilerle yapay zekaya şiir yazdırıyor. Bu sanatçılar yapay zeka ve veri temelli görseller kullanıyor ama estetiği, izleyiciyle buluşmadan önce yine kendi dokunuşlarıyla son haline getiriyorlar.  Yani sanatçı aslında eskisi gibi eserin tüm aşamalarında var olarak üretim sağlıyor.

Dijital sanatın duyguları tam olarak yansıtmadığı, hislerimize tam olarak hitap etmediği, bağ kuramadığı, bir resmin ya da heykelin yerini tutamayacağı tartışması da, fotoğraf makinesinin icadına yapılan eleştirilerle benzerlik gösteriyor. Ya da bir pisuarı galeride sergileyerek ‘’bu sanat eseridir’’ diyen Marcel Duchamp’ın hazır nesne kullanımına yapılan eleştirilerle…

Dijital sanatçı olmak ya da dijital araçları sanatta kullanmak muhafazakâr izleyiciler tarafından hala kabul görmese de bu eserler hayatımıza hızlıca giriyor. Yeni teknikler ne kadar heyecan verici olsa da içerik çağında olmamız eserlerin özgün olmasında önemli rol üstleniyor.

Tıpkı 50 sonrası dünya konjonktüründe yaşanan değişimler gibi ekonomik yöntemler, politik sistemler, kimlikler, sosyolojik yapılar değişiyor. Sanat dinamiklerinin değişmemesi ya da farklı bir yöne gitmemesi gelişmelere gözlerini kapaması, kendi doğasına aykırı.

Değişmeyen tek şey, bu araçları kullanan ve ruhumuza dokunan sanatçıların hep var olması.

Biz izleyiciler, hayatımıza dokunan sanatçıları, bu üretimleriyle de bekliyor olacağız.

Kenan Özcan