Üretim ve yaratıcılığı teşvik için Türkiye ne yapmalı?

Toplum
Üretim ve yaratıcılığı teşvik için Türkiye ne yapmalı?

Ülke bizim iki kuşak öncesindeki gibi dışa kapalı olarak büyüyemez. Önemli olan dışarda olmayanı içerde yaratabilmek. Bu illâ elle tutulur bir mal olmak zorunda değil.

ABD’de 1996'da imzalanan Telekom kanunu, (ki şahsen sektörün içinden gördüğüm bir değişimdi) telekomünikasyon sektörünün kontrolünü büyük ölçüde tekelden kurtarıp rekabete açma amacındaydı. Sonuçta kalite artışı ile teknolojik atılım, ve bedellerin ucuzlayacağı vaat edilmişti. ABD rekabetin yabancısı değil, ama yeni şirketler de tekelleşince rekabet azaldı. Yeni devlerin lobiciliği ve yaptıkları devasa bağışlar ile tarafsız haberciliğin yara alması gibi beklenmeyen sonuçlar doğdu. Evet bu arada teknolojik ilerleme de yaşandı ama ne pahasına. Yâni kontrolsüz rekabette kaş yaparken göz çıkarma tehlikesi var.

Türkiye’nin durumu nedir?


Devlet planlı bir gelişme için, gerekli bilgi ve teknoloji birikiminin yönlendirilmesinde rol alır, almalıdır. Ancak Türkiye gibi sanayi ve tarım toplumu arasında bocalayan, hala yolunu kestirememiş (ya da dış baskılar ile yanlış yolda desteklenen) ülkeler için koşullar farklı:

  • Türkiye’yi tahıl ve sebze ambarı olarak tanımlamış bir Avrupa var;
  • Atatürk’ün müthiş sanayi hamlesi ile yapabileceklerini görüp engellenmesi için yapılmış dış baskılar var; Türkiye’nin 20 ve 30’lu yıllarda 400 özgün uçak tasarımı ve üretimi yaptığını, uçak ihraç ettiğini bilenlerin sayısı çok az (kaynak: Mustafa Kemal'in Uçakları, İsmail Yavuz)
  • Türkiye’yi İkinci dünya savaşından uzak tutarken yapılan yanlış hesaplar ile ülkenin düştüğü zor durum ve bunun karşılığında yabancıya verilen tavizin yarattığı bir yokuş var;
  • Benjamin Franklin’in bir sözü vardır: “Never confuse action with motion”. Türkiye’de sanayileşme ile “köprü inşaatını” gelişme olarak ayni kefeye koyan ve sorunları bilmeden destekleyen bir inanç var. Elbette köprü de lâzım ama öncelikler nerede?

Peki ne yapacağız?

ABD’de sermaye kârlı gördüğü işe yatırım yapar. Türkiye’de de kârlı olmayacak bir konuda yatırımı ne özelin ne de devletin benimsememesi doğal. Ancak şu farkla, özel sermaye yatırımını kısa donemde geri kazanmayı ve katlamayı amaçlar. Devletin ise bunu uzun döneme taşıyacak gücü (bütçesi) olduğu varsayımıyla, uzun dönemli amaca doğru yürürken ara adımlarda özelin nispeten kısa dönemli kazanç beklentilerini de destekleyecek bir dürtü yaratılabilmeli.

Örneğin devletin, ülkede üretilecek bir bilgisayarı standart olarak devlet dairelerinde kullanma koşulu ile başlanabilir. Bununla önce yerli pilin, yerli basit tümdevrelerin (çip) tasarım ve üretimi, mevcut cam sanayiinin ekran üretimine girmesi gibi konular desteklenebilir. Zamanla bu destek gelişen yan sanayii ile hedeflenen ürünün kalbinin (örnek CPU) yerli olarak tasarım ve üretimini tetikleyebilir.

Yazılım konusu başlı başına bir amaç olabilir, bu konuda daha az yatırım ile sonuç almak mümkündür ama burada da üretilen ürünün akreditasyonu gereği ve böyle bir akreditasyonu verebilecek kuruluşların yeterli olmaması nedeniyle ürün, astarı yüzünden pahalıya gelebilir.

Yani devlet akreditasyon konusunda öncü rol oynayabilir. Burada kastettiğim yazılımın otomotiv ya da havacılık sektörlerinde uygulanması. Telekom için böyle bir sınırlama olmasa da ITU (International Telecommunications Union) ve benzeri kuruluşların doğabilecek karmaşayı önleme amacıyla takip ettikleri ve yol gösterici çalışmalarda, “bütçesi büyük” kullanıcı sıfatıyla devletin yer alması, katkı hattâ baskı yapması beklenebilir. Bu şekilde hem teknolojinin yakın takibi hem de ülke yararına yönlendirilmesi imkânı doğar.

Yarım saatte şirket kurulabilmeli

Su ana dek Türkiye’de yapılanlar tüm iyi niyete rağmen “kutunun dışını göremeyen”, eski, modası geçmiş bilgilerin ışığında yeni yol arama olduğu için, deyim yerinde ise “ölü doğan bebeklerden ibaret”. Kısaca, zaten var olan ürünü taklit ederek yol alamayız.

Burada Steve Jobs’a atfedilen ama yaygın olarak benimsenmiş bir önerme var: “Do not tell people what to do, hire the best and ask them what to do”.(İnsanlara ne yapmaları gerektiğini söylemeyin, en iyileri işe alın ve onlara ne yapılması gerektiğini sorun.)

Bu düşünce yapısıyla yola çıkıp, devletin kendisini neredeyse görünmez kılacak kadar geriye çekip, her yeni fikrin her yeni konunun eyleme dönüşmesini sağlayacak ortamı oluşturması gerek.

Örneğin şirket kurmak, 100 dolardan az para ve bir telefon ile halledilebilmeli. Ben kendi çok ortaklı şirketimi (Lone Star Neuromodulation, Inc. www.LSNeuro.com), yarım saatte hayata geçirdim. Çalışma yeri, sermaye, şu, bu tek bir sorgu-sual olmadı.

Evimde bir oda ofis olduğu için emlak vergisinden, arabamın benzinine, suya, elektriğe kadar vergi muafiyetim var. Harcamalarımı (alet edevat alımı dahil) vergiden düşüyorum. Kâr etmediğim sürece bir kuruş vergi vermem gerekmiyor. “Şu kadar adam çalıştıracaksın, bunlara maaş vereceksin diye şartlar yok.

Ama örneğin Türkiye’de Kardiosis ile çalışırken gördüklerim bambaşka. Devlet, desteği karşılığında yığınla şart koşuyor, sürekli rapor istiyor. Yazılan her rapor veya makale ile geliştirmenin püf noktaları açıklandığından “sadece yurt dışına bedavadan destek olacak” bilgi elden çıkartılmış oluyor. Eğer geliştirme sürecinde teknolojide değişim nedeniyle önceden tahmin edilemeyen bir aletin alımı gerekmişse vay halinize. Bütçede sonradan değişiklik yapmak mümkün değil. Söylenen “doğru tahmin etseydiniz!”

Bu durumda ARGE’nin temelinde yatan bilinmezi aramak yerine bilineni geliştirmek destekleniyor ki bu şekilde ortaya çıkan ürünün dünyada rekabet şansı olamıyor.

ABD’ye benzer iklim yaratılması için:

  • Devletin kendisini görünmez kılacak önlemleri alması gerek.
  • Herkesin, istediği her konuda, evinin bir odasında (ABD’de “evinin garajında”) tek ya da çok ortaklı şirket ayırımı olmadan, üretim amaçlı sermaye desteğinden önce, vergi muafiyeti ve benzeri yollarla desteklenmesi gerek.
  • Devlet uluslararası arenada gidişatı yakından takip etmeli, teknolojiyi yönetecek konumunu bulmalı; kendi satın alma gücünü kullanarak teknolojiyi yönlendirmeli;
  • Okullarda (orta, lise) mesleğe yöneltici teknik konular müfredata ağırlıklı olarak eklenmeli ve her öğrencinin en az bir zanaat kazanması sağlanmalı.
  • Üniversitelerin yabancı beyin gücünü cezbedecek ve sonrasında bu gücü yerli ARGE için ülkede tutacak bir mekanizma ile desteklenmeleri gerek; ABD’de Silikon Vadisi’nin başarısındaki sırlardan birinin göçmen yoğunluğu ve bunların yarattığı düşünce yapısındaki çeşitlilik olduğu düşünülüyor.
  • Teknolojiye egemen bir yabancı dil (gerçek ve yoğun eğitim) şart olmalı ve İngilizce ile sınırlanmamalı (isteyen ilave bir yabancı dili de ayrıca seçebilmeli).

İthalatın kısıtlanması, ithal mallara yüksek vergi uygulanmasıyla zor. Döviz ucuzlatıldığında ithalat artar. Ülke bizim iki kuşak öncesindeki gibi dışa kapalı olarak büyüyemez. Önemli olan dışarda olmayanı içerde yaratabilmek. Bu illâ elle tutulur bir mal olmak zorunda değil.

Örneğin, gelecekte, Facebook, Twitter, Instagram gibi ürünlerin henüz ABD’de, AB’de olmayan birini Türkiye’nin, hiç yoktan var etmemesi için tek engel kendi hayâl gücü. Çünkü bu hayâl gücünün yeşermesini sağlayacak ortam henüz oluşmamış durumda.

Serdar Kıykıoğlu / [email protected]