COVID-19 sonrası… 4 senaryo

Özlem Yüzak
COVID-19 sonrası… 4 senaryo

Dünya, son 75 yılın en keskin dönemeçlerinden birini yaşıyor. Salgın daha yeni başladığında COVID-19 krizinin sosyal, ekonomik ve politik “dönüştürücü” sonuçlarının olacağı dillendiriliyordu. Şimdi bunlar etkilerini hızla göstermeye başladılar.

Yeni açıklanan araştırmaların sonuçlarına göre dünyada 1.5 milyardan fazla insan şiddetli COVID-19 riski ile karşı karşıya. Bu, dünya nüfusunun beşte 1’inden fazlası demek. Biraz daha açıklayıcı olacak ise: 1.5 milyar insan kendi sağlık problemleri, bağışıklık sistemlerinin yeterince olmaması ya da virüse açık olumsuz yaşam ve çalışma koşulları yüzünden ciddi risk altında.

Buna bir de çığ gibi artan işsizliği, kapanan işyerlerini, aldıkları kredi borçlarını ödeyemeyenleri ekleyin...


Prof. Dr. Daron Acemoğlu, geçen hafta Bilimler Akademisi’nin gerçekleştirdiği “Salgının İktisadi Analizi” konulu webinarın konuğu idi. Acemoğlu, “Pandemi ile yaşamaya başladığımız koşullar bizim ‘kritik kavşak’ diye tanımladığımız döneme denk geliyor” dedi: “Değişim kaçınılmaz olur ama bu değişimin hangi yöne doğru evrileceği, o toplumun kurumlarına, iktidar yapılarına, siyasi liderlerine ve diğer unsurlara bağlı olarak şekillenir” diye de ekledi. Acemoğlu’nun webinardaki konuşmasını ve Project Syndicate’de yer alan bir değerlendirmesini özetlemek istiyorum.

Tarihsel ve şimdiki koşullar, COVID-19 sonrasına ilişkin her biri son derece farklı ekonomik, politik ve sosyal çıkarımlara sahip 4 senaryoyu karşımıza koyuyor.

1- Her zamanki yola devam: Başarısız kurumlarımızda reform yapmak veya endemik hale gelen ekonomik ve sosyal eşitsizlikleri ele almak için ciddi bir çaba sarf etmiyoruz. Karar vermede uzmanlık ve bilimin rolünü güçlendirmiyoruz. Ekonomik, politik ve sosyal sistemlerimizin esnekliğini artırmak için adımlar atmıyoruz. Bu senaryoda toplumlarda derinleşen kutuplaşmalara göz yumuyoruz. Liderlerimiz sorunun ciddiyetini anlamazlarsa ve biz halklar, onlardan gerekli reformları talep etmek için örgütlenemezsek bu senaryonun sonuçları trajik olacak. COVID-19, aslında insanlığın kendisi ile, kurduğu sistem ile yüzleşmesi için bir fırsat. Belki de son fırsat. Çünkü bu senaryonun en trajik kısmı artık yola “her zamanki”gibi devam edemeyeceğimiz gerçeği. Öyle ya da böyle, demokratik politik dikişler bir bir atmaya başlayacak, ortaya çıkacak boşluğu doldurmak için ise popülist milliyetçilikten çok daha kötü bir şey yaşama geçecek.

2- İkinci olası senaryo: “Çin örneği”. Yani “her şeye kadir bir devletin gerekliliği”.

COVID-19 krizinin en belirgin derslerinden biri, büyük ölçekli acil durumları yönetmek için güçlü bir hükümetin gerekli olmasının anlaşılması oldu. Tamam ama nasıl bir hükümet? Sıkı kontrol ve denetim için önceden var olan altyapısı, Çin’in virüs ile birçok ülkeden çok daha hızlı ve çok daha etkin şekilde mücadele etmesini sağladı. Bu diğer ülkelerin iç gözetim rejimleri, gizlilik yasaları ve sözleşmeleri ile ekonomi politikaları için örnek olabilir. Zaten başta ABD olmak üzere buna kayış son yıllarda zaten var. Ancak Acemoğlu’na göre bu da trajik bir sona dönüşür.

3- Teknoloji hâkimiyeti veya “dijital kölelik”: Pandemi döneminin en önde gelen dinamiklerinden biri teknolojinin en yoğun ve hemen her alanda kullanımı oldu. Bu teknolojilerin vazgeçilmez olduğu ortaya çıktıkça, arkasındaki özel şirketler daha fazla güç toplayacak. Uygulanabilir bir devlet temelli alternatifin yokluğunda, bu firmalar, kişisel verileri toplamaya ve kullanıcıların davranışlarını manipüle etmeye devam edecekler, ancak hükümetten endişelenecek daha az şeyleri olacak. Bu da hem hükümetleri hem de toplumları Silikon Vadisi’ne daha itaatkâr hale getirecek.

Artan eşitsizlik gibi var olan koşulları daha da kötüleştirecek. Silikon Vadisi daha sonra evrensel bir temel gelir ve daha fazla e-devlet için kendi çözümlerini önerecek. Bu önlemler altta yatan problemleri boyadığı sürece, zaman içinde daha geniş hoşnutsuzluğa ve hayal kırıklığına yol açması muhtemel. Uzun vadede, üçüncü yol, ilk ikisi ile aynı distopik hedefe ulaşacaktır.

4- “Refah devleti 3.0”: Refah devletinin ilk versiyonu Büyük Buhran ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıktı. Sosyal güvenlik ve işsizlik sigortası gibi politikalar içeriyordu.

İkinci versiyon 1980’lerde ABD’de Ronald Reagan ve İngiltere’deki Margaret Thatcher’ın iktidara gelmesi ve daha sonra Sovyetler Birliği’nin çöküşünün ardından geldi. Ancak olumlu anlamda olmadı. Sendikalar güçsüzleştirildi, haklar, güvenceler tırpanlandı.

Şimdi “Refah 3.0” için yeni bir fırsat. Ancak önce ihtiyaçlar tanımlanmalı: Daha güçlü bir sosyal güvenlik ağı, daha etkili hükümet, iyileştirilmiş bir halk sağlığı sistemi, daha iyi bir koordinasyon..

Hemen hemen herkes, hükümetlerin hem daha fazla sorumluluk üstlenmeleri hem de daha verimli olmaları gerektiğini kabul ediyor. Ancak devlet güçlendikçe, demokratik kurumlar ve siyasi katılım mekanizmaları da hükümetlerin icraatlarını denetlemek ve hesap sorabilir hale gelecek şekilde güçlendirilmeli.

Acemoğlu, “Dünyanın bir virüs tarafından kuşatıldığı bu dönemde, sistemlerimizin yirmi birinci yüzyılın zorluklarına karşı çok kırılgan ve savunmasız olduğu gerçeği de giderek su yüzüne çıkıyor” diyor. Anlayacağınız Refah Devleti 3.0 bir ütopya, bir fantezi değil. Ama şunu da ekliyor: “Ancak, kendi başına kolayca ortaya çıkacağını varsaymak naiflik olur. Demokrasiyi ve hesap verebilirliği güçlendirme çabaları, devletin sorumluluklarının genişlemesi ile el ele gitmelidir. Doğru dengeyi yakalamak en iyi zamanlarda bile zor.

Özlem Yüzak


*Bu yazı 19.06.2020 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlandı.

Özlem Yüzak

Bilgi işçisi olarak tanımlıyor kendini... 15 yılı aşkın süredir Cumhuriyet Gazetesi’nde ‘Bilgi Toplumuna Doğru’ adlı köşesinde çağdaş dünyanın anahtarı olan bilgi, bilim ve eğitimin önemi üzerine yazıp duruyor. İnsanın doğa ve insan üzerinde kurduğu iktidardan dehşetli rahatsız; bu yüzden sürdürülebilir kalkınma, toplumsal cinsiyet, iklim değişikliği yine ilgi duyduğu alanlar arasında. “Kıskaçtaki İnsan ve İsyan” adlı bir kitabı bulunuyor.