ARGE’ci neyi yapar?

Ali Akurgal
ARGE’ci neyi yapar?

Bu köşeyi paylaştığım değerli insan Müfit Akyos'un "Merak işte..." yazısına aynen katılıyorum. Bilimsel araştırma, yâni ARGE’nin "ar"ı çoğunlukla merak nedeniyle yapılır. Buna karşılık, ARGE’nin "ge"sini merak nedeniyle yaparsanız, büyük olasılık önemli bir parasal kaynağı çarçur etmiş olursunuz. Ekonomide bir getiri sağlamayacaksa, o geliştirmeye harcanan parasal kaynak geri kazanılıp, başka geliştirmelerin finansmanında kullanılamayacaktır.

İşte burada "ARGE'ci neyi yapmalı?" sorusunu sormak gerekir. ARGE'nin iki parçasından birinin (araştırma) üniversitedeki akademik ortamda, diğerinin de (geliştirme) sanayide yapılması gerekiyor. Araştırma için bilimsel yaklaşım ve bilimsel disiplin şart. Geliştirme için ise pazar ve pazarda kendine yer bulabilmenin sağlanması. Bunlar ayrı uzmanlık alanları. Birini yapan, diğerini yapamıyor. Durum, üniversite-sanayi işbirliğini önümüze koymakta. Bu işbirliğini on yıllardır duyarsınız, ama çok parlak sonuçlar verdiğini pek duymamışsınızdır.

Aslında bilim-sanayi topluluklarının bu konuda uyanışı çok eski tarihlere uzanır. 1960'lı yılların sonunda, sonradan Marmara Bilimsel ve Endüstriyel Araştırma Enstitüsü olacak yapının çekirdeklerini TÜBİTAK, üniversitelerde oluşturdu. Örneğin, Elektronik Bölümü’nün Başkanı Prof. Yılmaz Tokad, yardımcısı Prof. Toğan Zeren, değerli arkadaşım Enis Tüyeni, ODTÜ bünyesinde yapılanmaya başladılar. Enstitü, 1972 Ağustos'unda Gebze’de faaliyete başladı. Enstitü (kurucu) Müdürü Prof. Nimet Özdaş idi. Yılmaz Tokad’ın "system theory" mantığı içerisinde bölümler iç içe ilişkilerle çalıştılar. Üniversite ve sanayi de iç içeydi. Öylesine ki, benim gibi eli yağlı birinin oda arkadaşı Prof. Erdal Panayırcı idi. Elektronik Bölümü’nde 17 sene olağanüstü şeyler yapıldı. Atok Karaali ve Enis Tüyeni, işin şirket tarafını iyi üstlenmiş olacaklar ki, 70 kişilik Elektronik Bölümü, gelirleri ile 1988 senesinde 650 kişilik Enstitü'nün giderini karşılıyordu.


Bilimsel temel+pratik çözüm:

Bu deneyimde, "ar" ile "ge"nin en güzel birleşimi, bugün dahi çalışan ve üreten bir yarı iletken üretim tesisinin kurulması şeklinde ortaya çıkmıştı. Halk arasında "çip fabrikası" olarak bilinen bir tesisi, literatürdeki herkese açık bilgiden yararlanarak, Prof. Duran Leblebici ve öğrencisi (şimdi Prof.) Uğur Çilingiroğlu'nun, Prof. Atilla Ataman'ın akademik çalışmaları ve 8-10 kişiyi geçmeyen bir mühendis ve teknisyen grubu kurmuştu. Yurt dışından hiçbir yerden en ufak bir teknolojik destek almadan.

Gözlem

ARGE'nin "ge" kısmını yapanlar, çoğunlukla, akademisyenlerin "ar"aştırmalarına dayanırlar ve bunları pratik çözümlerle hayata geçirirler. Elbette, her başarının arkasında bir özgün bilimsel "ar" olması da gerekmez. Çoğu kez, "ge"liştirme yapan kişi, kişisel gözlemleriyle de sonuca ulaşabilir.

Buna verilecek en güzel örnek, araçların daha az yakıt tüketmesini sağlayacak bir projede yaşanmıştır. Yüksek hızda yol alırken bir aracın harcadığı yakıtın çoğu, rüzgâr direncini yenmeye harcanıyor. Bir otomobil firması, rüzgâr direnci çok düşük bir araç tasarımına koyulmuş. O sıralarda, rüzgâr direnç katsayısı 0,35 olan araçlara "iyi" gözüyle bakılıyor (katsayının anlamı, aracın önden bakıldığında kapladığı alanın yarattığı direncin, o büyüklükteki bir düz levhanın yaratacağına oranı). Hedef de 0,30’un altına inmek. Ne şekil denerlerse denesinler, 0,32'nin altına inemiyorlar.

Bir gün, bir tasarımcı kantinde kahvesini içerken, oradaki akvaryuma gözü ilişiyor. Bütün balıklar, akvaryumun bir ucundan diğerine iki kanat vuruşu ile gidebilirken, bir garip şekilli balık, tek vuruşla aynı mesafeyi alabiliyor. Hemen balığın şeklini bir kağıda çiziyor, doğru bilgisayarının başına, o şekilde bir araba çiziyor, sonuç: rüzgar direnci katsayısı 0,28.

ARGE'cinin verimli çalışabilmesi için gerekli ortamı, çalışma koşullarını diğer vâdi projelerinde olmayan silikon vâdisinin sihrini bir sonraki yazıda ele alacağım.

Ali Akurgal


Ali Akurgal