Geçtiğimiz Cumartesi uzun ve sıkıcı bir toplantıdan çıkıp kendimi zar zor bulduğum taksiye yeni atmış radyoda haberleri dinlerken, işte bu düşüncelerle aklımdan “bu haftada yazacak olumsuz dünya kadar gelişme mevcut” gibi fikirler geçmeye başlamıştı bile…
Taa ki taksiciyle olan muhabbet koyulaşmaya başlayana dek…
Son 4 yıldır taksicilik yaparak Boğaziçi Üniversitesi’nde okuttuğu oğlundan gururla bahsediyordu. Hem makine mühendisliği hem de inşaat mühendisliği bölümlerini okuyup çift anadal yapan oğlu da onu utandırmıyordu dinlediğim kadarıyla… Taksici muhabbetinin esasında vardır, nereden hangi konuya hangi ara geldiğini anlamazsın bile… Mevzu önce benim mezun olduğum okul ODTÜ’ye oradan da Ankara’ya geçti derken taksicinin aklına Ankara ile ilgili gelen ilk anı her şeyi bırakıp bugünkü konu üzerine yazmaya karar vermeme sebep oldu.
Yıl 1987 diye başladı… Semtiyle beraber bir banka ismi verdi… O bankanın müşterilerinin sıra beklemekten asla sıkılmadığını, sebebinin de bankada görev yapan kadın memurlardan birinin dillere destan güzelliği olduğundan yaklaşık on beş dakika kadar bahsetti… Anlatırken gerçekten mutluydu, neredeyse otuz yıl önce bir süre olduğu bir yere dair aklına gelen ilk şey hep uzaktan görmüş olduğu o kadının muhteşem güzelliğiydi…
Bir insan nasıl olur da on yıllar öncesinde sadece platonik olarak ilgi duyduğu birisini bu kadar canlı hatırlayabilir, anlatırken hala mutlu olabilir soruları kafamda dönmeye başlamıştı bile… Ve açıkçası bundan daha önemli ne olabilirdi?!
Bir aya kalmaz unutacağımızın garanti olduğu bunca kötülüğün, olumsuzluğun arasında bir adam on yıllar öncesinde hissettiklerini bugün hala bütün canlılığıyla anlatabiliyordu… Yeni başlayan yaz aylarının da verdiği motivasyonla konunun üzerine gitmeye karar verdim ve belki olayın tüm romantizmini kaçıracağım ama gördüm ki âşık olmanın bile tahmin edilemeyecek kadar çok bilimsel yanı mevcut!
Öncelikle bir kadın veya erkeğe ilgi duyup duymadığımızın kararını aslında saniyeler içerisinde ve tamamen beş duyumuzu kullanarak veriyoruz. İlk görüşte aşk sözü çok da yanlış değil anlayacağınız.
Gördüğümüz birini beğendiğimizde de bu sefer istemsiz bir refleks olarak yakınlaşma dürtümüz devreye giriyor. Sebebi çok basit; beynimiz görme haricindeki diğer duyularımızı da devreye sokmak istiyor. Ve birine yaklaştığımızda devreye giren ikinci ve belki de en önemli duyumuz koku alma duyusu. Fakat yaptığımız iş aslında karşımızdakinin parfümünü beğenmenin çok ötesinde… Birine yaklaştığınızda istemsiz olarak feromon (pheromone) hormonunun kimyasal sinyallerini algılıyoruz. Bu sinyaller sadece karşımızdaki insanın fiziksel durumu, genetik yapısı ve bize uyumluluğu konusunda beynimize bir fikir vermekle kalmıyor aynı zamanda ilk konuşmanın yani ilk etkileşimin başlamasına da ön ayak oluyor.
Bu da bizi üçüncü duyuya yani işitme duyumuza götürüyor. Hem kadınların hem de erkeklerin belirli frekanslardaki seslere daha hassas olduğu da bilimsel bir gerçek. Erkekler ağırlıklı olarak daha tiz ve geniş ses aralığına sahip kadınları, kadınlar da tam tersi kalın ve dar ses aralığına sahip erkekleri çekici buluyorlar.
Diyelim ilgilendiğimiz insan, ona uyguladığımızın farkında dahi olmadığımız tüm bu testlerden geçti… İş yine de bununla bitmiyor! Çok çok önemli son bir test var ve kalan iki duyumuz bu testte beraber çalışıyor!
O son test; ilk öpüşme.
Karşımızdaki istediği testten geçmiş olsun, istediği kadar mükemmel bir insan olursa olsun sonuç itibariyle beraber olup olmayacağımızın akıbetini %90 oranında bu ilk öpücük belirliyor.
Ve o ilk öpücük gerçekten iyiyse, işte o an vücudumuz yoğun bir şekilde norepinefrin salgılamaya başlıyor ve işte karşınızdaki ile aranızdaki bağın kurulduğu an tam olarak bu an!.. Norepinefrin salgılandığı andan itibaren dış dünya ile bağın koptuğu, vücudun aşı miktarda glukoz salgıladığı ve hafıza dâhil tüm beyin aktivitelerinin boyut atladığı bilinen gerçekler.
İşte insanların evlendikleri gün dâhil her şeyi unutup sevdiği insanla ilk öpüşmelerini unutmamalarının sebebi tam da bu.
Tüm mekanizma bu şekilde anlatınca oldukça basit gibi görünüyor aslında ancak bu denklemde karşı tarafında benzer bir yoldan geçtiğini unutmamak lazım!.. Karşılıklı olarak bu uyumu yakalamanın olasılığı ne yazık ki milyonda bir seviyelerinde çıkıyor ancak bu sizi hemen umutsuzluğa itmesin. Siz de biliyorsunuz ki belirleyici birçok başka faktör daha var ve bunlardan en önemlisi de hayatınızda biri yokken de mutlu olabilmesini bilmek.
Bunun sırrı önce ne yapmaktan hoşlandığını keşfetmekten ve gerçekten sevdiğin bu şeyleri yapmaktan vazgeçmemekten geçiyor… Uzun lafı kısası;
Yapmayı gerçekten sevdiğin şeyleri bul ve bunlara kendini ada… Tabii abartmadan!.. Kendini adarken yaydığın ışık kimin dikkatini çekiyorsa o kişi doğru kişidir ve inan bu yazıda bahsi geçen tüm testleri zaten geçmiştir!..
Can Gürses / @canitti
*Bu yazı, yazarın Haziran 2014 tarihli Radikal Web'deki köşesinden alınmıştır.