Anadolu’ya dönme zamanı geldi

Doğan Kuban Y
Anadolu’ya dönme zamanı geldi

Sevgili okurlar, kentler uygarlığın doğduğu insan konsantrasyonları olarak geliştiler. Üretim, eğitim ve düşmana karşı korunak mekan oldularUygarlık ve korunma işlevlerine uygun olarak çok insana, çok üretime, çok bilgiye ve de çok enerjiye gereksinmeleri vardı. Düşmanlara karşı duvarlarla ve görkemli surlarla korunuyorlardı.

Bu sistem, uygarlık kavramı ve süreci içinde gelişerek 19. yüzyıla kadar geldi. Zamanla surlar amacını yitirdi. Yaşamak için örgütlenerek milyonları geçen nüfusları, ticaret merkezi olarak insanlara sundukları konfor, 19. yüzyıldan sonra devlet yaşamının merkezi yaptı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra teknolojinin büyük bir hızla ilerlemesiyle çağdaş yaşamın vitrini oldular. Çağdaş yaşamın vitrini olmak demek, ulaşılmış teknolojik düzeyin sağladığı bütün olanaklara sahip olmak demek. Bu varlığın temeli, büyük bir kentte, hangi teknikle elde edilirse edilsin, elektrik enerjisidir. Bu enerji eskiden su ve petrolle elde ediliyordu. Şimdi rüzgâr ve güneşle daha ucuz ve bol elde edilebiliyor.

Toplumların giderek daha fazla enerjiye gereksinmeleri var. Kullandığınız araçlar, televizyon, telefon, otomobil ve diğer motorlu araçlar yaşamın bütün eski boyutlarını değiştirdi.


Kentler, araçlar ve onları üreten kapitalist ekonominin çizdiği sınırlar içinde çağdaş iletişimin, çağdaş ulaşımın vazgeçilemeyecek olanaklarına bağlanarak zengin üretici merkezler yaşamınızı kontrol ediyorlar. Dünyanın bugünkü ve dünkü tarihini incelediğiniz zaman, sıradan kentlinin; okuması hangi düzeyde olursa olsun, konuşan bir robota dönüştüğünü, hem düşünsel hem de politik yaşamınızda görüyorsunuz.

Bunlar dünyanın sunduğu birinci tablo. Bunda hepimizin bildiği elektrikli ve klimalı bir ev, günde saatlerce seyredilen, düşünce ve yaşamınızda sizi yönlendiren televizyon ve dünya ile istediğiniz anda iletişime girdiğiniz, zamanınızı dedikodu ile geçirten telefon ve kapınızın önünde bekleyen, size yollarda zamanınızı ve paranızı harcatacak otomobiliniz…

Sunulan yaşam modeli

Az gelişmiş toplumun tanımını yapmak günümüz için çok zor değil. Çünkü güncel söylem zaten bir şey bilmeyen, bilgi birikimi kıt topluma, televizyon, telefon, reklam ve politik propaganda ile küçük çocukların ağzına yemek sokuşturmak gibi bir yaşam modeli sunuyor. Çevrede üretilenler ve etkinlikler çoğaldıkça onlara ilişkin telefon gevezeliği de artıyor.

Bilim ve teknolojide ileri gidemiyoruz. Fakat milyonluk kentlerin köylüleri, kentlerdeki yapı şantiyelerinde çimento torbası taşırken ülkenin köyden ne denli farklı olduğunu görüp, dünyanın çağdaşlaşmasına çoktan ulaştık sanıyorlar. İngilizce mağaza adlarını okudukça kendilerini Amerika’da sanıyorlar. Her köşe başındaki okul ya da üniversitede, kitap okumadan, internetteki bilgilerle sınıf geçen milyonlarca öğrenci var. Aldıkları öğretimin uluslararası kalitesinin giderek düştüğünden haberleri yok.

Bu gözlemler, ülke öğretiminin dünyaca saptanan düzeyi. Bunun doğruluğu, yayınlanan bilimsel kitapların sayısı, alınan patent sayısı, adam başına ulusal gelir gibi kriterlerle dünya tarafından biliniyor. Halkın çoğunun hiç bilmediği şekilde, uluslararası kriterlere göre Türkiye geri kalmış bir ülke. Bu ekonomik parametrelerle yaşayan 80 milyonluk bir toplumun %10’u işsiz, nasıl beslendiğini bilmiyoruz. Çok az öğretim görmüş milyonlar var. Bunlar kim?

“Eski tarım ülkesi”

Bir zamanlar ‘kendi kendine yetecek her şeyi üreten bir ülke’ olmamızla övünüyorduk. Şimdi yediğimiz her şeyi dışarıdan alan bir eski tarım ülkesi olarak ünlendik. Başka bir marifetimiz daha var: Ekilebilir toprağın %60’ında tarım yapılmıyor. Bu tarlaları sulayacak dereleri de kuruttuk. Türkiye’nin bütün ülkeye yetecek enerjiyi ve fazlasını rüzgâr ve güneşten üretmesi mümkün. Fakat akan dereye bir duvar yapıp, topraklarını sulayacak köylüleri inşaat işçisi olarak köylerinden milyonluk kentlere göndermek daha kârlı.

Köylülerin dünyayı görmemişliği, cahilliği ve çaresizliği, kentte çalışmayı tarlada çalışmaya tercih etmesine sebep olabilir. Fakat ülke açısından en iyi çözüm başta toprak olmak üzere ülkenin sağladığı her olanağı işlemektir. Bunu beceremeyen toplumların ekonomik çöküşü, dünya ekonomik tarihinde var. Ekonomi; bilim ve kuram olarak geliştikten sonra bugüne kadar insanlar arasındaki emek ve mal alışverişini kolaylaştıracak daha elverişli bir değiş tokuş aracı bulunamamıştır. Alış-veriş ya da ticaretin spekülatif yanı, para değil, insanoğlunun tarihin her aşamasında aç gözlü olmasındandır.

Mevlana Celaleddin Mesnevi’nin ilk cildinde ‘Bağı çöz, hür ol ey oğul, niceye kadar bir gümüşe, altına bağlanacaksın!’ der. Türk dilli toplumun Anadolu’ya egemen olmasının başında, İran kökenli ve Farsça dilli, Mevlevilik düşüncesini getiren büyük mutasavvıf Celaleddin Rumi, kendisini okuyan ve izleyenlere, ‘Para bağından çözülüp, hür olmalarını tavsiye eder’.

Büyük kentlerin yaşamı, para bağına esir olanların elindedir. Onların işlerini yapanlar da Rumi’nin esir dediği insanların esiridir. 13. yüzyılda bile en ünlü düşünürler, önce bu bağın çözülmesi gerekliliğini kitabının başında vurguluyor.

Çağdaş bir yaşamsal öneri

Sevgili okurlar, Anadolu’ya dönmek, para esaretini kırmak iddiası değildir. Bu çağdaş yaşamsal bir öneridir. Şu amaçları içerir:

Megakent; (yani fazla nüfuslu) modası geçmiş, yaşaması zor ve gelişmiş hiç bir ülkenin, ne pratik ne de kuramsal nedenlerle uygun bulmadığı bir kent biçimidir. Batının en zengin ve uygar toplumları bugün bunu fark ettiler. İstanbul, Asya’nın fakir ülkeleri gibi, ayakların taşıyamayacağı bir kocabaş. Batıdaki en ünlü zengin, eski, güzel kentlerden daha kalabalık bir dinozor. Ya boşalacak, ya da ölecek.

Fakat Anadolu’ya dönmenin amacı daha geniş. Anadolu’nun su gibi toprağa da gereksinimi var. İnsana, tarım işçisine, sanayi işçisine gereksinimi var. Tarihi İstanbul, sur içinde 500 000 kişinin yaşadığı bir anıt kentti. Şimdi zavallı Asya ve Afrika kentlerine benziyor. Suriçi her şeyi ile nadir bir tek taşlı mücevherdi, hâlâ bir ölçüde kurtulma şansı var. Bugün 15-20 milyon nüfus ve 600.000 hektarlık kentte, çöplüğe atılmış bir mücevherdir. Eski yüzyılların büyük kentleri, teknoloji çağının çöplükleridir.

Anadolu’nun daveti

Türk toplumu, yurdun her köşesini insan sayısı, teknoloji ve uygarlıkla eşit olarak doldurmak zorundadır. Yurt toprağının hiç bir köşesi büyük kentlerin sömürgesi değildir.

Her il; öğretim, teknoloji, refah bakımından eşit olmalıdır.

Çağdaş iletişim, dünyaya ulaşmak için kentte olduğu kadar köyde de aynı kapasitelere sahiptir.

Türkiye bu yüzyılda ayakta kalmak için, kontrol edemediği megalapolisleri dağıtmak zorundadır.

Türkiye’nin geleceği, bütün ülkenin homojen olması ve hakça bütün vatandaşlarını uygar dünyanın üyesi yapabilmesine bağlıdır.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 127. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban