Bilinç sadece beynimizde değil: Beden, benlik duygumuzu oluşturmaya yardım ediyor ve bilincin önemli bir parçası.

Öne Çıkanlar Sağlık Toplum
Bilinç sadece beynimizde değil: Beden, benlik duygumuzu oluşturmaya yardım ediyor ve bilincin önemli bir parçası.

Kalbimiz ve diğer organlarımızdan gelen elektrik sinyalleri, dünyayı nasıl algıladığımızı, aldığımız kararları, kim olduğumuza dair algımızı ve bilincimizi etkiliyor. Bu da bilincin sadece beyinde ve soyut olduğuna dair alışılagelen bilgiyi tartışmaya açıyor.

“Düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız kısmen vücudumuzdan çıkan içsel sinyallerle şekilleniyor. Beden, benlik duygumuzu oluşturmaya yardım ediyor ve bilincin önemli bir parçası. Bu fikir, bizi yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi nereye çizdiğimizi yeniden düşünmeye ve bilincin nasıl geliştiğine dair yeni bir anlayış sağlamaya zorluyor.”

Bilincinizin sadece beyinde olduğunu düşünüyorsanız yanılıyor olabilirsiniz. Bilincin somut bir olgu olduğunu savunan ve bunu çalışmalarıyla temellendirmeye çalışan birçok bilim insanı var. Bunlardan biri de Sarah Garfinkel. Bugün Sussex Üniversitesi’nde çalışan sinirbilimci, on yıl kadar önce Michigan Üniversitesi’nde bir çalışma yürütürken Irak ve Afganistan’da görev alan genç savaş gazilerinin, Ann Arbor gibi sakin bir beldede bile korkuya kapılabildiklerini görünce şok olmuştu.


Garfinkel, kalıcı korkuyla ilgili beyin devrelerini incelemek için Michigan’da bulunuyordu. Ancak travma geçirmiş gazilerle çalışırken iki şeyin farkına varacaktı. Birincisi, güvenli bir ortam onların daha az korkmalarına yardımcı olmuyordu. İkincisi ise korkuları hem fiziksel hem de zihinseldi: kalpleri hızlı atıyor, göz bebekleri genişliyor ve avuçları terliyordu.

İlk başta biraz farklı düşünen Garfinkel, “Bedenlerinin yaptığı şeyin bir anlamı vardı, ama ben sadece beyinlerine odaklanmıştım.” diyor. Garfinkel vücudun verdiği anlamlı sinyallerin farkına vardıktan sonra, beden-zihin bağlantısını anlamak için çalışmaya başlayarak kariyerinin odak noktasını değiştirmişti.

“Vücudumuz, duygu, düşünce ve davranışlarımızı etkiliyor”

Bedenlerimizin, zihnimiz üzerinde hayal edebileceğimizden daha fazla etkiye sahip olduğunu keşfeden Garfinkel, “Düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız kısmen vücudumuzdan çıkan içsel sinyallerle şekilleniyor” diyor. Ama bunun ötesine de geçiyor. Bu fenomen, onu ve çalışma arkadaşlarını şaşırtıcı bir sonuca götürüyor: Bedenin, benlik duygumuzu oluşturmaya yardım ettiği ve bilincin önemli bir parçası olduğu. Bu fikir, bizi yaşam ve ölüm arasındaki çizgiyi nereye çizdiğimizi yeniden düşünmeye ve bilincin nasıl geliştiğine dair yeni bir anlayış sağlamaya zorluyor.

Aslında iç organlarımızın kendilerine ait bir yaşamları olduğu, daha doğrusu nöronlar tarafından beyne iletilen elektriksel aktivite ürettikleri uzun zamandır biliniyordu. Sonuç olarak kalp atışımızdan gelen sinyaller, nefesimiz, midemizin yavaş ve düzenli atımı ile kaslarımızın durumu, beynin elektriksel aktivitesinde temsil ediliyor. Beyin de bu işlevleri düzenliyor. Başka bir deyişle, sinir hücrelerinin organlardan beyne bilgi taşıdığı ve organlara komuta ettiği bir nöral döngü söz konusu.

Ancak 20. yüzyılda sinirbilimciler, vücudu görmezden gelme eğilimindeydi. Zihinsel yaşamı yalnızca beyinle ilişkilendiriyorlardı ki bu, bedensiz bir beynin normal bilinçli deneyimler yaşamaya devam ettiği “kavanozdaki beyin” düşünce deneyinde karşılığını bulan bir yaklaşımdı.

Bedenlerimizin zihnimiz üzerinde hayal edebileceğimizden daha fazla etkiye sahip olduğunu keşfeden sinirbilimci Sarah Garfinkel (sağda): “Düşüncelerimiz, duygularımız ve davranışlarımız, kısmen vücudumuzdan çıkan içsel sinyallerle şekilleniyor.”

Bilinç sadece beyinde mi?

Bu yüzyılın başında, Güney Kaliforniya Üniversitesi’nden sinirbilimci Antonio Damasio’nun somutlaşmış bilinç alanına öncülük etmesiyle işler değişmeye başlıyordu. Damasio, “Vücudun zihinle ilgili her şeyde kritik bir oyuncu olduğu fikrini savunuyordum,” diyecekti. Damasio, camiasında bu fikri savunan bir azınlığı temsil etse de şimdi Garfinkel de dahil olmak üzere bir grup araştırmacı, benlik duygumuzun bedensel kökenlerinin arayışında ona katıldı.

Ekibin çıkış ​​noktası “iç algı” fenomeni için kendi bedenimizde neler olup bittiğine dair sahip olduğumuz bir tür “altıncı his” denebilir. İç algıyı ölçmenin basit bir yolu, birisinin kalp atışlarını belirli bir süre boyunca saymasını sağlamak ve bu sayıyı bir elektrokardiyogram (EKG) ile ölçülen gerçek sayıyla karşılaştırmaktır. İnsanların bunu yapma yeteneği değişkenlik gösteriyor. Kalp atışlarını en doğru şekilde hissedebilenler, daha iyi sezgisel kararlar verme eğiliminde olmanın yanı sıra başkalarının duygularını algılamada da daha iyidir.

Peki ama neler oluyor?

Araştırmacıların bunu açıklığa kavuşturmak için beyinde iç algı okumasına ihtiyacı vardı. Beynin, kalp atışına verdiği tepkiyi, Kalp Atışıyla Uyarılmış Potansiyel (HEP) olarak bilinen bir yolla ölçmek mümkündü. Pek çok çalışma buna odaklanıyor, çünkü HEP’i ölçmek nispeten kolay. Çünkü kalp atışı tamamen düzenli değil, bu nedenle HEP’i beynin diğer tüm aktivitelerinden filtrelemek mümkün.

HEP, bir kişinin kalp atışını aynı anda bir EKG aracılığıyla kaydederek ve beyni tarayarak bulunabiliyor. Bu, birey hiçbir şey yapmasa bile beyindeki çeşitli “dinlenme durumu ağlarında” aktivite olarak kendini gösteriyor.

Soldaki görsel: Kalp atışımızdan gelen sinyaller vücut dışı yanılsamaları etkiliyor.

HEP ne işe yarıyor?

HEP’in ne yapıyor olabileceğine dair bir ipucu, İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü’nden (EPFL) sinirbilimci Hyeongdong Park ve meslektaşlarının, bunu vücut illüzyonu yaşayan insanlarda ölçtüğünde gelecekti. Gönüllüler, bir sanal gerçeklik başlığı takarak sanal gerçeklikte sırtlarına dokunulan bir simülasyonunu izledi. Bu süreçte sırtlarına gerçekten de dokunuluyordu. Bir süre sonra, gerçekte oldukları yerden ziyade, sanal benliklerinin bulunduğu yere fiziksel olarak daha yakınmış gibi hissettiklerini söyleyeceklerdi. HEP’leri ne kadar belirginse, illüzyon da o kadar güçlüydü. Bunun üzerine araştırmacılar, bu bulgunun, iç algı ile beynin “benlik” mefhumu arasındaki bağlantının ilk nörofizyolojik kanıtı olduğunu iddia edecekti. EPFL’nin Bilişsel Sinirbilim Laboratuvarı Başkanı Olaf Blanke, “HEP, sanal bedenle özdeşimde ve sanal bedene doğru yer değiştirmede meydana gelen değişiklikler gibi bedensel özbilinç değişikliklerini yansıtıyor” ifadelerini kullanıyor.

EPFL grubu, bedensel benliğimizin verdiğimiz her karara müdahale ettiğini göstermeye yönelik çalışmalarına devam etti. Blanke’nin ekibi, bir kişi hareket etme niyetinin farkına varmadan hemen önce beyinde ortaya çıkan bir sinyali, 1983’te tespit eden ABD’li fizyolog Benjamin Libet’in çalışmasını temel almıştı. Libet bunu “özgür irade” diye bir şeyin olmadığı anlamına geldiği şeklinde yorumladı.

EPFL grubu, aynı sinyalin belirli bir bedensel eylemle, nefesle de bağlantılı olduğunu buldu: soluk verme sırasında bile gönüllü bir eylem başlatma olasılığımız daha yüksekti. Blanke, bu bulguyu, özgür iradenin birçok içsel beden durum tarafından rehin aldığının “açık bir göstergesi” olarak tanımlıyor.

Organlardan gelen sinyaller ve benliğimiz

Sinyaller öz bilincimizi nasıl etkiliyor? 

Bu tür deneyler, Park ve Blanke’yi, organlardan gelen sinyallerin, dış dünyadan gelen sinyallerle birlikte, bedensel benliğin bir temsilini beyne ilettiğini önermeye yöneltti. Bu, vücut yanılsamasında olduğu gibi kendini tanımlama ve kendini konumlandırmayı içeriyor. Ayrıca organlardan gelen sinyallerin ritmik doğasının, süreklilik hissini oluşturmaya yardımcı olduğuna da inanıyorlar. Blanke, “Kalp atışının döngüsel ritmi tahmin edilebilir” diyor ve “bu zamansal öğe, benliğin devamlılığında büyük bir rol oynayabilir.” diye ekliyor.

Paris’teki Ecole Normale Supérieure’den sinirbilimci Catherine Tallon-Baudry, vücudun özbilince nasıl katkıda bulunduğuna dair farklı bir anlayışa sahip. Sonuçta beyin, mütemadiyen vücudun içi ve dışından gelen sinyallerle ve kendi bilişsel süreçlerinin bir sonucu olarak bombardımana tutuluyor. Sinyaller farklı beyin devreleri tarafından işleniyor. Tallon-Baudry de organlardan gelen ritmik sinyallerin beyne birleşik bir referans çerçevesi sunduğunu düşünüyor.

Yani bu, gelen tüm bilgileri tek, öznel bir “ben” perspektifinden algılamamıza izin veriyor. “Bilinci, tüm organizmadan gelen bilgileri entegre eden beyin tarafından üretilen bir özellik olarak görüyorum” diyor Tallon-Baudry. Ve bir dizi deneyin, onun iddiasını desteklediğine inanıyor.

Tallon-Baudry ve Park, 2014’te HEP’in “şeyler” hakkındaki bilinçli deneyimlerimizi nasıl etkileyebileceğini keşfetmeye başlıyordu. İnsanlardan bakışlarını merkezi bir noktaya sabitlemelerini ve bu noktanın etrafında soluk bir halka görüp görmediklerini söylemelerini istemişlerdi. Bir kişinin HEP’i, halkayı göstermeden hemen önce ne kadar büyükse, onu algılama olasılığı o kadar artıyordu. Tallon-Baudry, “Kalp atışı, fazladan bir görsel bilgi gibi davranıyor,” diyor. Kalp atışı, bilinçli deneyimin içsel “ben” tarafından gerçekleşmesini sağlıyor. Tallon-Baudry, “Kişi cevabında, ‘Bir şey gördüm’ derken burada bir ‘ben’ unsuru var,” diyor. “Algılamadaki bu ‘ben’ unsurunu göz ardı etmemeliyiz.” diye de ekliyor.

Blanke, bu çalışmayı bilinç eşiğinin güzel bir kanıtı olarak görüyor. Peki ama benliğin dahil olduğu sonucuna varabilir miyiz? Bu sorunu çözmek için Tallon-Baudry ve ekibi, başka bir çalışma tasarladı. Bu sefer, “ben” ve “benlik” arasındaki ayrıma odaklandılar. Tallon-Baudry, “ben”in, benliğin en temel yönünü, düşünceden önce gelen yönü, düşünmeyi sağlayan bütünleşik varlığı yakaladığını söylüyor. Bu, birlik duygusu olmadan farklı bedensel işlevleri izlemeyi ima eden “ben” hakkındaki düşünceden temelde farklı.

Tallon-Baudry’nin ekibi, beynin bu iki kavrama farklı şekilde yaklaşım gösterip gösteremeyeceğini görmek için beyinlerini tarattıran insanlardan bir noktaya sabitlenmelerini ve sonra zihinlerinin başka yere gitmesine izin vermelerini istedi. Ara sıra kesiyor ve tam o anda “ben” veya “benlik” hakkında mı düşündüklerini soruyorlardı. HEP verilerine göre beynin gerçekten de iki kavram arasında ayrım yaptığını ilk kez gözlemleniyordu.

Tallon-Baudry’nin ekibi, vücudun, bizi birçok yönden tanımlayan kişisel tercihlerimize ilişkin kararlarımıza nasıl katkıda bulunabileceğini de gösterdi. Gönüllülere 200 tanınmış filmin afişini gösterdiler ve gördüklerini derecelendirmeleri istendi. Ertesi gün, oy verdikleri filmlerden bir çift poster gösterildi ve HEP verisi izlenirken hangisini tercih ettiklerini belirtmeleri gerekiyordu. Bu tür deneylerde alışılageldiği gibi insanların tepkileri tamamen tutarlı değildi. Ancak, seçim anında en yüksek HEP’e sahip kişiler, orijinal derecelendirmelerine en uygun cevapları vermişti. Beyinleri, kalplerini dinleyenlerin tercihleri daha doğruydu.

Bu noktada Blanke’ın bedensel benlik kavramı ile Tallon-Baudry’nin bedensel bilinç kavramı birbirinden çok uzak olmayabilir; iki tarafı bir araya getiren şey, benliğin kapsayıcı bir modeline işaret ediyor olabilir. Peki ama genç savaş gazileri üzerine çalışan Garfinkel’in araştırması bu modele nasıl uyuyor?

Duygusal ben

Garfinkel, iki bağlantılı fikri araştırıyor: Bedensel sinyallerin duyguları etkilemesi ve duyguların hafıza ve öğrenme yoluyla benlik duygumuzu şekillendirmesi. Aşırı aktif bir vücut-beyin ekseni fikrine dayanan Garfinkel’in araştırması, travma geçirmiş savaş gazilerini rahatsız eden şeye, korkuya odaklanıyordu.

En son çalışmasında, gönüllülerin nötr uyaranları olumsuz sonuçlarla ilişkilendirmeyi öğrendikleri, “korkuya koşullanma” adı verilen klasik bir psikoloji paradigmasına uyarladı. İnsanların kalp atışlarını ve ciltlerinin elektriksel iletkenliğini ölçtü, bu da korktuğumuzda artıyordu. Garfinkel, “Kalpten gelen bu sinyaller, şartlı korku tepkilerini gerçekten harekete geçirebilir veya geçersiz kılabilir,” diyor.

Garfinkel, kavramın çetrefilli olduğunu düşündüğü için bilinç hakkında konuşmayı sevmiyor. Bilincin farklı düzeylerde işlediğini vurguluyor. Ancak Blanke ve Tallon-Baudry ile aynı fenomenleri çözmeye çalıştığına da inanıyor.

Bilinç kavramı da evrime çıkıyor

Damasio’nun evrimsel perspektifinden bakıldığında da bu yaklaşımlar ortak bir noktada buluşuyor olabilir. Dört milyar yıl önceki ilk ilkel organizmaların bedenlerindeki açlık, susuzluk ve acıya benzer tepkilerden, dengeyi sağlamak için geri bildirim mekanizmalarına sahip oldukları biliniyor. Bu ilkel mekanizmalardan bize kalan, kalp atışı ve sindirim gibi bedensel işlevleri kontrol eden ve büyük ölçüde “bilinçsiz” olduğumuz otonom sinir sistemimizdir. Sonra, yaklaşık yarım milyar yıl önce, beyin içeren merkezi sinir sistemi gelişecekti. Bedensel durumdaki değişiklikler de beyne yansımış ve duygu ile dürtüler olarak deneyimlenmişti.

Örneğin korku duygusu ya da yeme dürtüsü. Damasio, öznelliğin daha sonra tekrar geliştiğini savunuyor. Damasio kas-iskelet sistemi ile “bilinçli” deneyimi bütünleşik bir “ben” yorumunda bir araya getiriyor.

Sağdaki görsel: Uzmanlara göre eğer bilinç, somut bir nitelik kazanırsa bedeninden gelen sinyalleri entegre etme yetisi olmayan bir makine veya robotun asla gerçek bir bilinci olamayacak.

Farklı yaklaşımlar ve felsefi çıkarımlar

Damasio, teoriye dayalı bir sentez tasarlarken diğer araştırmacılar bulgularının pratik yönleri hakkında düşünüyor. Garfinkel, aşırı aktif kalp-beyin ekseni hakkındaki fikrini doğrudan travmadan etkilenen insanlarda test etmeyi amaçlıyor. Elde ettiği sonuçlar, kardiyovasküler sistem üzerinde etkili olacak şekilde tasarlanan ilaçların travma sonrası stres bozukluğunun tedavisine yardımcı olabileceği gerekçesini destekliyor.

Blanke ve Park ise davranışı tahmin etmek için solunum modellerinin kullanılmasıyla ilgili bir patent başvurusu üzerine çalışıyor. Bu, diğer faydalı uygulamaların yanı sıra beyin-bilgisayar arayüzlerini engelli kişilerin seçimlerine daha duyarlı olacak şekilde ayarlamaya yardımcı olabilir.

Tallon-Baudry, koma hali gibi bilinç bozukluğu olan kişilerde HEP’i incelemek için Belçika’daki Liège Üniversitesi’nden nörolog Steven Laureys’le birlikte çalışıyor. Ekip, HEP’in bu tür hastalarda ölçülebilir klinik belirtilerle nasıl ilişkili olduğunu öğrenmek ve klinik belirtileri belirsiz olan kişilerde, özellikle de minimal bilinç olarak bilinen gri alanda HEP’in tek başına bir tanı aracı olarak hizmet edip edemeyeceğini test etmek için bir yapay zekâyı eğitiyor.

Bu keşiflerin felsefi çıkarımları da var. Bilinç somutlaştırılırsa ne olacak? Bu durum, şu anda Dünya Sağlık Örgütü’nün “beyin işlevinin geri dönüşü olmayan kaybı” olarak tanımladığı ölüm hakkında nasıl düşündüğümüzü etkileyebilir.

Araştırmanın ayrıca diğer hayvanların bilinci ve onlara nasıl davrandığımıza dair etkileri de var. Ve eğer bilinç somutlaşırsa bedeninden gelen sinyalleri entegre etme yolu olmayan bir makine veya robotun asla gerçekten bilinçli olmayacağı anlamına geliyor. Tallon-Baudry, “Bedende karşılığını bulan benliğin etkileri üzerine düşünmeye başladığınızda oldukça derin olduklarını anlıyorsunuz,” diyor.

Batuhan Sarıcan / [email protected]

Kaynak: https://www.newscientist.com/article/mg24632881-300-consciousness-isnt-just-the-brain-the-body-shapes-your-sense-of-self/