İklim davaları: Portekiz örneği, AİHM’ne başvuru

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
İklim davaları: Portekiz örneği, AİHM’ne başvuru

KÜRESEL ISINMAYI ÖNLEMEK İÇİN YARGI’YA UMUT BAĞLANMASI: Mahkemeler ve davaları bu organlara (Yargı) taşıyan çevreciler, çevre hukukunun temel esaslarının yerleşmesinde, dünya ölçeğinde, önemli rol oynamışlardır. Buradaki odak noktası, yöneticilerin “mahkemeler aracılığıyla”, çevrenin bozulmasını önleyici adımlar atmaya “zorlanmalarıdır”. İşte bu çabalar, son on yılda, özellikle iklim değişikliği sorununu önleme hedefinde odaklanmış, çeşitli kıtalardan değişik ülkelerde çok sayıda dava (iklim davaları [1]) açılmıştır. Bunların bir kısmı ulusal düzeylerle sınırlı kalırken, bazıları bölgesel düzeye taşınmıştır. Bu bağlamda Avrupa ölçeğindeki önemli örneklerden en yenisi, Portekiz vatandaşları tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine (AİHM) yapılan başvurudur. [2] AİHM, 13 Ekim 2020’deki ilk incelemesinde, şikâyet edilen devletlere, şikâyetçilerin savlarına yanıt vermeleri için Şubat 2021 sonuna kadar süre vermiştir.

BAŞVURUCULAR VE ŞİKÂYET EDİLEN ÜLKELER: Başvuru, dördü çocuk, ikisi yetişkin olmak üzere, 21, 20, 17, 15,12 ve 8 yaşlarında altı kişidir. Başvuru, Avrupa Birliğinin 27 Üye Devleti ile AB üyesi olmayıp Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine (AİHS) taraf 6 devlet olmak üzere, toplam 33 devlet aleyhine yapılmıştır. TÜRKİYE’nin de dâhil olduğu Taraf Devletler, Norveç, Rusya, İngiltere, İsviçre ve Ukrayna’dır.

BAŞVURUNUN KONUSU -İDDİALAR-: Başvurunun konusu, şikâyet edilen devletlerin sera gazı emisyonları yayarak (bunları azaltacak etkili önlemleri almayarak ya da tamamen hareketsiz kalarak) küresel ısınmaya sebep oldukları, bu yüzden başvurucuların sağlık ve yaşam koşullarının olumsuz etkilendiği, çeşitli haklarının ihlal edildiği savıdır. Başvurucular, küresel ısınmanın Portekiz’deki doğrudan ve en çarpıcı olumsuz sonuçları olan, sıcak hava dalgalarının yarattığı orman yangınları ile çok güçlü fırtınaları vurgulayıp, bunlar yüzünden yaşadıkları somut rahatsızlıkları ortaya koymuşlardır. Kimi zaman aynı yıl içerisinde birçok kez gözüken yangınların sebep olduğu çok yüksek ısı nedeniyle, nefes darlığı, alerji, uyku bozukluğu sorunları yaşama; açık hava olanaklarından yoksunluk, okula gidememe; kül emisyonları ve yüksek kuraklık yüzünden bostanlarında sebze yetiştirememe başlıca mağduriyetler olarak belirtilmiştir. Evleri denize çok yakın olan başvurucular, güçlü fırtınalardan birebir etkilenmelerini vurgulamışlardır. Mağduriyet durumları, hem riske maruz kalma hem de fiilen etkilenme şeklinde gösterilmiştir.


BAŞVURUDAKİ HUKUKİ DAYANAKLAR-İNSAN HAKLARIYLA İLİŞKİ: Başvurunun hukuki dayanağı kuşkusuz AİHS’dir. Şikâyet edilen devletler iklim konusundaki yükümlülüklerini yerine getirmemekle bu sözleşmedeki hakların korunmasındaki “pozitif” (yapma-çevre bozulmasının yarattığı tehditleri önleme) yükümlülüklerini de yerine getirmemişlerdir. Böylece burada, küresel ısınma ile insan hakları arasındaki sıkı bağlantı da ortaya konulmaktadır. Başvurucular bu bağlamda “yaşam hakkı” (madde 2) ile “özel yaşama saygı hakkı” (madde 8) ihlalini öne sürmüşlerdir ki bu haklar, esasen çevre sorunları nedeniyle yapılan insan hakları ihlali savlarının “onsuz olmazı” haline gelmiştir. Buradaki önemli yenlik, başvurucuların, “sürdürülebilir kalkınma” kavramının tanımında da yer alan, çevre hukukunun “kuşaklararası hakkaniyet” ilkesine dayanarak bu maddeler kapsamında AİHS’nin, ayırımcılığa ilişin 14. maddesinin de ihlal edildiğini öne sürmeleridir. Ayrıca çocuk başvurucular açısından bir özellik, Türkiye’nin de taraf olduğu, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesinin de hukuki dayanak gösterilmesidir. Bu bağlamda, “çocuğun menfaatini her şeyden önce dikkate alma” yükümlülüğü (madde 3.1) vurgulanmıştır. Devletlerin iklim konusundaki yükümlülüklerinin hukuki dayanakları olarak da bu alandaki uluslararası sözleşme ve bildirgeler ele alınmıştır.

BAŞVURUYA İLİŞKİN ÖNEMLİ ÖZELLİKLER: AİHM’nin başvuruyu, başvurucuların istemleri doğrultusunda, “öncelikli mesele” olarak ele olması çok önemli bir adımdır. Öyle ki, bu durumun AİHM’nin sonuçta alacağı karardan bağımsız şekilde, özellikle Üye Devletler için bir baskı oluşturduğu ve/veya oluşturacağı söylenebilir. Diğer bir özellik, başvurucuların iç hukuk yollarını tüketmelerinin aranmamasıdır. Buna ait dayanaklar, elverişli bir iç hukuk yolunun bulunmaması ve bu tür bir yükümlülüğün başvurucular üzerinde “aşırı ve orantısız bir külfet” oluşturacağıdır.

AİHM’nin şikâyet edilen devletlere yolladığı ve yanıtlanmasını istediği sorularda da önemli noktalar vardır. Bir kere Mahkeme, 2. ve 8. madde ile yetinmemiş, bunlara, AİHS’nin 3. Maddesi ile Ek 1 Numaralı Protokoldeki mülkiyet hakkına ilişkin maddeyi de eklemiştir. Bu hak da çevreyle ilgili kararlarda ihlalin varlığına sıklıkla konu olmuştur. Buradaki önemli yenilik, “insanlık dışı ve kötü muameleye tabi tutulmamak” hakkını düzenleyerek taraf devletlere bu tür durumları önleme yükümlülüğünü getiren 3. maddenin de “müdahale ve ihlal” savının olduğu haklar arasına katılmasıdır.

BAŞARI ŞANSI: AİHM’nin yanıtlanmasını istediği, birbirine bağlı üç soru vardır. Bunlar, başvurucuların AİHS kapsamında (madde 1), şikâyet edilen ülkelerin yetki alanlarına girip girmedikleri; giriyorlarsa güncel-doğrudan- ya da dolaylı mağdur olup olmadıkları; mağdur sayılıyorlarsa, eylem ya da eylemsizlik nedeniyle, AİHS’nin 2, 3 ve 8. maddeleri ile Ek Protokol madde 1’in ihlal edilip edilmediğidir.

AİHM, verilen yanıtları tatmin edici bulmazsa (“müdahale ve ihlalin varlığına” ilişkin koşulları karşılayıcı gerekli veriler varsa), devletlerin yükümlülüklerini yerine getirmemeleri yüzünden “hak ihlalinin oluştuğu” sonucuna varacaktır. Bunun somut anlamı, şikâyet edilen devletlerin sera gazı emisyonlarını azaltmada ”etkili ve somut önlemler” almaları gerektiğidir. Başvurucuların savlarını, AİHM kararlarına da dayanan sağlam verilerle ortaya koymaları böyle bir sonucu güçlendirmektedir. AİHM’nin karar gerekçesinde, “ihtiyat” ile “kuşaklararası hakkaniyet” ilkelerini sadece dayanaklar arasında belirtmekle yetinmeyip, belli ölçüde de de olsa, bunlara açıklık getirmesi çevre hukukuna önemli katkı yapacaktır. Şikâyet edilen devletlerin yapacakları, küresel ısınmada “bütün ülkelerin katkısı” olduğu, buna bağlı olarak “nedensellik bağının” oluşmadığı şeklindeki bir savunmanın kabul edilmesi pek mümkün değildir. Çünkü bu tür davalarda, “açıkça kanıtlanmış bir nedensellik” aranmamakta, “makul önlemleri almak mümkün iken bunların alınmaması” halinde de ihlalin oluştuğu kabul edilmektedir. [3] Ayrıca devletlerden her birinin ihlal sonucuna katkısı olduğu böyle durumlarda, “paylaşılmış sorumluluk” ilkesi kapsamında değerlendirme yapılmaktadır.

Türkiye için yapılacak bir saptama, onun, Paris Sözleşmesine taraf olmadığı yolunda ileri sürebileceği bir savın dikkate alınmayacağıdır. AİHM’nin, özellikle çevreyle ilgili konularda verdiği kararlarda bu saptamayı doğrulayacak açık veriler vardır. Üstelik bu kararların en önemlileri Türkiye aleyhine yapılan başvurularda alınmıştır. [4] Kaldı ki, AİHM’nin yanıtlanmasını istediği sorularda, devletlerin yükümlülüğünün dayanağı olarak sadece Paris Sözleşmesi değil, iklim konuşundaki diğer uluslararası metinler de dikkate alınmıştır ki Türkiye Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesine taraftır. Ayrıca soru metninin Paris Sözleşmesine ilişkin kısmında, sadece “taraf olmanın” değil, “imzalamanın getirdiği” yükümlülüklere de vurgu yapılmıştır. Öte yandan, devletlerin emisyon yayılımına ait yükümlülükleri kapsamında, “fosil yakıtların üretim, tedarik ve kullanımına” izin vermemek de vurgulanmıştır ki Türkiye’nin bu yükümlülüğün aksine bir politika izlediği bilinmektedir.

Nükhet Yılmaz Turgut
Çevre Hukuku Profesörü

[1] Bu konuda, N. Turgut’un  makaleleri için bkz. Cumhuriyet Bilim Teknoloji sayı 1491, 1493,1497 ve 1498.

[2] Claudia Duarte Agostinha et Autre c. Portugal et Autres Etats, Requete no.39371/20. http://hudoc.echr.coe

[3] Bunun önemli bir örneği Hollanda Yüksek Mahkemesinin de onadığı Urgenda diye bilinen davada görülmüştür. bkz. Yuk. note 1, Bilim Teknoloji, sayı 1498.

[4] Bkz. Öneryıldız v. Turkey (app. no.48939/99) ; Demir and Baykara v. Turkey (app. no. 34503/97); Taşkın and Others v. Turkey (app.no.46117/99). Ayrıca bkz. N. Turgut “Çevreyi Koruyucu Uluslararası Sözleşmelerin Yadsınamaz önemi”. Uluslararası Çevre Koruma Sözleşmeleri. TBB. 2014, s. 11-38.