TÜBİTAK ve İTÜ destekli projeden elde ettikleri sonuçları Viyana’da yapılan European Geosciences Union 2016’da sunan İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Nurgül Balcı ve doktora öğrencisi Cansu Demirel, dünyanın en önemli bilim dergilerinden olan New Scientist’e konuk oldular.
İnsanlığın hâlâ cevap aradığı en önemli sorulardan biri, Dünya dışında bir yaşam olup olmadığıdır. İTÜ Maden Fakültesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü akademisyenlerinden Doç. Dr. Nurgül Balcı ve doktora öğrencisi Cansu Demirel’in, Mars yüzeyi ile benzerlik gösteren stromatolitik (siyanobakteriler tarafından materyalin üst üste ince laminalar şeklinde toplanması ile oluşan yapılar) oluşumlara sahip Salda ve tuzlu su kimyasına sahip, Acıgöl ve Yarışlı göllerinde yaptığı akademik çalışma da bu soruya cevap arıyor.
Araştırmanın, başta Mars olmak üzere yaşam potansiyeli taşıyan birçok farklı gezegen için önemli ipuçları vereceği düşünülüyor. Göller Bölgesi’nde yürütülen bu önemli çalışma sayesinde, mikrobiyal faaliyetlerin burada gelişen karbonat yapılarının oluşumuna etkilerinin ve jeolojik kayıtlardaki izlerinin tespit edilmesi hedefleniyor. Böylece, enerjilerini fotosentezle sağlayan bakteriler (siyanobakteriler) ile olağanüstü çevre koşullarında yaşayabilen organizmaların (ekstremofiller) tortul kayaçlar (sediman) üzerinde bıraktığı izlerin, Dünya dışı yaşam konusunda araştırmacılara yeni bir pencere açacağı düşünülüyor. Doç. Dr. Nurgül Balcı, bunun en büyük kanıtının ise Salda Gölü’nden alınan sedimanlarda görülen carnobacterium viridians türü bakteri olduğunu belirtiyor.
Türkiye’nin göllerindeki yaşamın diğer gezegenlerdeki yaşama ışık tuttuğuna dikkat çeken New Scientist’te özetle şöyle deniliyor:
“Mars’ta nasıl bir yaşam olduğunu merak edenlere Türkiye’deki aşırı tuzlu göllerdeki yaşam ipuçları sunabilir. Sularının aşırı tuzlu olması nedeniyle bir olasılıkla yalnızca Mars’ta da yaşayabilecek canlı türleri bu göllere barınıyor olabilir. Türk mikrobiyoloji uzmanları Acıgöl, Salda ve Yarışlı göllerinde yaşayan canlı türlerini bir süredir araştırıyorlar. Araştırmacılar incelemeler sonucunda bu canlı türlerinin kimilerinin Mars ya da yaşanabilir başka gezegen ve uydulardaki mikroskobik canlılarının biyolojik özelliklerine ilişkin bilgi sahibi olmayı umuyor.
Örneğin, Satürn’ün uydusu Enceladus’tan elde edilen veriler suları aşırı tuzlu olan ve 9-12 arasında değişen pH değerleriyle alkali düzeylerine ulaşan okyanusları gözler önüne sererken, Türkiye’deki söz konusu üç gölde bu değerler 8.6 ile 9.5 arasında değişiyor.
Göllerdeki Mars koşullarına uyumlu canlı türlerini araştıran ekibe önderlik eden İstanbul Teknik Üniversitesi uzmanlarından Nurgül Balcı, 'Amacımız Mars’ta ya da dünya dışındaki başka gezegen ve uydularda yaşamın sürdürülmesini araştırmamıza olanak tanıyacak canlı türlerinin kimliklerini belirlemek' diyor.
Balcı şimdi 'Mars böceği' özelliklerine sahip başka canlı türlerinin de su yüzüne çıkarılabileceğini, böylelikle Marslı olmak için ne gibi koşulların gerekli olduğu konusunda çok daha fazla ipucuna ulaşılabileceğini düşünüyor.
Uzmanlar söz konusu mineral yapıların göllerdeki çökellerin mikroplar tarafından salgılanan magnezyum ve kalsiyum karbonatlarla birleşmesi sonucunda meydana gelen garip bileşimler olduklarına dikkat çekiyor.
Araştırmacılar, bu canlı türlerinin kimliklerini belirledikten sonra hem tek tek hem de toplu olarak sınamadan geçirerek bunların Mars benzeri koşullar karşısında nasıl bir direnç gösterecekleri konusunu aydınlığa kavuşturmayı umuyor.
Balcı, 'Söz gelimi, stromatolit üreten canlıların kayalıklar üzerinde, Mars’tan alınan kaya örneklerinin biyolojik kökenlerini gözler önüne serebilecek, sıra dışı magnezyum izotopları gibi birtakım parmak izleri bıraktıklarına tanık olabiliriz' diyor.
Cornell Üniversitesi’nden Jonathan Lunine de, çalışmanın olağanüstü çevre koşullarında yaşayabilen canlı türlerini içinde barındıran göl ortamlarının araştırılması açısından önemli bir yer tuttuğuna inanıyor ve bunun Mars’ın ilk evrelerinde sulak ortamlarda yaşamış olabilecek canlı türlerinin aydınlığa kavuşturulmasına bir katkıda bulunup bulunmadığının zamanla kanıtlanacağına dikkat çekiyor.”
Çeviri: Rita Urgan