“Babam Atila Sav”.. Oğlu Aydın Sav anlattı

Öne Çıkanlar
“Babam Atila Sav”.. Oğlu Aydın Sav anlattı

Sevgili babam Atilâ Sav 16 Aralık 2020, Çarşamba günü yeni yolculuğuna ışıkların aydınlattığı yolda başladı. Gideceği uzamın hak ettiği yer olacağına eminim. Yaşadığı 89 yılda ülkesine, insanlarına, ailesine insancıllıkla, dostça, içtenlikle ve kardeşçe yaklaştı. Dertleriyle üzüldü, sevinçleriyle sevindi. Haktan ve haklıdan yana oldu. Yaşamı boyunca hakkı korumayı ve savunmayı mesleğinin gereği olarak yerine getirdi. 19 Mayıs 1931 yılında başlayan yaşam yolcuğunda ilk, orta ve lise ile üniversite yıllarını Atatürk’ün başkenti olan Ankara ‘da tamamladı. O bir Ankaralıydı, Cumhuriyet’in başkentindendi.

1952 yılında Hukuk Fakültesi sonrasında avukatlık stajını dedem Av. Nejat Sav’ın yazıhanesinin bulunduğu, döneminin “hukuk genel karargâhı” olarak bilinen Ulus, Konya Sokak’taki İşkur Han’da tamamladı. Ailecek Yenişehir’de önce Mithat Paşa Caddesinde, sonra Bayındır Sokakta yaşadık. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımda dedemden babama miras kalan İşkur Han’daki avukatlık yazıhanesindeki, daktilo sesleriyle, geleni gideniyle, masif cevizden yapılmış büro eşyaları, yıllar boyu yardımcısı Sadık (Darıcılı), ilk stajyeri Makbule (Oranj) abla ve iş takipçisi sessiz Ziya Bey’in hayat verdiği bir mabet idi sanki benim için. Babamın iş yaşamındaki disiplinini, çalışkanlığını ve üretkenliğini çevremdekilerden ve en fazla da annemden duyardım. O zamanlar farkına varmıştım ki babamın on parmağında on marifet: avukatlık, meslek örgütlerindeki görevleri, tiyatro eleştirmenliği, Beden Terbiyesi’ndeki görevleri, dil kurumu/kuruluşlarındaki katkıları, sanat dünyasının birçok alanındaki etkinlikleri.

Sanatseverliği


Ne zaman babama baksam sakin, güler yüzlü, bilgili, bilmediğini hemen sorgulayan, kitaplara atıfta bulunarak konuşan, kütüphanesindeki daktilosunda sürekli birşeyler yazdan bir adam görürdüm. Ben on, kardeşim yedi yaşındayken, haftanın neredeyse iki günü tiyatroya gitmek için bizi evde bırakır annemle birlikte tiyatroya giderlerdi. Eve geldiklerinde salondan gelen daktilo seslerini duyardım.

Hemen her Pazar sabahtan Tunus Caddesindeki Türk Alman Kültür Derneği’nin üst katındaki Milliyet Ankara ofisinin önünde 06 AZ 309 plakalı beyaz vosvos’u park edip, yazdığı tiyatro eleştirisini zarf içinde beraberce bırakırdık. Atatürk Bulvarı’ndaki ünlü Piknik ’in altındaki Sanat Sevenler Derneği’nin tiyatro açık oturumlarına bazen yönetici bazen konuşmacı olarak katılır, yumuşak sesi, sakin tavrıyla oyunu, oyuncuları, ışıklandırmayı, metin eleştirilerini ayrıntılarıyla usulüne uygun kalp kırmadan eleştirirdi. Tiyatro sevgisi kesintisiz 70 yıl sürdü.

Türk tiyatrosunun gelişmesi için neredeyse her platformda, kendi babasından aldığı sanat sevgisi ile katkıda bulundu. Anadilinde arılaşmaya inandığı için yıllarca, kapanıncaya kadar Türk Dil Kurumu’nda, kapandıktan sonra Türk Dil Derneğinde, hukukun üstünlüğünü savunduğu için Ankara Barosu ve Türkiye Barolar Birliği’nde ve birçok sosyal örgütte kesintisiz çalıştı ve yazılar yazdı, eylemler yaptı. Hiç yorulmadan, ta ki aramızdan ayrılana kadar.

İkna yöntemi ile çözdü sorunları

Ben ise, haylaz bir çocuktum. İlk- orta-lise örgün eğitimim başta olmak üzere, Tıp Fakültesi ve hatta asistanlık dönemim dahil, kendi başıma çözemediğim, duvara tosladığım sayısız vakada, usta bir eleştirmen gibi, ikna yöntemiyle çözümler üretti, yol ve yöntem gösterdi. Babamın anahtarları her zaman akla dayalıydı, hemen her zaman kapılar açıldı. Benim kişilik çözümlememi yaparken deneyci tarafımın baskın olduğunu söylerdi. “Bu yöntem sağlamdır ama insanı biraz örseler” derdi. Halâ kulaklarımdadır şu deyişi: “Akıllı insan kendi tecrübelerinden, çok akıllı insan başkalarının tecrübelerinden yararlanır”. Çok sonraları anladım ki babam başkalarının tecrübelerini gözlemleyerek, çok düşünerek az örselenerek yaşamda yol almayı başarmış ve ustalığa ulaşmıştı.

Mesleki yaşamında edindiği saptama, tartma, çözme becerisini, ülkemizin hemen her zor dönemindeki siyaset arenasında uzun yıllar kullandı. Siyasetin birçok alanında savaşım vermesine, çözümler üretmesine rağmen tertemiz kalmayı başarması, kararlılığının, ilkeliliğinin ve kişiliğinin göstergeleridir. 1971’de parlamento dışı hükümette bakan olarak görev alıp on bir ay sonra istifa kararlarını açıklamak üzere hükümet sözcüsü olarak konuşma yapmak üzere evden ayrılmadan hemen öncesiydi. Sabah erkende Bayındır Sokak’taki evimizin antresinde bond çantasına pijamasını, tıraş takımını, diş fırçası ve dosyalarını yerleştirmişti. Kapıdan çıkmadan kardeşimle bana dönüp “annenize iyi bakın” dedi ve vedalaştı.

Verilen istifa

O zaman anlamamıştım. Alınlarının akıyla hapse atılma riskini göze alıp 1971’ın Beyin Kabinesi istifalarını verdiler. Birinci Erim hükümetindeki “11’ler” olarak siyasi tarihte yerini alacak operasyona imzalarını attılar. Kazasız belasız. O zaman babam kırk yaşındaydı. Yıllarca sonra Cumhuriyet Gazetesinin ünlü muhabiri Müşerref Hekimoğlu’nun Kavaklıdere’deki evimizde bir pazar sabahı röportaj yapmaya geldiğinde, niye siyasete girdiniz sorusuna karşılık, merakla onları dinleyen bana ve kardeşime bakarak “onların geleceği” için dediğini bugün gibi anımsarım.

Başka bir şehirde Tıp Fakültesini okumak üzere evden ayrılırken bir zarf içinden el yazısıyla yazığı William Shakespeare’in Hamlet ’in Baba öğüdü (Polonius’un oğluna öğüdü) çıktı. Tüm tıp eğitimim sırasında minicik kütüphanemde, karşımdaki panoda bu öğütler dizisi yıllarca asılı durdu. Yirmi yıl çalıştığım akademisyenlik yaşamım için evden ayrılırken postayla gelen zarfın içinden de Abraham Lincoln – Oğlumun öğretmenine öğütleri çıktı. Her iki baba öğüdü de hala kütüphanemin “seçilmiş yazılar” dosyasındadır. Ruhen de kalbimde ve aklımda saklıdırlar.

Anadilin de iletişimde ve eğitimde doğru seçenek olduğunu gösterdi. Çünkü insanlar anadilde düşünürler, üretirler derdi. Akılcılığın ve aydınlanmanın insanlığın gelişimini ve insanların, toplumların gönencini sağlayacağını yaparak gösterdi. Dogmatizmin insan aklını körelttiğini söylerdi. Eleştirel aklın, kanıta dayanarak yapılan tartışmanın verimli, yol ve yön gösterici olduğunu bize, çocuklarına hep gösterdi ve özendirdi. Mesleğin titizlikle yapılması gerektiğini, telefonun fişini çekeceksem doktor olmamamı söyledi. İnsancıllık yoluyla mutluluğa erişebilmenin huzur verici olduğunu söylerdi. Babama bakarak iyi, güzel, kültürlü, ahlaklı insan olmanın da üstün bir meziyet olduğunu öğrendim. Bize dünyada tek bir uygarlık olduğunu onun da savaşmayan uygarlık olması gerektiğini hep anlattı.

Uzun yıllar eğitimimin gereklilikleri nedeniyle baba evimden ayrı kaldım. Evlenene kadar yaz tatillerinde tüm aile bir araya keyifle geldik, konuştuk, paylaştık. Evlenip kendi “baba” evimi kurduktan sonra ara ara yüz yüze ama sürekli olarak yazışarak iletişimimiz sürdü. Beraber geçirdiğimiz yıllardan aklımda sakladıklarımı, biriktirdiğim sayfalar dolusu mektuplardan kalanları bir araya toparladığımda arda kalan öğreti şunu gösteriyor: eşine, çocuklarına, topluma ve geleceğe örnek bir insan olan babamı. Bundan daha büyük bir miras olabilir mi?

Şimdi artık babam Atila Sav, ışıklarla aydınlanmış yolundaki yeni yolculuğunda yürüyor. Tanrı’dan kendisine rahmet diliyorum. Sağol, varol. İyi ki senin oğlunum.

Aydın Sav