Mikroskopik yaramazlar (4): Salgınların bize verdiği, insanoğlunun ise anlamak istemediği dersler

Öne Çıkanlar Sağlık
Mikroskopik yaramazlar (4): Salgınların bize verdiği, insanoğlunun ise anlamak istemediği dersler

Corona Virüs Yeni Bir Virüs mü?

İnsana bulaşan 7 Corona virüsten düzenli olarak salgınlara neden olan dördü OC43, 229E, HKU1 ve NL63 isimleriyle bilinen Corona virüslerdir. İlk ikisi 1960'larda, son ikisiyse 2003’teki SARS salgınından sonra keşfedildi. Her ne kadar, halk arasında pek bilinmeseler de, bu 4 virüs sezonluk olarak oluşan solunum hastalıkları salgınlarının %25 civarından sorumludur (OC43 ve 229E daha sık görülen virüslerdir). Bunlar (özellikle HKU1), zatürreye neden oluyor. Bu Corona virüslerin sebep oldukları hastalıklar ölümle de sonuçlanabiliyor. Ancak bu nadir bulunan hastalıkların öldürücülük oranlarını tahmin etmek zordur.

İki hastalık, ayrı viral ailelerden geliyorlar, Corona virüslerin, influenzadan daha uzun süre havadaki parçacıklarda varlığını koruması olası gözüküyor; gribe karşı kullanabileceğimiz bariz ilaçlar ve güçlü aşılar mevcutken, Corona virüslere karşı ne ilacımız var ne aşımız; Corona virüsler 10.000+ vakaya sahip, grip ise her yıl 1 milyarın üzerinde kişiye bulaşıyor; Corona virüsten ölenlerin sayısı an itibariyle binlerle ifade edilirken, grip nedeniyle her yıl 291.000-646.000 insan ölüyor; influenza çok hızlı bir şekilde evrimleşebilirken, Corona virüsler pek hızlı evrimleşebilen virüsler değiller.


Zararı Belirleyen En Önemli Faktör: Bağışıklık

Bir salgının ne kadar zarar vereceğini belirleyen diğer önemli faktör bağışıklıktır. Ancak, Corona virüse karşı direnç henüz çok araştırılmamış. St. Jude Çocuk Araştırma Hastanesi'nden Dr. Richard Webby şöyle diyor: “Dört endemik Corona virüse maruz kalanlar, grip geçirenlerin influenzaya karşı kazandığı bağışıklıktan daha uzun süreli bir bağışıklık kazanıyorlar. Ancak bu, kalıcı bir bağışıklık değil. Tıpkı respiratuvar sinsityal virüste olduğu gibi, Corona virüsü de çocukken geçiren kişilerin ileri yaşlarda tekrar Corona virüs kapabildiğini biliyoruz.”

North Carolina Gillings Küresel Toplum Sağlığı Fakültesi'nden Corona virüs araştırmacısı Tim Sheahan ise şöyle diyor: “Yetişkinliğe erişene kadar her insan, Corona virüslere karşı belli bir miktar bağışıklık kazanmaktadır. Ancak bu bağışıklık uzun süreli olmadığı için, yaşlı insanlar bu hastalığa yakalanabilmektedir.”

Şu anda sürecin başında olduğumuzu ve çok az şey bildiğimizi kabul etmeliyiz. Hastalık hızla dünyaya yayıldığı için bir panik dalgası sürüyor. Ama bu, zaman içinde dinecek. Burada kritik olan nokta, aşı ve/veya ilaçlara ne kadarlık zamanda kavuşabileceğimiz... İlacın üretimi nispeten daha kolay bir süreçken aşının üretilmesi çok daha zordur; ayrıca, “hem bilim hem de sanat” olarak tanımlanmakta.

Karantinanın Ölçüsü ve Zamanı Ne Olmalı: Eğer bir coğrafyada görülen vakaların ezici çoğunluğu, enfeksiyona hafif veya orta şiddette yakalanmış (veya asemptomatik) olgular ise, sokağa çıkma yasağı gibi abartılı önlemlerden ziyade, fiziksel mesafenin kısıtlanması gibi daha insancıl ilişki tercihli yöntemler tercih edilebilir. Şüphesiz ki, siyasi otorite bilim kurullarının önerileri doğrultusunda doğru yöntemlerin gerekli sürede uygulanmasını sağlar.

Salgınların Bize Verdiği, İnsanoğlunun ise Anlamak İstemediği Dersler

İnsanın, Doğa’ya ve onun intikam melekleri olan mikroplara karşı kayıtsız bir tek­nolojik kaosa sürüklenişini izliyoruz.

İnsan, şimdi ürpertici bir yol ayrımında. Hastalıklar­dan kaynaklanan ölümler, şimdiye kadar görülmemiş çap­ta ölümler muhtemelen kaçınılmaz olacak. Sağlığımızı koruma ha­yali, antibiyotik sonrası dönemde uçup gitti. Ne vücutlarımız ne de toplumlarımız sağlıklı. Topraklarımız ülserleşmiş yaralar gibi iltihap sızdırıyor, sularımız iğrenç kokuyor.

Dünyadaki Doğal Denge kirletildi, aşağılandı. Ölümün tetikçisi olan has­talık, bu dengesiz ve yaralı dünyadan daha davetkâr bir yer hayal edemezdi. Doğa, Asya’nın gecekondu bölgelerine HIV, Kuzey Amerika’nın kenar mahallelerine hantavirüs saçtı. Büyük denizlerdeki fokları ve yunusları kızamıkla öldürdü. Sanayi bölgelerinin hastanelerini ve kuruluşlarını, gençleri de yaşlıları da etkile­yecek, hiçbir ilacın yok edemeyeceği dirençli bakterilerle doldurdu. Kısacası, insanoğlunun vurdumduymaz davranışlarına karşı, kendisine verilen görevi yerine getirdi: Evlerini te­miz tutmayan türlerin, tehlikelere karşı biyolojik yönden ne denli zayıf olduklarını hatırlattı.

Tarihte saptanmış salgınlardan ve bunların toplum yaşamın­daki tesirlerine baktığımızda,  dikkatimizi çeken önemli bir nokta vardır: Mikrop varlığı ve hastalıkların mikrop nedenli kökenlerini anlamamız, mikroplardan kaynaklanan hastalıkların aşıyla önlenebilmesi ve te­davilerine yönelik ilaç geliştirilmesi, Pasteur, Koch, Metschnikoff ve diğer bilim insanlarının öncülü­ğünde araştırmacıların yoğun çalışmalarıyla, nihayet 19. yüzyıl sonunda müm­kün olabildi. Bu döneme dek, salgın ve bulaşıcı hastalıklar kaçılamaz bir kader olarak kabul ediliyordu.

Bugün insanları korkudan perişan eden, bilim insanlarını ekolojiyi hesaba katarak düşünmeye zorlayan virüs etkin­likleri pek de yeni sayılmaz. 1918’de ortaya çıkan ve Birinci Dünya Savaşı’yla oluşan olumsuz şartların da tesiriyle hızla tüm dünyaya ya­yılan İspanyol gribi nedeniyle 50 milyon ölümün olduğu tahmin edilmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nda, savaş nedeniyle ölenlerin sayısı bunun yarısı kadar bile değildi.

Ülkemizde de Cumhuriyet’imizin ilk yıllarında nüfusumuzun önemli kısmı verem, sıtma, frengi, tifüs ve trahom gibi birçok bulaşıcı hasta­lıktan dolayı ölüyor veya sakat kalıyordu. Genç Türkiye Cumhuriyeti bu hastalıklara karşı çok yönlü, istikrarlı ve büyük bir mücadele sürdürerek, 10 yıl içinde sal­gınları neredeyse yok edebilmişti.

Bilimsel ilerlemeler, 19. yüzyıl sonlarından itibaren kitlesel salgınların yıkıcı tesirlerini ortadan kaldırmaya başladı. 20. yüzyı­l ilk yarısında, antibiyotiğin keşfi sayesinde bulaşıcı hastalıklarla savaşta büyük ilerlemeler kaydedildi. Tıbbın ve bilimin, toplumsal sonuçlar üreten diğer yaratıcı özellikleri sayesinde elde edilen başka başarılarıyla da, tarihte­ki büyük yönlendirici rolleri bariz bir şekilde ortaya çıkmış oldu.

Çiçek gibi virüsler uzun bir ta­rihe sahiptir ve insanların çevreye zarar verici etkinlikleriy­le uyandırıldıklarında ortaya çıkmayı sürdüreceklerdir. Bu anlamda virüsler değişmemiştir; ama insanların, virüs ba­kımından zengin olan ormanlarda, otlaklarda ve denizlerde bıraktığı izlerin boyutları ve sayısı kesinlikle değişmiştir. Altı milyar insanın, biyolojik bir tepkiye yol açmaksızın, iklimi istediği gibi değiştirebileceği ya da diğer türleri yok edebile­ceği düşüncesinin çılgınca bir yanılsama olduğu, artık bazı bilim insanlarınca kabul ediliyor. Dünyanın asıl sahipleri veya yöneticileri, insanoğlundan çok önce var olan mikroorganizmalar.

Virüs uzmanlarını kaygılandıran, yalnızca seri ka­til özelliği kazanabilen virüslerin korkunçluğu değil (bilim insanları bu virüslerle uğ­raşırken kendilerini tamamen koruyan uzay giysileri giyer), ziyaretlerinin giderek sıklaşmasıdır. Teknolojik insanın, bu­gün doğayla oynadığı satranç oyununda, virüsler insanı bir­biri ardına ölümcül matlarla yendi.

Corona virüslerin genetik birleştirim (rekombinasyon) yoluyla yeni genotip ve yeni salgınlara sebep olabilecekleri iyi bilinen özelliklerindendir. SARS-CoV benzeri virüslerin, yarasalarda (özellikle at nalı cinsinde) bol miktarda bulunması, bu egzotik memelilerin yemek olarak tüketilmesinin Güney Çin kültürünün özelliği olması, süreci adeta saatli bombaya döndürmektedir. SARS ve diğer yeni virüslerin hayvanlardan veya laboratuvarlardan yeniden ortaya çıkma olasılığı ve dolayısıyla hazırlıklı olma gereği göz ardı edilmemelidir.

Virüsler, birleşik bir savunma kurabilme yeteneğine sahip üst organizma olan insanın aksine, 20. yüzyıldaki teröristler gibi hareket edebilir; bombalarını uyarı vermeden bırakabilirler. Bu biyolojik roketler­den birinin nükleer bir bomba gibi patlaması artık yal­nızca bir an meselesi.

Prof. Dr. H. Kadircan Keskinbora / Bahçeşehir Ü. Tıp F. Öğretim Üyesi

Kaynaklar: http://tiny.cc/i71tlz

*Bu yazı HBT'nin 214. sayısında yayınlanmıştır.

Mikroskopik yaramazlar (3): Korona virüs belirtileri ve çeşitleri