Bilgisayar mühendislerinin insanlığa en büyük armağanı olan yeni büyük ağı neden hakkıyla kullanmıyoruz? Neden her gün onca çocuk ve genci otobüslere ve sınıflara doldurup “korona partisi” yaptıralım? Bu çağda internetsiz, bilgisayarsız öğrenci olur mu?
Dünyamız Covid-19 belasıyla boğuşmaya başladığında, son yıllarda insanlar arasındaki bilgi akışını bizim neslin gençliğinde hayal bile edilemeyecek şekilde kolaylaştıran teknolojinin yeni düşmanımız olan sinsi virüse karşı da en önemli silahımız olduğunu fark ettik. Bilim insanlarının araştırma sonuçlarını birbirleriyle anında paylaşabilmeleri için kurulmuş olan altyapı sayesinde aşı ve ilaç çalışmaları benzersiz bir hızla yola koyuldu. (Bilgiyi özgürce akıtmak yerine sansürlemeye odaklı eski kafa yapısının zararı da bir kez daha ortaya çıktı.) Dahası, milyonlarca insan tarihte görülmemiş bir hızla yaşama tarzını değiştirebildi. Bazılarımız neredeyse hiçbir kesinti yaşamadan onlarca yıllık işlerimizi işyerine hiç gitmeden, evden yapabileceğimizi, hatta dışarı çıkmayı gerektirdiği sanılan neredeyse tüm faaliyetlerimizi eve çekebileceğimizi gördük. Milyonlarca öğrenci okulları boşaltıp eğitimlerini sürdürmek için ekran başına oturdular, boş vakitlerinde de yıllardır “bırak şu telefonu elinden!” diye homurdanan büyüklerinin aniden dijitalleşen hayatlarına uyum sağlamalarına yardım etmeye çalıştılar. Fiziksel olarak ayrı kaldığımız sevdiklerimizle istediğimiz anda yüz yüze konuşabildik. Bir yandan da insanların aylarca evlerinden çıkmadan alışveriş yapıp tüm gereksinimlerinin kapılarının önüne bırakılmasını sağlayabilenler ile buna gücü yetmeyenler olarak ikiye ayrıldığı, kimi şatafatlı devletlerin o eski çağdan miras düzenlerinin yoksulları geçici bir süre için bile evlerinde hayatta tutacak güce ve basirete sahip olmadığı meydana çıktı.
Karantina günlerinde tamamladığım “Yeni Dünya, Yeni Ağ” kitabımda kelimenin tam anlamıyla bir “devrim” olarak tanımlamamız gereken bilgi teknolojisinin doğuşunu ve dünyayı sarışını anlatırken eğitim konusunda sağladığı benzersiz olanaklara da değiniyorum: Artık cehaletin hiçbir mazereti kalmadı. İnternete bağlanabilen bir insan dünyanın en iyi öğretmenlerinin en iyi derslerini izleyebiliyor; dil engelini aşmak için de yine internet üzerinde bedavaya bulabileceğiniz dersler var.
Türkiye salgının başında akıllıca bir kararla her düzeyde okulu kapatarak uzaktan öğretime geçti. Ansızın gereken bu geçişin sonucunda bahar yarıyılında mükemmel eğitim verememiş olabiliriz elbet. Bilgisayar mühendisliği hocası olarak benim bile dersi “tahtada” veriyor olma izlenimini yaratacak düzeneği kurmam birkaç hafta sürdü. Fakat asıl sorun, bazı öğrencilerin internete bağlanamamasıydı. Bu büyük adaletsizlik (ve uzaktan sınav yapmanın zorlukları) Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2020 baharında not verilmeyeceğini, herkesin sınıfı geçeceğini açıklamasında etken oldu. Öte yandan, kimi üniversitelerin ve ortaöğretimde bir grup okulun uzaktan eğitimi bu şartlar altında hakkıyla gerçekleştirdiğine, öğrencilerin her sabah olağan programlarındaki dersleri hocalarıyla yüzyüze gelip konuşarak aldıklarına, yoklama yapıldığına vs. de tanığım. MEB’in “not yok” kararı bu şekilde düzgün eğitim alabilen ortaöğretim öğrencilerinde motivasyon kaybı yarattı.
Salgın bitmedi, sonbahar için uzmanların tahminleri de pek neşeli değil. Okullar gerçekten 31 Ağustos’ta açılacak mı? MEB’in duyurduğu “her dört metrekareye bir öğrenci” şartlarını sağlayabilecek bir okul biliyor musunuz? Yoksa bu kurallar pandemi başında toplu taşıma için konulanlar gibi ilk gün uygulanamayacakları görülüp kaldırılacak mı? Uzaktan öğretim sürerse internetle buluşturamadığımız çocuklarımız ne olacak?
Benim önerim şu: MEB (eğer bunu henüz yapmadıysa) hemen tüm öğrencilerine yukarıda özetlediğim kaliteli şekilde uzaktan eğitim verebilen okulların hangileri olduğunu saptasın, sonra da en azından bu okulların 2020-2021 döneminde de uzaktan eğitim vermesine izin versin. Fakat bu sefer uzaktan eğitim gören öğrenciler de ödev ve sözlü sınavlar üzerinden (“yumuşak” da olsa) bir değerlendirme ile not alsınlar. Böylece “nasılsa sınıf geçeceğim, neden derse çalışayım?” fikri oluşmasın.
Bu öneri “ideal olmayan bir dünyada elimizden gelenin en iyisini nasıl yaparız?” düşüncesinden kaynaklanıyor. Eğer amaç virüsün yayılmasına olabildiğince az şans vermekse ne kadar kişiyi toplu mekanlardan ve taşıtlardan uzak tutabilirsek o kadar iyi. Böyle bir karar, belli sayıda insanın trafikten çekilmesini sağlayarak (uzaktan eğitimi yeterli nitelikte – veya hiç – veremeyen okulların öğrenci ve öğretmenleri de dahil olmak üzere) evden çıkmak zorunda olan diğer yurttaşlara da faydalı olacaktır.
Peki ama bu adaletsizlik değil mi? Evet! Ama bu adaletsizliğin çözümü herkesi sınıflara sokup “korona partisi”ne dahil etmekte değil. “Bu çağda tüm öğrencilerine eğitimleri için gerekli hızda internet bağlantısı ve cihaz sağlayamayan devlet olur mu? O kadar vergimiz nereye gidiyor?” diye sesimizi yükseltip uyuyanları uyandırmakta.
Cem Say