Osmanlı’da bilim – 2

Cem Say
Osmanlı’da bilim – 2

Yıl 1516. Mısır seferindeki Yavuz Sultan Selim, İskenderiye’yi Osmanlı topraklarına katmıştı. Seferdeki başarılarıyla padişahın övgüsünü kazanan Pîrî Reis, yıllardır üzerinde çalıştığı dünya haritasını sultana takdim etmek için en uygun zamanın geldiğini düşünüyordu.

Pîrî Reis, kariyerine korsan olarak başlayıp sonra Osmanlı donanmasına katılan denizcilerdendi. Yıllarca amcası Kemal Reis’le Akdeniz’de maceradan maceraya yelken açmışlardı. Ama Pîrî diğer korsanlardan farklı olarak insanlığın bilgisine bilgi katmak, eser bırakmak istiyordu. Seferleri sırasında gördüğü yerleri, yaşadığı olayları kaydediyordu.

1511’de amcası bir kazada hayatını kaybedince artık kırk yaşını da geçmiş olan Pîrî bir süreliğine Gelibolu’da evine çekilip kendisini yazı işlerine verdi. 1513’te o zamanın en kapsamlı Dünya haritasını hazırladı. Sonrasında yeni keşiflerin peşinde Barbaros’un donanmasına katıldı. Mısır seferinde Kahire’ye kadar gidip Nil nehrini çizdi. Artık padişaha çağının en iyi (Amerika kıtasının doğu kıyıları dahil en son bilgileri içeren) dünya haritasını sunma vakti gelmişti.


Yavuz Sultan Selim, bu bilim şaheserini eline alıp şöyle bir baktı. Huzurdaki herkes, sultan ne diyecek diye dikkat kesilmişti. Padişah “Dünya ne küçük!” dedi, Pîrî’nin haritasını caart diye ikiye ayırdı, ve “Biz, Doğu tarafını elimizde tutacağız!” sözleriyle Atlas Okyanusu’nu içeren Batı kısmını fırlatıp attı.

Neyse ki atmış! En azından haritanın Batı kısmı şu anda elimizde. Beğenip elinde tuttuğu Doğu kısmıysa ortada yok.

Pîrî Reis Kitab-ı Bahriye adlı eserini 1526’da, yeni bilgilerle güncellediği ve yine döneminin en iyisi olan ikinci Dünya haritasını da 1528’de Kanunî Sultan Süleyman’a sundu. Süleyman bu eserleri yırtmadı (aslında ikinci haritadan da günümüze sadece bir parça kalmış, ama kim yırttı bilmiyoruz!) fakat Pîrî’nin şansının bu padişahla da yaver gittiğini pek söyleyemeyiz: 1554’te, Hürmüz Adası kuşatmasını kaldırdığı gerekçesiyle seksenini geçmiş olmasına bakılmadan boynu vurularak idam ettirildi, mallarına el konuldu.

Fakat hikâyenin sonu komik oldu: Aradan 200 yıldan fazla zaman geçti. Osmanlı’nın başına III. Mustafa diye bir padişah geçti. İmparatorluğun gerilemekte, batılıların ise hızla ilerlemekte olduğunu fark eden III. Mustafa’nın bu durumun sebebi konusundaki fikirlerini zamanın Fransız elçisinin anılarından okuyalım:

“Padişah Fransızların müneccimler vasıtasıyla gelecek bütün olayları öğrendiklerine inanmıştı. Bunun tersine bir türlü kani olmak istemiyordu. Bu kadar acayip hurafeyi yıkmak için elimden geldiği kadar beyhude yere çalıştım. Başarı sağlayamadıktan başka padişah ve vezirlerinin Fransız Krallığının mükemmel müneccimlere malik olduğuna, olacak her şeyden evvelce haberdar edildiğine samimi bir şekilde inandıklarını gördüm.”

İşte bu cin gibi padişahın döneminde Osmanlı’ya karşı bir Yunan isyanı çıkarmak niyetinde olan Ruslar, Mora yarımadasına bir donanma gönderdiler. (Bir Avrupa haritasına sahip olan herkesin görebileceği gibi, Baltık Denizi’nden Akdeniz’e gemileri Boğazlardan geçirmeden dolambaçlı bir yoldan gidebilirsiniz.) Rus donanmasının Akdeniz’de cirit attığı haberini duyan Osmanlı devlet adamları, (padişah, kaptan paşa, bütün ekip!) “Rus filosu sadece Venedik’teki kanallardan geçerek Adriyatik Denizi’ne gelmiş olabilir! Neden izin verdiniz bakalım?” diyerek zavallı Venedik elçisine demediklerini bırakmadılar. Sarayda kimsenin ne Pîrî’nin haritasından, ne de Avrupa’nın neye benzediğinden haberi yoktu!

O Rus donanması Çeşme’de Osmanlı donanmasını tamamen yaktı. 11.000 denizcimiz şehit oldu. Rusların kayıpları ise 700 civarındaydı. Padişah müneccimbaşı arayışlarına hız verdi.

Cem Say


Cem Say

1987'den beri Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde çalışıyor. Çalışmaları Yapay Zeka ve Kuramsal Bilgisayar Bilimi üzerine. Sahte dijital deliller üzerine incelemeleri var. Bilimkurgu, uzay yolculuğu, seçim hileleri ve başka bir çok konuya da meraklı.