“Felsefe öldü” mü?

P. Dilara Çolak Y
“Felsefe öldü” mü?

2011 yılında düzenlenen Zeitgeist adlı konferansta Stephan Hawking, ‘tanrı öldü’ söylemiyle batı felsefe tarihindeki kırılma noktalarından biri olan Nietzsche’ye işaret eder bir biçimde felsefenin öldüğünü ilan etti.

Hawking’e göre önce metafiziğin nesnesi tanrı, sonrasında ise metafiziğin kendisi olan felsefe ölmüştü. Yüzyıllardır felsefenin kendisine soru konusu edindiği konuları çözümleme konusunda bilimin keşfettiği bulgulara bağlı olarak günümüzde pek çok kişi artık felsefeye ihtiyaç duyulmadığını iddia ediyor. Bu bakış açısına göre felsefenin ereği modern bilime zemin oluşturmak olduğundan, bilimin olgunlaştığı noktada nihai amacını gerçekleştirmenin vermiş olduğu sükunet ile felsefe tarih sahnesinden çekilmelidir. Felsefenin ölümünü müjdeleyen bu ifadeler felsefi ve bilimsel etkinliklerin özünde aynı amaçla aynı nesneyi farklı yöntemlerle konu edindikleri iddiasına dayanır. Fakat bence bu düşünce kuşkuludur.

Eski Yunan doğa felsefecileri ve bazı modern düşünürler bilimsel sorunsallaştırmaların erken örneklerini ortaya koyarak modern bilime zemin hazırlamıştır. Örneğin Immanuel Kant, 1755 yılında gerçekleşen Lizbon depremini hiçbir doğaüstü nedene dayandırmadan sadece doğal faktörlerle açıklamaya çalışan üç yazı yayınlar. Fakat filozofların bugün modern bilimin konu edindiği konularla da ilgilenmiş olması ya da günümüzde felsefecilerin bazı sorularının modern bilim tarafından açıklanabiliyor olması genel olarak felsefenin ölümünü değil, daha önce felsefi olarak adlandırılan belirli bir türden etkinliğin sonlandığını gösterir. Oysa felsefe adı verilen etkinlik sadece bundan ibaret olmadığı gibi, bilgi de yalnızca pozitif bilimlerden ibaret değildir.


Bilgiye giden yoldaki çöpleri temizlemek

17.yüzyılda yazılan İnsan Anlığı Üzerine Bir Deneme adlı kitabının önsözünde John Locke, bu çalışmasıyla Newton olmayı amaçlamadığını, tutkulu bir işçi gibi bilgiye giden yoldaki çöpleri temizlemenin de yeterli ve değerli olduğunu ifade eder. Locke, bilimsel bir çalışma yapmakta olduğunu iddia etmemekle birlikte, maksadının bilimden farklı bir araştırma yapmak olduğunu açıkça ortaya koyar. Bilgiye giden yoldaki çöpleri temizlemek… Bu ancak doğru düşünmenin ilkelerini bilerek yapılabilen bir çeşit ayıklama işlemi olmalıdır.

Türkiye’deki tanınmış felsefe profesörlerinden biri olan Nermi Uygur, Felsefenin Çağrısı adlı kitabında Sokrates’ten beri süregelen felsefeye özgü sorularının yapısı aydınlatıldığı taktirde tüm bu soruların en temelde bir ne’lik sorgulaması olduğu söyler. Örneğin, politik tüm tartışmalar en temelde özgürlük, hak ve adaletin ne olduğu sorusuna dayanır. Bu yüzden Martin Heidegger, Was ist das —die Philosophie? (Nedir bu — felsefe?) adlı metninin henüz başlığında felsefe ve nedir bu sorusu arasındaki kökensel ilişkiye kinayeli bir biçimde işaret eder. Çünkü aslında felsefe, “Nedir bu?” diye sormaktır. O halde ilkece sonsuz sayıda “… nedir?” sorusu sorulabileceğinden şeylerin ne’liğine ilişkin bir soru sorma biçimi olarak felsefe son bulabilir bir etkinlik değildir. Geleceğin neyi getireceğinden bağımsız olarak bu getirilerin üzerine yapılacak eleştirel düşünme insan var oldukça varolacaktır. Yapay zekanın gelişimi sonucunda yeniden ama farklı bir şekilde “Bilinç nedir?” diye sormaya başlamamız gibi.

Nitekim Hawking’in söylemine benzer bir şekilde Marcel Duchamp 1917’de sanatın öldüğünü, Martin Heidegger ise 1938’de bilimin öldüğünü söylemişti. Dinden bilime, sanattan felsefeye değin varlığı anlamlandırma çabasındaki tüm edimlerin öldüğü ilan edilmiş olmasına rağmen ironik olan, tüm bu edimlerin 2020 itibariyle hala —bir şekilde— devam ediyor olmasıdır.

O halde felsefenin ölümü de nihai bir son olmaktan ziyade mevcut olanın terk edilerek yeniden yapılandırılması anlamına gelmektedir. Yeni çağın yeni sorunları yeni sorunların ise yeni bir düşünme biçimini gerektirmesi kaçınılmazdır.

Bu yüzden çağdaş düşünür Alain Badiou’nun söylediği gibi, günümüzde eski metafiziğin yıkıntıları üzerinde güçlü bir felsefe eleştirisi yapmak onun ölümünü ilan etmekten çok daha gereklidir.

P. Dilara Çolak


Bu yazı HBT'nin 232. sayısında yayınlanmıştır.

P. Dilara Çolak