"Zamana karşı çalışmaktansa zamanla birlikte çalışmanın iyi yanı, zamanın boşa harcanmamasıdır.”
Geçtiğimiz günlerde biri bana hayatım boyunca en ama en çok beğendiğim, en çok tavsiye edeceğim kitabın ne olduğunu sordu. Bu tür sorulara yanıt vermek zordur, çünkü insan hep değişir... Neyden tat aldığı da değişir, neyden tat aldığını hatırladığı da... Farkında olmadan bağlama göre, bize sorana göre, ya da o sıralar hayatta neyin bizim için önemli olduğuna göre karar veririz böyle durumlarda (eğer özellikle bir yazarın, bir kitabın, kısacası tek bir yanıtın tutkunu değilsek). Bu soruya da yanıt vermeye böyle bir girizgah ile başladıktan sonra, "yine de bu tür sorular karşısında aklıma ilk gelen kitap Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler'i olur" demiştim.
Bildiğiniz üzere Ursula K. Le Guin'i kaybettik. Bu dünyaya yaptığı katkılardan sonra, 88 yaşında yaşama veda etti. Son aylarda sağlığının pek yerinde olmadığını söyledi zaten oğlu. Belki kendisinin de ebedi uykuya dalmaktan memnun olduğunu düşünerek teselli bulabiliriz. "Yaşayan" en büyük Amerikan bilimkurgucusu olarak anılıyordu kendi ülkesinde.
Ursula Le Guin sadece bir bilimkurgu yazarı değil elbette. Bazı eserlerinin tümüyle fantazya kategorisine girdiğini söyleyebiliriz ve hatta açık söyleyeyim; normalde fantazya benim pek tuttuğum bir tür değildir. Ancak Le Guin'inkileri severek okudum hep. Bundan iki üç yıl evvel "Neden?" diye kendi kendime sorguladığımda onu doğru konuma oturtabilmeyi de başarmıştım kendi zihnimde: Bana göre onun çoğu fantazya eseri bir sosyalbilimkurgu'dur çünkü (belki de bu yüzden "katı bilimkurgu" okurlarına pek hitap etmez). Nitekim bazı eleştirmenler Ursula K. Le Guin eserlerini "bilimkurgu görünümlü felsefe" olarak değerlendirir. Bense sosyal bilimkurgucu demeyi tercih ediyorum; zira bazı eserlerinden türettiğim şu aşağıdaki soruların yanıtlarını arayan, eserlerinde tamamıyla psikoloji, sosyoloji ve antropolojiye, başka bir deyişle bireye, topluma ve kültüre odaklanan bir bilimkurgucudur çünkü. Mesela:
Eğer bir toplum ayrı ayrı cinsiyetlere bölünmeseydi; nüfusun tümü hermafrodit olsaydı da, ne zaman "kadın" ne zaman "erkek" oldukları dönemsellik gösterseydi (ve dolayısıyla aslında toplumda cinsiyetler arasında tamamen bir eşitlik tesis edilmiş olsaydı), o toplum nasıl örgütlenir, cinsiyet mevzuuna nasıl bakardı? Peki dış dünyadan gelmiş bir "tek cinsiyetli" hakkında ne düşünürlerdi? Ya o tek cinsiyetli olan, onlar hakkında ne düşünür, onları nasıl algılardı?
Ya da tamamen anarşinin hüküm sürdüğü bir gezegen ile, onun (oradan göçüp geldikleri) kapitalist, ataerkil komşu gezegeni arasında farklar neler olur, birbirlerine karşı olan tutumları nasıl gelişirdi? Bilim bu iki gezegen arasındaki tek köprü olabilir miydi? Peki ya anarşizm gerçekten de tesis edilebilir, hiçbir otorite olmadan idamesi mümkün olabilir miydi?
Eğer insanların diğerlerine evrimsel açıdan üstünlük sağladığı farklı farklı bir takım güçleri olsaydı (ve bu kalıtımla aktarılabilseydi), bir zaman sonra sosyal sistem nasıl olurdu? Farklı yeteneklere sahip aşiretlerin birbirleriyle ilişkileri nasıl gelişir, aynı sosyal sistem içerisindeki rollerini ve iktidarlarını nasıl paylaşırlardı?
Peki ya gerçeklik rüyalarla tesis edilseydi? Ve bu güce sahip olan biri, hırslarından arınmış, öylesine biri olsaydı? Güç illa ki yozlaşma getirir miydi?
Bir sosyal bilimci için, toplumla ilgilenen iyi bir gözlemci için, içinde yaşadığı topluluğun, üyesi olduğu insanlığın davranışsal örüntüleri, kültürel dinamikleri, geçmişi ve geleceğiyle ilgilenen birisi için muazzam sorular değil mi bunlar? Dahası, eğer Le Guin'in bu sorulara verdiği yanıtlar tutarlı, gerçekçi, "hayatın akışına uygun" olmasaydı, kendisi bu kadar sevilen bir yazar olabilir miydi?
***
Ben de bir bilimkurgu yazarıyım. Belki pek çok yazar gibi, "birilerine benzetilmek" beni oldukça rahatsız eder. Amma ve lakin benzetilmekten gocunmayacağım tek isimdir Le Guin. Başka birine benzetilirsem bozulurum ama ona değil... Zira sonradan sosyoloji lisans programı bitirip sosyolog olmamdaki esas amaçlarımdan biri, insanı, toplumu onun gibi ele alabilmek, daha toplumsal temelli bilimkurgular yazabilmek, teknoloji, kültür, ideoloji ve normlar arasındaki ilişkiyi gerçekçi bir şekilde irdeleyebilmekti. Ketoke Kunura adlı öykümde Le Guin'den etkilenmediğimi (daha doğrusu ona öykünmediğimi) söylersem yalan söylemiş olurum.
Ne şans ki, Ursula Le Guin'in basılan son sözlerinden biri, Bilimkurgu Kulübü'ndeki dostlarla birlikte kaleme aldığımız Yeryüzü Müzesi adlı kitabımızın arka kapağı oldu. Kendisi bizi kırmayarak, kitabımızın arka kapağına koymamız için bizlere bir mektup gönderdi... Böylece bizler de kitabımızı onun ölümsüz hatırasına ithaf etmiş olduk.
Son olarak kendisinin sözcüklerin kudretine inanan biri olduğunu, içinde yaşadığı dünyanın sorunlarıyla her daim ilgili olduğunu da belirtip, yazımı ABD 2014 Ulusal Kitap Ödülleri törenindeki konuşmasının şu kısmıyla bitireyim:
“Kâr güdüsü, çoğu kez sanatın amaçlarıyla çatışır. Kapitalizm içinde yaşıyoruz. İktidarından kaçınılamaz gibi geliyor. Bir zamanlar kralların ilahi kudretinden de kaçınılamaz gibi geliyordu. Oysa her türlü insan iktidarına insanlar tarafından direnilebilir ve bu iktidar değiştirilebilir. Direniş ve değişim çoğu kez sanatta başlar ve daha da çok bizim sanatımızda; sözcüklerin sanatında…”
Elveda Le Guin...
Tevfik Uyar / @tevfik_uyar