Değerli okuyucular, sınav sonuçları; eğitimi sağlayan, eğitimle ilgili kararları alan, öğretim programlarını geliştiren, uygulayan, değerlendiren, öğrenmeye rehberlik eden, öğretmenleri yetiştiren her kurum, kuruluş ve bireylere, herbirimize/herbir gruba karnesini verdi. Anlayana sivrisinek saz olmalı; kaldı ki bu sonuçlar DAVUL ZURNA...
Bu karne kimlere?
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'na,
Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne,
Bakanlar Kurulu'na,
Milli Eğitim Bakanlığı merkez teşkilatına,
Milli Eğitim Bakanlığı il-ilçe teşkilatlarına,
Yükseköğretim Kurulu'na-Eğitim Fakülteleri, Fen-Edebiyat Fakülteleri, bilim üreten(!) ve ürettiği bilgiyi öğreten(!)-yaygınlaştıran(!)-teknolojiye aktaran(!) tüm kurum ve kuruluşlara,
Araştırma-Geliştirme ve eğitim faaliyetlerinin içinde yer alması gereken ülkenin önde gelen sanayii ve ticaret kurum, kuruluş ve şirketlerine,
Yazılı ve görsel basın-yayın organlarına ve diğer iletişim kurum ve kuruluşlarına,
Meslek örgütlerine,
Öğretmen yetiştiren öğretim üyelerine,
Öğretmenlere,
Okul yöneticilerine,
Ana-babalara, çocuğun eğitiminden sorumlu tüm aile üyelerine,
Kısacası; çocuğun/gencin gelişim ve öğrenmesini etkileyen tüm yakın ve uzak çevresine...
Karnemizde ne yazmaktadır: Milli Eğitim Bakanlığı tarafından hazırlanan rapora göre; bu yıl 1.210.112 öğrenci 8. Sınıftan mezun olmuş; bunların %85’i sınava katılmıştır. Sınava katılan 1.029.555 öğrenciden ise 138.993’ü merkezi olarak bir okula yerleşebilmiştir. Yani sınava katılan öğrencilerin sadece %14’ü Merkezi olarak yerleşmiştir.
Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınav’da çocuklarımız 20 soruluk Türkçe Testinden yaklaşık ortalama 12(%60)’sini; 20 soruluk Matematik Testinden ortalama 5(%25)’ini; 20 soruluk Fen Bilimleri Testinden yaklaşık ortalama 10(%50)’unu doğru cevaplayabildiler. Ayrıca çocukların başarıları arasındaki değişkenliğin/farklılığın çok yüksek olduğu ilk bakışta göze çarpan önemli bir sorundur. Bu durum, eğitim sistemimizin EŞİTLİK ilkesini zedeleyen, eğitim sistemimizde ACİLEN önlem alınmasını gerektiren önemli bir soruna işaret etmektedir. Çocukların başarıları arasında büyük uçurumların olması, eğitimimizin KAPSAYICI (inclusive) bir eğitim olmadığını; diğer bir deyişle, düzenlenen eğitim durumlarından, eğitim olanaklarından her bir çocuğumuzun aynı oranda yararlanamadığını göstermektedir. Sistemde çok küçük bir grup öğrenci (yaklaşık %14) iyi düzeyde öğrenmişken büyükçe bir çoğunluğu hiç öğrenememiştir.
Merkezi olarak yerleşen bu küçük gruptaki öğrencilerin başarıları incelendiğinde, doğru cevaplama yüzdelerinin Türkçe’de %87’ye, Fen Bilimlerinde %78’e yükseldiği; ancak, Matematikte sadece %56’da kaldığı görülmektedir. Bu durum, ölçme araçlarının geçerli olması koşuluyla seçilmiş öğrencilerin bile Matematik dersini iyi öğrenemediğinin bir göstergesidir. MEB tarafından verilen istatistikler incelendiğinde; ölçme araçlarının bilen öğrenciyi bilmeyen öğrenciden ayırt etme güçlerinin diğer bir deyişle, maddelerin geçerlik düzeyinin yüksek olduğunu göstermektedir. Bu durumda seçilmiş öğrencilerin Türkçe ve Fen bilimleri derslerinde yüksek performans gösterdikleri ancak Matematik dersinde orta düzeyde oldukları söylenebilir. Ayrıca, matematik dersi hariç öğrenciler arasındaki öğrenme değişkenliği büyük gruba göre azalma göstermiş olmakla birlikte Türkçe ve Fen Bilimleri derslerinde de hala normal dağılım düzeyinde bir değişkenlik göstermektedirler. Matematikte ise hala öğrenciler arasında normalden çok büyük değişkenlik/farklılık gözlenmektedir. Oysa bizim, eğitimciler olarak hedefimiz öğrencilerimizin öğrenme düzeylerini normal dağılımdan çıkarıp her öğrencimizin tüm derslerde en az % 75 düzeyinde öğrenmelerini sağlamak olmalıdır. Yani üst düzeyde öğrenen homojen bir grup haline gelmelerine rehberlik etmek; bilginin doğasını anlamlı olarak kazanmalarını ve bilgiyi üretebilecek düzeyde yapılandırmalarını sağlamak olmalıdır.
ÖSYM tarafından hazırlanan “2019 Yüksek Öğretim Kurumları Sınavı (YKS)”na ilişkin Rapor incelendiğinde de KARNE NOTUMUZUN “Ortaöğretim Kurumlarına İlişkin Merkezi Sınav” sonuçlarından büyük ölçüde farklı olmadığı; hatta daha da kötü olduğu söylenebilir. Bu durum, öğrenim düzeyi yükseldikçe öğrenme eksikleri yığınlaştığından öğrencilerimizin okullarımızda işe koşulan hâlihazırdaki öğretim süreciyle neredeyse öğrenemez hale geldiğine işaret etmektedir. YKS Testlerinden alınan puanlara bir göz atacak olursak; Temel Yeterlik Testi (TYT) kapsamındaki 40 soruluk Türkçe Testinde cevaplanan ortalama soru sayısı 15(%38); 20 Soruluk Sosyal Bilimler Testinde cevaplanan ortalama soru sayısı 7(%35); 40 soruluk Temel Matematik Testinde cevaplanan ortalama soru sayısı 6(%15); 20 soruluk Fen Bilimleri Testinde cevaplanan ortalama soru sayısı 3(%15)’tür.
Alan Yeterlik (AYT) testlerini doğru cevaplama ortalamaları ve öğrencilerin puanları arasındaki değişkenliğin Temel Yeterlik Testinden daha vahim düzeyde olduğunu söylemek mümkündür (Bknz: ÖSYM, 2019 YKS Testlerinin Ortalama ve Standart Sapmaları).
Yukarıda gerek Ortaöğretim Merkezi Sınavı gerekse Yükseköğretim Kurumları Sınav sonuçlarına ilişkin kısaca özetlenen sayısal veriler eğitim sistemimizdeki sorunlara ve bu sorunları gidermek üzere alınması gereken önlemlere ilişkin ipuçlarını çok açık olarak vermiştir.
Sorunlar sorunlar sorunlar
Öğrenim düzeyi yükseldikçe çocuklarımızın tüm derslerdeki öğrenme düzeyleri/başarı düzeyleri düşmektedir:
- Ortaöğretim Merkezi Sınavındaki Türkçe testine ilişkin başarı yaklaşık %60 iken Yükseköğretim Kurumları Sınavı, Temel Yeterlik Testi (TYT) kapsamındaki Türkçe Testine ilişkin başarı %38’dir. Alan Yeterlik Testinde (AYT) Türk Dili ve Edebiyatı testine ilişkin ortalama başarı da %20’dir. Okuduğunu anlama, tüm öğrenmeler/tüm alanların öğrenilmesi için önkoşul bir yeterliktir. Türkçe okuduğunu anlamaktan yoksun bireylerin ne matematik, ne fen bilimleri, ne sosyal bilimler, ne sanat, ne de edebiyat öğrenmesi mümkün değildir. Çocuklarımızın üst düzey düşünme becerilerini geliştirerek bilginin doğasını anlamlandırabilmeleri ve bilgiyi üretebilecek düzeye gelebilmeleri için öncelikle Türkçeyi öğrenmelerini, sözcük dağarcıklarını geliştirmelerini, Türkçeyi doğru yapılandırmalarını; kavramları doğru anlamlandırmalarını sağlamalıyız. Bilgi çağında bilginin doğasını anlamlı olarak yapılandırabilmek, bilgiyi üretebilmek; kendi dilinde etkili olarak düşünmeyi, anlamlandırmayı ve üretmeyi gerektirir. Ayrıca, Türkçeyi doğru olarak bilmeyen/kullanamayan bireylerin bir yabancı dili de nitelikli olarak öğrenebilmesi/kullanabilmesi ve o dilde üretebilmesi de olası değildir. O halde, Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarabilmenin, Dünya medeniyetine katkıda bulunmanın öncelikli koşulu kendi dilimizi ve kültürümüzü iyi öğrenerek; her bilim alanını doğru anlamak, anlamlandırabilmek ve bilgiyi üretmektir. Diğer bir deyişle; her tür öğrenme için önkoşul olan okuduğunu anlama, dinlediğini anlama, konuşma ve yazmayı kapsayan çocuklarımızın dil becerilerini geliştirmek üzere Türkçeyi ve Türk Dili ve Edebiyatını öğrenmelerini sağlamak öncelikli görevimiz olmalı; gerekli önlemleri ivedilikle almalıyız. Bu anlamda;
- Türkçe ve Türk Dili ve Edebiyatı alanlarıyla bu alanların Eğitiminde iyi yetişmiş “Öğretim Üyeleri” ve onların yetiştireceği “Öğretmen”lere duyulan gereksinimin büyük olduğu açıktır.
- Ayrıca, okullarımıza, dersliklerimize yapılacak çocuklarımızın, gençlerimizin kolayca erişebilecekleri zengin ilgi çekici, okumaya, öğrenmeye teşvik edici kitaplıklar;
- İl, ilçe, semt, mahalle, köylerde oluşturulacak aynı zamanda halkın fizyolojik ve psiko-sosyal ihtiyaçlarını da karşılayabilecek halk kütüphaneleri, çocukların, gençlerin, yetişkinlerin kitapla, dergiyle, gazeteyle vb. öğrenme kaynaklarıyla buluşmasını ve anlamlı olarak kullanmasını, dilini zenginleştirmesini, dil becerilerini etkili olarak geliştirmesini sağlayacaktır.
- Ortaöğretim Merkezi Sınavındaki Matematik testine ilişkin başarı yaklaşık %25 iken Yükseköğretim Kurumları Sınavı, Temel Yeterlik Testindeki (TYT) Matematik başarısı %15’tir. Alan Yeterlik Testindeki (AYT) Matematik başarısı ise %13’tür. Çocuklarımızın Ortaokul sonunda yaklaşık %25 olan matematik başarısının Lise sonunda %15’e düşmesi kuramsal anlamda beklendik bir bulgudur. Çünkü Matematik, Türkçe, Yabancı Dil vb. dersler aşamalılık ilişkisi yüksek derslerdir. Önceki konularda, ünitelerde, derslerde meydana gelen öğrenme eksikleri sonraki konuların öğrenilmesini engeller. Önceki öğrenme eksikleri giderilmeden onların üzerine inşa edilecek yeni öğrenmelerin gerçekleşmesi mümkün değildir. Tıpkı bir duvar örmeye benzer. Eğer duvarın birinci, ikinci, üçüncü sıra tuğlalarını düzgün yerleştirirseniz dördüncü sırayı düzgün örebilirsiniz. Önceki sıralardaki eksik tuğlalar, ya da tuğlaların dizilişindeki aksaklıklar sonraki sıraların düzgün örülmesini engelleyeceği gibi duvarın kısa sürede çökmesine de neden olur. Bizim bu sınavlardan elde edilen puanlarla, gerek Ülkemiz genelinde gerekse İller bazında yapılan analizler de eğitim sistemimizde ilkokulun başından hatta okulöncesi eğitim yıllarımızdan itibaren çocuklarımızın yaşantı ve sonuçta da öğrenme yetersizlikleriyle bugünlere geldiklerine işaret etmektedir. Bu nedenle de öğrenme eksikleri giderilmeden yapılan öğretimin hiçbir anlamı olamamış; öğrenme eksikleri yığınlaşarak bir müddet sonra çocuğu/genci Matematiği, Dili, Fen Bilimlerini öğrenemez hale getirmiştir. ABİDE sınav sonuçlarıyla yapılan araştırmada da okullarda açılan tamamlama kurslarına devam etme ile öğrencilerin başarı düzeyleri arasında olumlu yönde anlamlı ilişkiler bulunmuştur. Bu durumda, okulöncesi eğitim yıllarından başlayarak özellikle sosyo-kültürel bakımdan dezavantajlı illerde, ilçelerde, köylerde çocukların tüm gelişimlerini (bedensel, psiko-motor, sosyal, duygusal, bilişsel-zihinsel ve dil) destekleyecek eğitim kurumlarının açılması, var olan eğitim kurumlarının koşullarının iyileştirilmesi; köylerin, nitelikli öğretmenden yoksun bırakılmaması Türk çocuklarının bilgiyi üretebilecek düzeye gelmelerinde, Dünya Medeniyetine katkıda bulunmalarında, böylece geleceği yaratmada söz hakkına sahip olmalarında yaşamsal önem taşımaktadır.
Ek olarak; Matematiği alan olarak seçen öğrencilerin Matematik başarısının ortalama %13 olması ise ilginç bir bulgudur: Ya bizim çocuklarımızın kendi yeterliklerine ilişkin bir fikirleri yok; matematik başarısı ile ilgili abartılı bir benliğe sahipler ve bu alanda başarılı olduklarına inanıyorlar ya da ölçme araçlarımız yoklamak istediğimiz özelliği yani matematik yeterliğini ölçmüyor. Testlere ilişkin yapılan analizlerde bileni bilmeyenden ayırt ettiğine ilişkin yeterli kanıtlar bulunmaktadır. Bu durumda birinci önermenin doğru olma olasılığı büyüktür.
- Ortaöğretim Merkezi Sınavındaki Fen Bilimleri testine ilişkin başarı %50 iken Yükseköğretim Kurumları Sınavı, Temel Yeterlik Testindeki (TYT) Fen Bilimleri başarısı %15’e düşmüştür. Alan Yeterlik Testindeki (AYT) Fizik başarısı %9; Kimya başarısı %9; Biyoloji başarısı %11’dir. Çocuklarımızın Ortaokul sonundaki %50’lik başarısı, öğrenme eksikleri ve öğrenmeyi etkileyen aşağıda açıklanacak nedenlerle lise sonunda TYT Testinde %15’e, alan sınavlarında (Fizik, Kimya, Biyoloji) ise içler acısı bir düzeye düşmektedir.
Ancak bu düzeye getirebildiğimiz gençlerimizden üst düzey düşünme becerilerini kullanarak bilgiyi üretmelerini, teknolojiye aktarmalarını ve sonuçta da geleceği yaratmalarını nasıl bekleyebiliriz?
Sınav sonuçları; eğitimle uzaktan ya da yakından ilgili herkesin önüne çarpıcı bir tablo koymuştur. Elbette bu sonuç, dünden bugüne ortaya çıkmış bir sonuç değildir. BU DURUM;
- yılların ihmalinin;
- bilimsel temellere dayalı olmadan, günü kurtarmaya dönük alınan kararların;
- liyakata dayalı olmayan atamaların;
- gerektiğinde üstlerini uyaramayan koltuk sevdalısı yöneticilerin, danışmanların;
- ülkenin kıt kaynaklarının popüler söylemlere/sözde projelere harcanmasının;
- bilimde, uygulamada birikikliğin/tecrübenin, edinilen kazanımların yok sayılmasının;
- “yeni” adı altında popülist söylemlerle ülkenin eğitim sistemini yönetmenin;
- bilginin doğasını kazanmayı, bilgiyi üretmeyi sağlayacak eğitim programları ve beyin dostu eğitim ortamları ve kaynaklarından yoksunluğun;
- bilgiyi üretmeye rehberlik edecek öğretmen yetiştirme ve atamadaki yetersizliklerin;
- ülkede “aydın” denecek nitelikli, entelektüel, vizyonu geniş, bilim alanını anlamlı olarak yapılandırmış, bilgiyi üretecek düzeyde bilim insanı ve bilim eğitimcisi yetersizliğinin;
- araştırma-geliştirme faaliyetlerine, bilginin teknolojiye aktarılmasına destek vermeyen, bütün destekleri devletten beklemeyi alışkanlık haline getirmiş sanayici/işadamı tutumunun;
- çocukların, gençlerin kendi kültürünü benimsemesi, geliştirmesini; farklı kültürleri tanımalarını, saygı duymalarını sağlayacak; bilgiyi anlamlı olarak yapılandırmalarına ve üretmelerine katkı getirecek ilgi çekici programlara, belgesellere günün herkesin izlediği saatlerde yer vermeyen görsel yayın kuruluşlarının ve kültürü yozlaştıran yazılı materyallerin;
- çocuğunun eğitimi konusunda öğretmen, okul ve diğer kurumlarla işbirliği yapmayan, ana-baba eğitiminden yaralanmayı gereksiz gören aile tutumunun;
- demokratik yaşamın bir gereği olarak kendi yaşamını ve öğrenmesini nitelikli bir biçimde başkalarının haklarına da saygı duyarak yönetme sorumluluğunu öğretmediğimiz çocuk yetiştirme biçimimizin BİR SONUCUDUR.
Bu sonuçtan nasıl kurtuluruz?
Yazının başında da belirttiğim gibi her kurum, her birey kendi üzerine düşen görevi, sorumluluğu en iyi şekilde yerine getirdiğinde bu sonuçtan kurtulabiliriz. Öncelikle Devleti yönetenlerin almaları gereken önlemlerden başlayacak olursak:
- Eğitim sistemindeki tüm atamalarda liyakat temele alınmalı; ehliyetsiz kişilerin elinde eğitim sistemi ve geleceğimiz heba edilmemelidir.
- Eğitim sistemini yap-boz tahtasına döndürmekten vazgeçilmeli; ne amaçla yapıldığı, ne olduğu belirsiz, kafa karışıklığına yol açan, bilimsel temelden yoksun, sürekli bir değiştirme içinde olmak yerine; eğitim sisteminin öğelerini geliştirme için çaba harcanmalıdır. Bilimin birikikliğine önem verilmeli; tecrübeden yararlanılmalı; her yapılan değişikliğin daha ileriye gitmeyi sağlayan ürünleri olmasına özen gösterilmelidir. İlerlemeyi sağlayan değişiklikler bilimsel temellere dayanmalı; popülist yaklaşımlardan ve moda söylemlerden kaçınılmalıdır.
- Çocuklarımızı nitelikli olarak yetişmiş ÖĞRETMENLERLE BULUŞTURMAK öncelikli görevimiz olmalıdır. Hali hazırda, yetişmiş öğretmenlerin kadro yokluğu nedeniyle atanamaması ve derslerin ya boş geçmesi ya da öğretmen olan ya da olmayan ücretli öğretmenlerle doldurulması hem öğrencilerin öğretmene güven duymasını, benimsemesini hem de öğretmenlerin okula, öğrenciye, veliye aidiyet hissetmesini ve öğretme motivasyonunu zedelemektedir. Bu nedenle, eğitim gibi ülkenin dününü anlamayı, bugününü ve geleceğini yaratmayı sağlayan insana yatırımın yapıldığı bir hizmet alanında, öğretmen ihtiyacının giderilmesinin KADRO olanaklarıyla sınırlandırılması ülkenin geleceğini ipotek altına almaktır. Devleti yönetenlerin ivedilikle bu yaklaşımdan vazgeçerek Ülkemizin çocuklarını nitelikli eğitim alacakları gerçek öğretmenlerle buluşturmaları gerekmektedir. Aksi durumda, Türkçe okuduğunu anlayamayan, matematik bilmeyen, fen bilimlerinden bihaber çocuklardan, gençlerden kendilerini gerçekleştirmelerini, bilgiyi üretip, teknolojiye aktarmalarını ve Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarabilmelerini, dünya medeniyetine katkıda bulunmalarını ummak safdillik olur.
- Okul binaları, bahçeleri okul mimarisine uygun olarak yapılmalı; derslikler, laboratuvarlar, spor, sanat, müzik alanları, kütüphane beyin dostu, araştırmayı, öğrenmeyi teşvik edici; öğrencilerin bulunmaktan keyif aldıkları bir yer haline dönüştürülmelidir. Okullar bahçesizlikten, beton yığını olmaktan kurtarılmalı; tek katlı okul binalarıyla çocukların/gençlerin doğaya yakın olması sağlanmalıdır.
- Eğitim sisteminin ürünleri, büyük ölçüde hazırlanan/geliştirilen eğitim programları ve bu eğitim programlarına can veren öğretmenlerin, okul yöneticilerinin eseridir. Kısacası, eğitimin çıktılarında eğitim programlarının niteliğinin payı büyüktür. Eğitim programları, öğretmene nitelikli insangücü yetiştirmede, öğrencilerinin potensiyellerini en üst düzeyde geliştirmelerine rehberlik etmede yol göstericidir. Oysa moda söylemlerle hemen her alanda bilginin doğasını, aşamalılığını dikkate almadan oluşturulmuş eğitim programları, çocukların bilgiyi anlamlı yapılandırmasını ve bilgiyi üretmesini sağlamaktan uzaktır. Örneğin; eğitim programlarıyla ilgili konuşmaya başlayan birçok yetkili, bizim ülkemizdeki programların bilgi bakımından çok yüklü olduğu ve sadeleştirmek gereğinden söz eder. Oysa öğretim programlarımız incelendiğinde, bizde çocuklarımıza verilen bilginin ne kadar derinlikten ve anlamdan uzak, yüzeysel bir bilgi olduğu görülebilir. Batıdaki programlarda bilginin çocuklara anlamlı bir aşamalılık içinde daha derinlemesine, yaşamının bir parçası olarak verilecek biçimde düzenlendiğini görmek mümkündür. Örneğin, ABD’de 3-4 yaşındaki çocukların grafiği yaşamlarının bir parçası olarak nasıl keyifle öğrendiklerine şahit oldum. Bizde de öğretme biçimimizle, kitaplarımızdaki yanlış görseller ve bilgilerle çocukların gözlerini grafik hazırlamaktan, grafik okumaktan öylesine korkuturuz ki çoğu zaman, doktora düzeyine geldiğinde bile “grafik” görmek istemez; grafiği anlamlı olarak yaşamında kullanamaz.
- Çeşitli basın yayın organlarında, Eğitim Programları, eğitim ortamları, eğitim materyalleri, çocukların gelişim ve öğrenme özellikleri vb. konularda topluma mesaj verecek kişilerin özenle seçilmesi gerekir. Herkesin her konuda televizyonlarda ve diğer basın yayın organlarında ahkâm kesmesine yol açılmamalıdır. Örneğin; Türkiye’de eğitimle uzaktan ya da yakından ilişkili birçok kişi televizyonlarda, çeşitli medya kuruluşlarında, çeşitli toplantı ve platformlarda “21. Yüzyıl becerileri” olarak adlandırdıkları üst düzey düşünme becerilerinin çocuklarımıza kazandırılmasından söz eder. Bu beceriler nelerdir? Eleştirel düşünme becerisi, problem çözme becerisi, yaratıcı düşünme becerisi vb. Sanki bu beceriler, 21. Yüzyıldan önce yaşamış insanoğlu tarafından hiç kullanılmamış gibi... Ancak, daha ileri giderek “eğitim sürecinde bilimsel bilgiyi öğrenmenin önemli olmadığını, bilgiyi internetten kolaylıkla bulabileceklerini; önemli olanın eleştirel düşünme, problem çözme, yaratıcı düşünme vb. becerileri kazanmaları olduğunu” ifade ederler. Bu kişilerin üst düzey düşünme becerilerinin nasıl kazanıldığına ilişkin bilginin doğasını kazanamadıkları bu cümlelerinden anlaşılmaktadır. Ancak, içeriğin önemli olmadığını söyleyerek topluma, çocuklara yanlış mesaj vermekte, karar alıcıları da yanlış yönlendirmektedirler. İncelendiğinde birçok dersin “Öğretim Programında” “İçerik” boyutunun yer almadığını görmekteyiz. Bu kişilere sormak lazım: üst düzey düşünme becerileri içeriksiz, bilgisiz ne amaçla, nasıl işe koşulabilir? Acaba Einstein İzafiyet Kuramını üretirken Felsefe, Matematik ve Fen Bilimleri hatta Sosyal Bilimler alanlarına ilişkin bilgiye derinlemesine sahip olmadan mı eleştirel düşünebildi, problem çözebildi ve yeni bir kuram üretebildi? Acaba ünlü otomobil şirketleri, hava araçları üreticileri, NASA vb. kurumlar, şirketler çalışanlarını seçerken “adaylara sizin bilginiz bizim için önemli değil, yeter ki siz üst düzey düşünme becerilerine sahip olun” mu diyorlardır. Ya da tersine, çeşitli konu alanlarının bilgisini kapsayan bir durum verip o durumu sahip oldukları bilgiyle eleştirel olarak değerlendirmelerini, yaratıcı olarak problemleri çözmelerini mi bekliyorlardır? Üst düzey düşünme, konu alanlarının bilgisinden bağımsız gerçekleşebilir mi? Sadece internetten edindiği bilgiyle, bilginin doğasını anlamlandırmadan, o bilgiyi yaşamında işe koşmadan o bilgi, durum, olay, araç hakkında birey eleştirel düşünebilir mi, problemlere yaratıcı çözümler üretebilir mi? Hepimizin bildiği gibi; birey, bildiği bir konuda soru sorabilir, derinlemesine bildiği anlamlandırdığı bir konuda problemlere çözüm/ yaratıcı çözümler üretebilir. Bilginin doğasını anlamlı olarak kazanamayan bireyin/bireylerin bilgiyi üretmesini beklemek boşunadır. Ne yazık ki, üst düzey düşünme becerilerine ilişkin bilginin doğasını anlamlandıramamış, moda kavramlarla konuşmayı alışkanlık haline getiren, bu yolla da itibar görenlerin ortaya koyduğu “İNOVASYON”, kazandırdıkları 21. Yüzyıl becerileri Liselere ve Üniversiteye Geçiş Sınav sonuçlarında kendini yansıtmaktadır.
- Bilginin önemli olmadığı düşünülerek hazırlanan öğretim programları, liselere geçiş sınavında öğrencilerin 20 Türkçe sorusundan yaklaşık ortalama 12’sini; 20 Matematik sorusundan yaklaşık ortalama beşini; 20 Fen Bilimleri sorusundan yaklaşık ortalama 10’unu doğru cevaplamalarını sağlayabilmiştir. Öğrencilerin başarıları arasındaki değişkenliğe bakınca okulların, öğretmenlerin, ana-babaların sorumluluklarını yerine getirmediklerini göstermektedir. Ana-babaların eğitim düzeyi yükseldikçe çocukların başarısının arttığı gözlenmektedir.
- Ayrıca, bu sınav sonuçlarından elde edilen bulgular, tüm bölgelerde bulunan sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel bakımdan dezavantajlı bazı illerdeki çocukların başarılarının daha da düşük olduğunu göstermektedir. Bu durumda, taşımalı eğitimden vazgeçilmeli; Okulöncesi eğitimden başlayarak köyleri, okul ve öğretmenleriyle tekrar buluşturulmalıdır. Böylece, köyde toplum lideri olarak öğretmenin varlığı, ailelerin eğitimine ve yaşam standartlarının gelişmesine katkıda bulunacağından çocukların bir bütün olarak gelişimi de mümkün olacak ve okul başarıları yükselecektir.
- Yapılan birçok araştırmada, ABİDE ve bu sınav sonuçlarıyla elde edilen bulgularda da anne-baba eğitim düzeyleri, evdeki kitap sayısı vb. sosyo-kültürel özelliklerin çocukların başarısına olumlu katkıda bulunduğu ortaya çıkmıştır. Bu anlamda, çocuğun evdeki öğrenme çevresinin oluşturulmasında, okul yönetimi-öğretmen-ailenin işbirliği, olumlu iletişimi; gerek okul yönetimi gerekse öğretmen tarafından aileye yapılan rehberlik, çocuğun başarısında önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle, okul yönetimleri ve öğretmenler aileler ile olumlu ve teşvik edici demokratik bir iletişim kurmalı; ailenin yaşam ve eğitim standartlarını geliştirmelerine rehberlik etmelidirler.
Prof. Dr. Nuray Senemoğlu