Bilim tarihinin karanlık yüzü: Köle ticareti

Öne Çıkanlar Toplum Yaşam Bilimleri
Bilim tarihinin karanlık yüzü: Köle ticareti

Bilim, bugün geldiği noktaya çok da temiz bir yolculukla ulaşmadı. Botanik, entomoloji, zooloji, fizik ve jeoloji gibi birçok disiplin, 10 milyonun üzerinde Afrikalı'nın köle olarak kullanıldığı ticaret üçgenine çok şey borçlu.

18. yüzyılın başında, Avrupa bilimi doğayı “fethetmeye” hazır görünüyordu: Isaac Newton kısa süre önce anıtsal yerçekimi teorisini yayınlamıştı. Hans Lippershey’in icat ettiği teleskopla gökyüzü, yeryüzüne indiriliyordu. Robert Hooke ve Antonie van Leeuwenhoek da benzer bir devrim gerçekleştirerek icat ettikleri mikroskopla mikro kozmosa pencere açıyordu. Bilim tarihine meraklı olanlar bu isimleri bir şekilde duymuştur. Ancak derinlerden gelen ve izini birkaç bilim tarihçisi hariç kimseye belli etmeyen ama bilime karanlık bir yoldan da olsa büyük katkıda bulunan birisi vardı: James Petiver.

Kraliyet Cemiyeti üyesi bir Londra eczacı olan Petiver’in botanik ile entomoloji üzerine çalışmasına olanak tanıyan ve binlerce parçadan oluşan bir koleksiyonu vardı. Daha ilginci ise bu disiplinlerin gelişimi için köle ticareti ile bağlantı kurmuştu. Londra’dan dışarı pek de adım atmayan Petiver, sömürge kolonilerinde hayvan ve bitki örnekleri toplayan onlarca gemi cerrahı ve kaptanlarından oluşan küresel bir ağ kurmuştu. Petiver uzak diyarlardan getirilen bu örneklerle bir müze ve araştırma merkezi kurdu. Bu örneklerin toplanması, köle ticaretini araç olarak kullanmaktan başka bir şekilde yapılamazdı. Zira köle ticareti dışındaki çok az sayıda gemi Afrika ve Latin Amerika'daki kilit noktalara gidebiliyordu. Kaldı ki çoğu bilim insanının böyle bir seferi finanse etmesi de güçtü. Petiver, krallıkların finanse ettiği bu “kirli araç” sayesinde dünyadaki en büyük doğa tarihi koleksiyonunu oluşturdu ve bu koleksiyon, onu ziyaret eden bilim insanlarını (taksonominin babası Carl Linnaeus dahil) derinden etkiledi.


Petiver’in evi birçok amaca yönelikti: fizik ve ilaç ticareti yapan bir dükkân, yarı halka açık bir merak müzesi, kendi araştırma ve yayınları için bir mekân, arkadaş ve meslektaşlar için girişken bir tatil yeri ve uluslararası bir yazışma ağının merkezi.

Bilim kölelik sayesinde ilerledi

Günümüzde bilim tarihçileri, doğa bilimcilerinin arasındaki yazışma ve köle şirketlerinin kayıtlarını inceleyerek, bilim ve kölelik arasındaki bağlantıları ortaya çıkarıyor ve bu bağların ne kadar derin ve iç içe geçtiklerini ortaya koyuyorlar. Tüm bunlar, geçmişte yaşanmış, yok olup gitmiş şeyler de değil. Zira köle ticareti sayesinde toplanan binlerce örnek halen doğa tarihi müzelerinde, üniversitelerde ve enstitülerde “varlıklarını” sürdürüyor. Bu örnekler bugün genetik ve taksonomi araştırmalarında kullanılıyor. Başka bir deyişle, bilim, köleliğin sırtına basarak basamak atladı ve bu kirli mirası kullanarak ilerlemeye devam ediyor.

New Brunswick'teki Rutgers Üniversitesi'nde, kölelik ve bilim tarihi üzerine yazılar yazan New Jersey'li bir tarihçi olan James Delbourgo da bu görüşe katılanlardan yalnızca biri. “Bu başa çıkmamız için zor bir hikâye” diyor. Bilimin ilerici doğasına olan inancın, tarihçileri geçmişe eleştirel bir bakış atmakta isteksiz hale getirdiğini savunuyor. Kaliforniya Politeknik Eyalet Üniversitesi’nden bilim tarihçisi Kathleen Murphy ise “Genellikle köle gemilerinin sefil ve insanlık dışı alanlarını aynı anda doğa tarihinin alanı olarak düşünmüyoruz” diyor ve ekliyor, “Petiver'in müzesi, bunun tam karşılığıdır."

16. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar devam eden “ticaret üçgeni” sırasında milyonlarca Afrikalı, Amerika’ya köle olarak gönderildi. Avrupa’ya hammadde taşındı ve mamuller Afrika’ya gitti. Ticaret üçgeni, Avrupalı koleksiyonerler ve bilim insanlarına Afrika ve Amerika'dan gelen örneklere erişim sağladı.

Uzak bölgelere erişimin yolu: Köleliğe dayanan ticaret üçgeni

Kölelik medeniyet kadar eski, ancak 1500 ile 1800'ler arasındaki transatlantik köle ticareti dönemi özellikle acımasızdı. Tahminler değişkenlik göstermekle birlikte o dönemde en az 10 milyon Afrikalı köleleştirildi, kabaca yarısı köle limanlarına giderken ya da okyanus boyunca yolculuk yaparken ölüyordu. Ancak istatistikler, köle gemilerindeki acımasızlığı tam olarak yansıtmıyor. Sözgelimi, kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere milyonlarca Afrikalı, hastalıkların yaygınlaştığı ve itaatsizlikten dolayı ağır cezaların verildiği kirli yerlerde haftalarca tutuluyordu. Köpekbalıklarının yolculuğa çıkan gemileri takip ettiği gibi korkunç bir gerçek söz konusu. Zira köpekbalıkları, kölelerin çeşitli sebeplerle denize atılacağını veya bu zor şartlara dayanamayanların kendiliğinden atlayacağını -intihar edeceğini- biliyorlardı.

Canı alınan ve köleleştirilen yerliler de cabası. Bu ticaret üçgeninde tam olarak kaç köle ve köleleştirilen yerlinin öldürüldüğü bilinmiyor. Köle karşıtı görüşleriyle ilk insan hakları savunucusu olarak nitelendirilen, Kolomb’un katıldığı ilk seferi ve onun hayatını kaleme alan Dominiken keşiş Bartolomé de las Casas (1474-1566), bu sayının Amerika anakarasında 50 milyonu bulduğunu söyler. Latin Amerikalı tarihçi yazar-gazeteci Eduardo Galeano ise İspanyolların kıtaya ayak basmasından 100 yıl sonra kıtada 3,5 milyon yerli kaldığını yazar. Galeano, bir kıtanın yağma edilişinin “acı” tarihini sunma amacı taşıyan Latin Amerika’nın Kesik Damaları eserinde o dönemi şöyle anlatıyor: Altın, gümüş ve şeker: Tüketici olmaktan çok, sağlayıp donatıcı bir karakter taşıyan sömürge ekonomisi, Avrupa pazarının taleplerine göre biçimlenecek ve onun hizmetine girecekti. Nitekim 16. yüzyılın büyük bir kısmı boyunca Latin Amerika'nın değerli madenler ihracatının tutarı, ithalat tutarından dört kat fazla olmuştur. İthalatın büyük bölümünü köleler, tuz, şarap, zeytinyağı, silah, kumaş ve çeşitli lüks maddeler meydana getiriyordu, Buna karşılık, okyanusun öbür yakasındaki genç Avrupalı ulusların birikim yapmalarını sağlayacak kaynaklar ardı arkası kesilmeksizin oraya akıyordu. Can çekişen yerlileri bir yandan kırbaçlarken bir yandan da Hıristiyanlaştıran fatihlerin temel görevi, bu kaynakların sürekli akışını sağlamaktı. İspanyol sömürgelerinin ekonomik yapısı, böylece, dış pazara bağımlılık çerçevesinde oluştu; dolayısıyla da temeli bakımından ihracat sektörüne bağlı kaldı.”

Bu birikimden bilim de nasibini alacaktı tabii ki. Avrupa’da (Eski Dünya’da) krallıklar, bilimsel keşiflere sponsor oluyordu. Afrika ve Amerika’yı ziyaret eden çoğu gemi “ticaret üçgeni”nin bir parçasıydı. Bu üçgende Latin Amerika’ya getirilen Afrikalıların karşılıksız emeği üzerinden mal üretimi gerçekleştiriyordu; köleler üretiyor ve ürettiklerini Avrupa'ya götürüyordu. Bilim insanları da bu ticareti bir yol olarak kullanıyor ve Afrika ile Amerika’ya ulaşmak için köle gemilerine biniyorlardı. Veyahut Petiver gibi evlerinden çıkmayarak uzaktaki aracıları kullanıyorlardı. Medeniyet adı verilen tek dişi kalmış canavar, köleliğin sırtında yükseliyor; bilim insanları da uzak bölgelere erişim sağlamak için bundan faydalanıyorlardı.

Sömürgeleştirme hareketlerinde bilim insanları

İspanya’nın yanı sıra Portekiz, Fransa ve Hollanda köle ele geçirip satıyordu. Ancak, bilim tarihçilerinin çoğu, 1700'lerde dünyanın en büyük ve en güçlü filolarına sahip olan ve maceracı bilim insanlarına kol kanat geren Büyük Britanya'ya odaklanıyor. İngiliz köle gemileri Amerika'ya ulaştığında, mürettebatın limanda kalması ve etrafa dokunmaması emrediliyordu. Çünkü -özellikle- İspanya, bazı kazançlı doğal kaynaklar üzerindeki tekelini korumak istiyordu. Ancak Petiver gibi “kıvrak zekalı” bilimciler, İspanya'nın bu kuralı uygulamak için tam kontrolü olmadığını biliyordu. Böylece örnekleri toplamak için ekip üyelerini sinsice yetiştirdiler.

Tarihçi Murphy'nin araştırması, Petiver'in çoğunlukla okyanus boyunca yolculuk yapan gemi cerrahlarını kullandığını gösteriyor. Petiver, genellikle böcekler için kavanozlar ve bitkileri preslemek için kitler tedarik etti. Dikkat çekici bir şekilde, bazı doğa bilimcileri, köleleri koleksiyoner olarak yetiştirmeleri için yurtdışındaki temaslarına direktif veriyordu. Çünkü köleler, Avrupalıların bilmediği, göremeyeceği alanları biliyordu. Bu köleler neredeyse hiçbir zaman çalışmaları için para alamadılar, ancak Petiver her düzine böcek için onlara eski bir İngiliz parası olan “half-a-crown” (bugün 18 dolar) ya da her düzine bitki için 12 peni (7 $) ödemeyi teklif etti.

Köleliğin sırtında yükselen bilim

Sonuç: İngiltere’ye gelen sayısız doğa tarihi örneği oldu. İngiltere'ye güvenli bir şekilde gelen eşyaların içinden neler çıkmıyordu ki? Devekuşu yumurtaları, Goliath böcekleri, kelebekler, tembel hayvanlar ve armadillolar gibi egzotik buluntular da dahil olmak üzere birçok örnek. Dönemin doğa tarihi koleksiyoncuları çok heyecanlandılar. Ancak gerçek hazineler, Murphy'nin yazdığı gibi, kinin içeren cinchona kabuğu, derin mavi çivit ve parlak kırmızı kokineal gibi boyalardı. Böceklerden elde edilen sonuncusu, ons başına gümüşten daha değerliydi.

Botanik ve entomoloji başta olmak üzere birçok bilim alanı köle ticaretinden yararlandı. Sözgelimi Linnaeus'un bir öğrencisi, Sierra Leone'deki ilk gezisinde 15 dakika içinde bilime üç yeni tür kazandırdığını bildirdi. Köleliğe bağlı doktorlar da insan kalıntıları (kemik, polip, fetüs vb) topladı. Yale Üniversitesi’nde köle ticareti ve tıp hakkında bir kitap yazan Afrika’nın çalışmalarından sorumlu bilim insanı ve profesör yardımcısı Carolyn Roberts, vücut parçalarının da ticaret malı olduğunu söylüyor. Tıp biliminin yanı sıra fizikçiler de köle ticaretinden nasibini alıyordu. Edmond Halley gibi gökbilimciler, köle limanlarından ay ve yıldızların gözlemlerini istediler ve jeologlar bu ticaret ağı sayesinde kaya ve mineraller topluyordu. Bilimsel araştırmalar, o yıllarda yalnızca köleliğe dayanmakla kalmadı, onu mümkün kıldı ve erişimini genişletti.

Doğa Tarihi müzesini resmeden bir gravür; Petiver’in koleksiyonu önce Sloane’in koleksiyonuna dahil olacak, ardından bugün bulunduğu Londra Doğa Tarihi Müzesi’ne taşınacaktı.

Geçmişle hesaplaşma

Köle ticareti ile bağları olan pek çok doğa tarihi örneği, soluğu müzelerde aldı. Petiver 1718'de öldüğünde, Londra'da Hans Sloane adında bir doğa adamı, onun koleksiyonunu aldı. Sloane 1753'de öldüğünde ise Petiver'in elindeki örnekleri de içeren koleksiyonu İngiliz hükümetinin ilgisini çekti ve koleksiyon Londra'daki British Museum'un ve Doğa Tarihi Müzesi’nin kuruluşunu destekledi. Tarihçi Murphy, köle ticareti yoluyla toplanan örneklerin bugün sadece Doğal Tarih Müzesi’nde değil aynı zamanda Oxford Üniversitesi Herbaria, Royal Society ve Chelsea Physic Garden'da da bulunduğunu ifade ediyor.

Bu kurumların temsilcileri, örneklerin kaçının kölelikle bağlantısı bulunduğu konusunda rakamlar ortaya koymanın zor olduğunu söylüyor. Ancak, 18. ve 19. yüzyıllara dayanan belgeler, bu örnekler için köleliği işaret ediyor. Örneğin İngiliz natüralist Henry Smeathman, kölelik ticareti sayesinde tek başına 600 tür bitki ve 710 tür böcek toplayarak İngiltere'ye geri dönüyordu. Ve bugün birçok eski örnek parçalanmış veya kaybolmuş olsa da en azından bazıları Avrupa’daki hemen hemen her enstitünün doğal tarih koleksiyonlarında “hayatta kalmaya” devam ediyor.

Bu koleksiyonlar sadece antika merakından ileri gelmiyor. Bilim insanları bu örnekler üzerinden halen gen ve taksonomi çalışmaları yapıyor: Koleksiyonların çoğu, diğer tüm bireylerle karşılaştırıldığı türün tarif edilen ilk örneklerini içeriyor. Bu koleksiyonlar aynı zamanda bitkilerin evcilleştirilmesi, iklim değişikliğinin tarihi ve türlerin coğrafi dağılımlarındaki değişimlerin incelenmesi için de paha biçilmez. Bilim insanları, bitkilerin ve hayvanların yüzyıllar boyunca nasıl geliştiğini incelemek için örneklerden DNA bile elde etmiş durumdalar. Bu koleksiyonlardan birine sahip olan Oxford Üniversitesi Herbaria'nın küratörü Stephen Harris, “Çoğu bilim adamı, koleksiyonların kökenlerinden habersiz.” diyor.

Şimdi, erken bilim ve kölelik arasındaki bağlantı, bir nebze de olsa gün ışığına çıktığına göre önemli bir soru kalıyor: Bilim insanları bu konuda ne yapmalı? Tarihçiler, “kirli” geçmişi kabul etmenin bir başlangıç ​​olduğunu söylüyor. İngiltere'deki bazı örgütlerin yanı sıra Yale, Georgetown ve Brown gibi ABD üniversiteleri de kölelikten nasıl faydalandıklarını kabul etmiş durumda. Araştırma raporlarında, bilim insanlarının örnekleri nasıl toplandığının açıkça belirtmesi öneriliyor. Çünkü numunelerin kökenini dikkate almak, özellikle bazı durumlarda kayıt toplama yetersizliği göz önüne alındığında, bugünkü araştırmaları iyileştirebilir. Ne olursa olsun bilim ve köle ticareti arasındaki bağlantıların, tazminatlar ve köleliğin tarihsel mirası hakkındaki tartışmaları büyüteceği de aşikâr.

Sir Hans Sloane, 71.000 örnek toplayarak Londra'daki British Museum, British Library ve Doğa Tarihi Müzesi'nin kuruluşunu sağladı. İrlandalı bir doktor, doğa bilimci ve koleksiyoncuydu. 24 yaşındayken Kraliyet Cemiyeti'ne seçilen Sloane, kendi koleksiyonuna ek olarak, uzak mesafelere ulaşmak için köle gemilerini kullanan diğer doğa bilimcilerinin koleksiyonlarını satın aldı. Sloane 1753'de öldüğünde, örnekleri British Museum'un kurucu koleksiyonu oldu. Örnekler daha sonra Londra’nın Doğa Tarihi Müzesi’ne getirildi. Sloane'in bitki koleksiyonları, "on yedinci ve on sekizinci yüzyıllarda yapılan en kapsamlı botanik koleksiyon serisi" olarak tanımlanıyor ve 337 ciltten oluşuyor.

Derleyen: Batuhan Sarıcan / [email protected]

Kaynaklar:

Eduardo Galeano, Latin Amerika’nın Kesik Damarları, Çev: A.Tokatlı ve R.Hakmen, Çitlembik Yayınları, s.50

Bartolomé de las Casas, Yerlilerin Gözyaşları: Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi, Çev: Oktay Etiman, İmge Kitabevi, s.34

https://www.sciencemag.org/news/2019/04/historians-expose-early-scientists-debt-slave-trade

https://blogs.royalsociety.org/history-of-science/2018/03/27/james-petiver/