1999 İzmit ve Düzce depremlerinin, kısacası Marmara Depremi’nin üzerinden tam 20 yıl geçti. Richter ölçeğine göre ilki 7,5 Mw, ikincisi 7,2 Mw olan depremlerde 20.000 civarında insan hayatını kaybetti. Bu büyük acı unutulmadı ama alınan önlemler halen çok kısıtlı. Elle tutulur bir deprem eylem planımız bile yok. 36 milyar doları bulan deprem vergilerinin nereye gittiği de belli değil.
Buna karşılık uzmanlar, gerçekleşmesi beklenen büyük depremin milyona varan can kayıplarına neden olacağı konusunda uyarıyor. Tam da bu aşamada Türkiye’nin bu konudaki en aktif üniversitelerinden İstanbul Teknik Üniversitesi’nde (İTÜ) çok önemli bir buluşma gerçekleşti.
İTÜ bu büyük felaketin 20.yılında çok önemli bir işe imza atarak dünyanın en önemli yer bilimcilerini, bu yıl 23.’sü düzenlenen ATAG (Aktif Tektonik Araştırma Grubu) etkinliğiyle eşzamanlı olarak gerçekleşen konferansta, İTÜ Ayazağa Kampüsü Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde bir araya getirdi. Biz de HBT olarak bu önemli konferansta yerimizi aldık.
Xavier Le Pichon, Dan McKenzie ve John Dewey İstanbul’da
Kimler yoktu ki? Prof. Dr. Celal Şengör’ün (İTÜ) ev sahipliğinde gerçekleşen etkinlikte, Oxford’dan Prof. Dr. John F. Dewey, Collège de France’dan Prof. Xavier Le Pichon ve geçtiğimiz yıl kendisiyle yine İTÜ’de bir söyleşi gerçekleştirdiğimiz Cambdridge’den Prof. Dan McKenzie ilk gün konuşmacıları olarak yer aldı. Etkinlik dünyanın dört bir yanından onlarca bilim insanıyla 18 Ekim’e kadar devam ediyor.
“1999 Marmara Depremlerinin 20. yılı” temasıyla gerçekleşen bu uluslararası konferans, Marmara Denizi’nde Kuzey Anadolu Fayı üzerine yapılmış tüm ulusal ve uluslararası projelerin bulguları bir araya getiriyor. 4 gün süren konferansa, ABD’den Avrupa ülkelerine, Japonya’dan Çin ve Azerbaycan’a kadar dünyanın dört bir yanından konuyla ilgili önemli bilim insanlarının çalışmalarını sunacak olmaları sebebiyle çok önemli. Bugüne kadar Kuzey Anadolu Fayı’na benzer fay kuşaklarıyla yapılan karşılaştırmalar açısından en kapsamlı konferans olduğu için de kayda değer.
Prof. Dr. Celal Şengör: "Türkiye'deki deprem araştırmalarının gelişiminde bu üç isme çok şey borçluyuz."
Prof. Dr. Celal Şengör, açılış konuşmasını “20 Years After: From the view point of neotectonics of the Eastern Mediterranean” başlığıyla yaptı. 20 yılın ardından Doğu Akdeniz'in neotektoniğine bakış atan Celal Şengör, Marmara Denizi ve çevresinin, yaklaşık 20.000 kişiyi öldüren ve sayısız insanı evsiz bırakan trajik 1999 depremlerinin bir sonucu olarak, jeolojik olarak dünyanın en bilinen noktalarından biri haline geldiğine vurgu yaptı. Üzerinde bulunduğumuz bu bölgeyle ilgili yapılan araştırmalardaki büyük ilerlemenin, sadece finansmanın çoğunu değil aynı zamanda teknik uzmanlığı da sağlayan Avrupalı dostlarına borçlu olduğunu belirterek Xavier Le Pichon, Dan McKenzie ve John Dewey’in bölgeyle ilgili çalışmalardaki önemine değindi. Bu üç ismin de şu an İTÜ’de öğretim üyesi olan isimlere verdiği eğitimlerden de bahsederek şöhretli yer bilimcilerle olan anılarını paylaştı.
Şengör’ün değindiği bir diğer önemli nokta ise Türkiye’de jeolojinin kurucusu İhsan Ketin’di. Hem McKenzie hem de Dewey’in, Ketin’le arkadaşlarından dem vurdu. “Onlara minnettarlığımız, sadece kelimelerle ifade edilemez.” diyen Şengör, Türkiye'nin neotektoniğini düzenleyen faktörlere bakmaya karar verdiğini belirterek son yirmi yılda öğrendiği bir şeyin de daha eski jeolojinin Türkiye'nin neotektoniğini ne kadar etkilediği olduğunu fark etmek olduğunu söyledi.
Şengör’ün ardından Oxford’dan John F. Dewey, “Transtension in the brittle field; implications for volcanism, hydrology, and geotheral power” başlık konuşmasını yapmak üzere kürsüdeki yerini aldı. 1976'dan beri Türkiye’nin neotektoniğine yönelik çalışmalarıyla tanınan Dewey, kırılgan alanlarda alanda transtansiyon üzerinden volkanizma, hidroloji ve jeotermal enerji için çıkarımlarda bulundu. Yapısal jeolojinin ana ve zor bir sorununun kırılgan üst kabuğun toplu gerilmelere neden olduğu fay sistemleri tarafından etkilendiğini dile getirerek karşılaştırma yapılabilmesi açısından Güney Kaliforniya'daki Coso bölgesi üzerine bazı bilgiler verdi. Buranın kırılganlık rejimindeki gerilimi incelemek için belki de yeryüzündeki en iyi yer olduğunu vurguladı. Sondaj deliklerinden ve yüzeylerden genel jeolojik verilerin de bunu doğruladığını paylaştı.
Dewey’in konuşmasının ardından verilen arada Cambridge’den Dan McKenzie’yle kısa bir görüşme yaptık. Söyleşimizin yer aldığı 2 Kasım 2018 tarihli dergimizi de kendisine takdim ettik. Marmara Denizi'nin az bilinen Güney tabakasını incelemek için daha önce de gelen Dan McKenzie, uzun zamandan beri Türkiye'nin neotektoniğiyle ilgileniyor. Yaptığımız sohbetin ardından kürsüye çıkan Dan McKenzie, James A. Jackson ve Keith F. Priestly ile birlikte yaptıkları “Continental collisions and the origin of subcrustal continental earthquakes” başlıklı konuşmada çalışmanın detaylarını verdi. Alp-Himalaya deprem kuşağı üzerine yapılan çalışmalarla ilgili bilgi paylaşımında bulundu.
Prof. Xavier Le Pichon: “Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı anlamak için kapsamlı bir bakışa ihtiyacımız var.”
Günün son konuşmacısı ise Collège de France’den Prof. Xavier Le Pichon’du. 17 Ağustos Depremi’nin hemen ertesi gün çalışmalar başlatan ve halen devam eden araştırmalarıyla Xavier Le Pichon, “The Marmara Sea and the formation of the Anatolian-Aegean northern boundary” başlığıyla Türkiye sınırları içindeki fay hatlarının dönüşümüyle ilgili önemli bilgiler paylaştı. İzmit depremiyle ilgili gelmiş geçmiş en kapsamlı çalışmalardan birine imzasını atan deneyimli yer bilimci, Anadolu-Ege’nin kuzey sınırıyla ilgili önemli anektodlar verdi. Her ne kadar bu bölgeyle ilgili son yirmi yılda çok fazla ilerleme kaydedilse de bazı kavramların halen göz ardı edildiğini ifade etti. Mesela Anadolu-Ege'nin kuzey sınırının, Miyosen'den beri bir Anadolu Ege bloğu oluşumu nedeniyle var olduğunu ve bu genetik bağ göz ardı edildiğinde oluşumunun anlaşılamadığı gerçeği... Yani Anadolu-Ege bloğunun oluşumunun, ikincil öneme sahip bir epifenomen gibi görüldüğü gerçeği.
Le Pichon, göz ardı edilen ikinci kavramın, Anadolu-Ege sınırının doğudan batıya doğru azalan bir yaşa sahip olduğu ve yapısının yaşla birlikte giderek değiştiği keşfedildiğinde ortaya çıktığını söyledi. “Batıdan doğuya doğru gelişen yapının, Marmara Denizi'nin oluşumunu düşünürken aklımızda tutmamız gereken bir genetik sekansı yansıtabileceğini varsaymak mantıklı olur.” diyen deneyimli yer bilimci, birçok kişi tarafından tek bir yapı tipinin Marmara Denizi'nin tüm evrimini açıklayabileceği varsayımının doğru olmayacağını da ifade ederek konuyla ilgili çalışmalar yürüten yer bilimcileri daha kapsamlı bir bakış açısına davet etti. Bu sebeple de göz ardı edilen kavramları kullanmanın, dünyamızdaki en büyüleyici tektonik alanlardan biri olduğunu düşündüğü bu bölgenin evrimini anlamak için uygun bir çerçeve sağlayacağını düşündüğünün altını çizdi.
Konferans sonrasında Le Pichon’la bir araya geldik. Le Pichon söyleşisinin yakında dergimizde yer alacağının müjdesini de buradan verelim.
Üç yer bilimciye ‘fahri doktora’ verildi
Etkinlikte önem taşıyan bir diğer gelişme ise "Fahri Doktora Berat" töreniydi. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Senatosu, “dünyada ve Türkiye'de yer bilimleri alanında bilim ve teknolojinin gelişmesine sağladıkları katkılar” sebebiyle Prof. Dr. John F. Dewey, Prof. Dr. Dan McKenzie ve Prof. Dr. Xavier Le Pichon'a fahri doktora verdi.
Törenin açılış konuşmasını yapan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, birbirinden değerli dünyanın en önemli üç yer bilimcisine fahri doktora unvanı verilmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Fahri doktora takdim edilen bilim insanlarının artık İTÜ'lü olduğunu aktaran Karaca şunları söyledi: "Duayen profesörler, Dewey, Le Pichon ve McKenzie Türkiye'de ve üniversitemizdeki çalışmalarıyla ve destekleriyle yaşayan en önemli jeologlardan. Birçok İTÜ'lü akademisyen ve öğrenci ülkemizde bilimsel çalışmalarda bulunuyorlar. Türkiye'de birçok proje başlattılar ve onlar için fon sağladılar, böylece ülkemizin jeoloji bilimini büyük ölçüde geliştirdiler. Uzun zamandır birlikte çalıştığımız bu isimlere bu nedenle fahri doktora beratlarını vermemiz 40 yıldan daha eski olan bağlarımızı resmileştiriyor. Verdiğimiz unvanlar bizi gerçekten onlardan daha çok onurlandırıyor. Kabul ettikleri ve tarihimize bugün bir iz bıraktığımızdan dolayı minnettarız."
Etkinliğin detayları ve bilim insanlarının, üzerinde bulunduğumuz ve yaklaşan Büyük Deprem’e yönelik önemli demeçleri, dergimizin önümüzdeki sayısında yer alacak.
Yazı: Batuhan Sarıcan / batusarican@gmail.com