Leonardo: Bir kafatası, dört beyin (I)

Erhan Karaesmen
Leonardo: Bir kafatası, dört beyin (I)

İnsan beyni, ortalama beden ağırlığının yaklaşık ellide biri mertebesinde bir büyüklüğe sahiptir. Ancak, bu minnacık organ parçasındaki fiziksel, kimyasal, biyolojik, fizyolojik bir araya geliş ve hamur olma olayı mucizevi bir karakter taşır. Doğal evrimin ulaştığı en şaşırtıcı ve en yukarı düzey verim mekanizmasını oluşturur. Çevresi çok güçlü ve yüksek dayanımlı bir kemik kafes tarafından korunmuştur. Uygarlık denen olağanüstü oluşum, etkili kaynaklarını insan beyninin karmaşık nörolojik çalışma düzeninden alır. Bilim ve sanat alanlarındaki yaratıcılığın besleyici unsurları da meyvelerini, beyinsel etkinlik denen kudret odağından devşirir. Bazı beyinler, daha gelişmiş organik dokuya sahiptir. Bilim ve teknoloji alanında olduğu kadar sanatsal etkinlik bölgesinde de ortaya dökülüş biçimleri, alışılmış diğer tür beyinlerdekine oranla daha farklıdır. İnsanlık tarihinin geçmişinden başlayarak bilim ve sanat ortamlarındaki gelişmeler ve yenilikçi buluşlar, birlikte birbirine yakın dönemlerde ortaya çıkmış gibidir. Eski Yunan Uygarlık Dönemi, büyük heykeltıraş Phidias, büyük ozan Homeros, büyük bilim ve düşünce insanları Socrates, Aristoteles, Archimedes, Pythagoras gibi dâhilerin komşu alanlarda ve dönemlerde yaşamlarıyla özel bir uygarlık dönemi niteliği sergilemiştir. Yaklaşık iki bin yıl sonrasındaki Batı Avrupa Ülkeleri, Rönesans dönemiyle, benzer şekilde, olağanüstü güçlü yaratıcı beyinlerin bezelenmiş olarak serpiştirildiği bir uygarlık dönemini temsil eder. Dante, Michelangelo, Palladio, Tiziano, Raffaello, hepsi oralardadır.

Ama bir özel adam daha vardır ve uygarlık yaratıcılığı yarışında çok özel etkinliklerin temsilciliğini yapmıştır. Fantezili anlatımları ve betimlemeleri seven bazı sanat tarihi saptamalarında “Bir kafatası içinde dört beynin mucizevi komşuluğu” olarak söz edilen bu olay adamın adı, Leonardo Da Vinci (1452-1519)’dir. Bu şaşırtıcı dahi, uygarlık tarihinde, büyük öncelikli ressamı olarak bilinir. Genel kamuoyunda Leonardo’nun Mona Lisa’sını bilmeyen bir tarih ve sanat meraklısına çok az rastlanır. Dünyaca ünlü ve uluslararası büyük saygınlığa sahip Louvre Müzesi’nde, İtalyan Rönesansı Dönemi ustalarının yapıtlarının sergilendiği o çok özel salonların önünde yüzlerce metre uzunluğunda kuyruklar oluşur. Bu ziyaretçilerin büyük bir bölümünün, Mona Lisa (ya da bilinen öbür deyişle La Joconde) tablosunu görmek üzere bekleşen kişiler olduğu bilinir. Bu yapıt, büyük ihtimalle sanat ve uygarlık tarihinin en ünlü ve mutlaka görülecekler listesinde en üst sırada yer alan simgesel karakterli bir yapıttır. Ancak, çok fazla klasik tuval üretmemiş olan Leonardo Usta’nın diğer resimlerini bir miktar gölgesine almış olduğu hep dile getirilmiştir. Benzersiz güzellikteki kadın portreleri, dünyanın çeşitli müzelerine dağılmış biçimde, hafifçe ikinci planda kalmış gibidir (Şekil 1 ve Şekil 2).

Leonardo Da Vinci dendi mi, Mona Lisa akla gelir ve öyle gider. Oysa, eskiz – figür ve desen bileşikliği içinde, insan bedeninin farklı davranış biçimleri ve değişik görünüşleri çerçevesinde ele alınan Leonardo Yapıtları bulunduğu da hatırlanmalıdır. Bu eskizlerde, fizyolojik gözlemciliğin çok üst düzey bir bilimsel akılcılıkla seferber edilmiş olduğu gözlenir. Leonardo’nun beyinlerinden ayrı bir tanesi, sırf bu gözlemlere ve onların eskize dökülmesine ayrılmış gibidir (Şekil 3).


Erhan Karaesmen

Bu yazı HBT'nin 102. sayısında yayınlanmıştır.

Erhan Karaesmen