Mağlova kemeri Osmanlı 16. yüzyılının çok parlak ve başarılı bir teknolojik dışa vurumudur. Büyük mimar-mühendis ve döneminin yapı uygulama sektörünün çok güçlü lideri olan Sinan’ın alabildiğine etkileyici bir ürünüdür.
Kemerli su yolu yapıları köprüler uzmanları tarafından bilinse bile genelde tarihi kültür mirası bakış açısından ikincil ürünler olarak dikkate alınagelmiştir. Tarihi kültür mirası korumacılığının yapı ürünlerini yerinde ziyaret ederek geçmişe saygılı bir sunuş yönlendirme özelliğinden bina türü yapılar hep daha çok nasibini almıştır. Kültürel mirası tarihi yapı kalıntılarında arayan turistik yaklaşımlarda da “ altyapı gözüyle bakılan” mühendislik yapıları gölgede kalmış onlara ulaşılmasını kolaylaştırıcı kent düzenlemesi önlemleri de hep eksik kalmıştır. Uzmanları tarafından bir mühendislik mucizesi gözüyle bakılan Mağlova su yolu kemeri de bu söylenenlerin başında gelen bir örnektir. Kemeri yakından görebilme zevkine ulaşabilmek için çamurlu tarlalardan geçme mecburiyeti ziyaretçi ve izleyici sayısının çok sınırlı kalmasına neden olmuştur.
Yapı tarihinin önemli ve gurur verici ürünlerini yerinde yakında görüp inceleme eylemine ODTÜ ve Boğaziçi Üniversitesindeki öğrencilerini de katarak yakın ilgi gösteren bu satırların yazarı bile son otuz yıl boyunca Mağlova kemeri yakınlarına öğrenci guruplarıyla birlikte sadece iki kez gidebilmişti. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun , kaçılmaz bir biçimde daha çok gündelik sosyopolitik konu akışı çerçevesinde kalan yakın zamandaki televizyon şöyleşilerinden birinde kendisi Mağlova kemerinden söz etti. Kemerburgaz kentsel yerleşkesinden Mağlova’ya doğru uzanan yolun ciddi bir tamir gördüğünü ve çevresinde anlamlı bir yeşilleme yapıldığını ve bunların sonucu olarak da halk kitlelerinin Mağlova kemeri yakınlarına rahatlıkla ulaşabildiğini keyifle anlattı. Bu bilgiler bu metin yazarının da sürprizli bir utkuya sevketti ve bu satırları yazma gereği duymasına yol açtı.
Tarihi kültür mirası ve özellikle Sinan yapıları korumacılığının güçlü bir bilimsel yaklaşım oluşturma da önderlik yapmış Profesör Doğan Kuban’ın,- Profesör Ünal Öziş’in ve rahmetli Profesör Kazım Çeçen’in adlarını saygıyla anarak konunun biraz ayrıntısına girmeyi deniyoruz. İstanbul’un fethinden sonra Anadolu’dan gelen ve kentin yüzyıllar boyunca değişmemiş olan nüfusunun kısa bir dönemde yüzde elli mertebisinde bir artış yaşanmasına tanıklık edilmişti. Ayrıca Osmanlı imparatorluğu’nun teknik gücünü yansıtacak biçimde bina ve diğer tür yapıların iz bırakıcı örneklerinin yapımına yer verilmişti. İbadet yapıları başta olmak üzere sivil kullanım amaçlı binalara öncelik verilmişti. Ancak bu kentin ani ve büyük nüfus artışının ortaya çıkardığı içme suyu ihtiyacını karşılamak üzere çok büyük ve anlamlı bir diğer projeye girişilmiş bulunduğu hatırlanmalıdır. Sinan’ın yakından ilgilendiği bu projede, Kırk Çeşme kaynakları adını taşıyan ve İstanbul’un kırk kilometre Kuzeybatısında yer alan bir yer altı su kaynağı düzenlemesi ile buradan elde edilecek sürekli su akışının kente ulaştırılması yolunda büyük mühendislik tesisleri yapılması yoluna gidilmişti.
Arazinin eğimlerine uyacak biçimde vadiler, tüneller ve kemerler üzerine oturan su geçişleri inşaatı gerekmişti. Mağlova kemeri Kırk Çeşme’den Kemerburgaz yerleşkesine yaklaşırken birkaç yerde inşa edilmiş bulunan kemerli su yolu geçişlerinin en görkemlisi ve işlevselliği yönünden de en önemlisiydi. Kemerli yapı ayaklarının yüksekliği daha aşağı düzeylerde bir ulaşım yolu geçişine müsade edecek bir biçimde düzenlenmişti. İşlevselliğinde sözü edilen bu akılcılığın yanı sıra, yapı elemanlarının doğal çevreyle uyumu da sağlayacak bir biçimde seçilmiş bulunan boyutları Mağlova kemerli geçişine görsel bir §çekicilik unsuru katmış bulunuyordu. Uzun yıllar sonra Mağlova kemerinden yeniden söz etme fırsatı yakalamış olmanın haz ve keyif vericiliği içindeyim.
Erhan Karaesmen / karaesmn@metu.edu.tr
Bu yazı HBT'nin 194. sayısında yayınlanmıştır.