Yılmaz Zenger: İlkel toplumlar ilkel mi?

Öne Çıkanlar Toplum

Yılmaz Zenger'in 1 Haziran 2018 tarihli 114. sayımızda yayınlanan yazısını sizlerle paylaşıyoruz:

Antropolojik söylemler, bilimsellik adına, arkaik toplumların devletten ve yazıdan yoksun olmasını tarihten yoksunluk saymışlardır. Üretim fazlası oluşturmayıp yaşamaları için yeterli miktarı üretmekle yetinmelerini, artı değer üretip piyasaya sürmemelerini üretme gücünden yoksunluğa bağlarlar. Oysa ilkel toplumlar, İhtiyaçlarını karşılamak konusunda, sanayileşmiş toplumlar kadar yeteneklidirler. 

Eskimolar'da ya da Avustralya yerlilerinde günlük yaşamla ilgili aletlerin yapımında gösterilen ustalık, en basit aracı bile bir sanat eseri düzeyine çıkarabilmiştir. Teknik araçlar, aslına bakarsanız, toplumun ihtiyaçlarını karşılayabildikleri oranda değerlidirler.


Medeniyetin tarihini bir kere de, üreten çoğunlukları yöneten azınlığın yöntemlerinin evrimi üzerinden, bu yalınlıkta okumayı denemeliyiz. Ve unutmamalı ki, dönüşümün tarihi, her iki tarafın kendi aidiyetleri içerisinde evrilmelerinin tarihidir.

Harry Bingham, Ölülerle Konuşmak adlı kitabında “Kendi zihninizde savaş varsa, barışın hüküm sürdüğü bir dünyada yaşamanın anlamı yoktur’’ der.

İnsanlığın ilk topluluklarının değişimi ve dönüşümü yaşayabilen büyük çoğunluğu, kısaca devletleşenleri, evrilmiş, değişmiş ve dönüşmüş toplumlar kabul edilir. Günümüze kadar baskılardan uzak kalabilip, kenarda köşede kendini bu sürecin dışında tutabilenlerin ise, ilkel toplumlar olarak tanımlandığını biliyoruz.

Bu bilgiler kendi gözlemlerim değil altmışlardan bu yana yıllar boyu güvenilir kaynaklardan ulaştıklarımın özeti. O yıllar, yetmişlerin hemen başı, Futurist Society üyeliğim, geleceğin ve geçmişin toplum örgülerini 2 karşıt uçta sorgulayan pek çok kaynağa ulaşmamı sağladı.

Michel Rojkind’in “Bir tane tutarlı oluşum varsa bir oluşum yoktur” mottosundan yola çıkarak, "devlet bütün toplumların yazgısıdır, devletsiz toplum düşünülemez" yargısının tutarlılığını, en azından tartışmayı gerekli görüyorum.

Devletsiz toplumlar

İlkel kabul ettiğimiz toplumlar devletsiz toplumlardır. Toplum devlet içindir yargısı, vahşilikten uygarlığa uzanan evreler boyunca tartışılmasız kabul edilegelmiştir. Bu, tek yönlü bir tarih dayatmasıdır. Bu dayatma, uygarlığı keyfi bir biçimde, devletin uygarlığına bağlayan bir öğretiye yaslanır.

Antropolojik söylemler, bilimsellik adına, arkaik toplumların devletten ve yazıdan yoksun olmasını tarihten yoksunluk saymışlardır. Üretim fazlası oluşturmayıp yaşamaları için yeterli miktarı üretmekle yetinmelerini, artı değer üretip piyasaya sürmemelerini üretme gücünden yoksunluğa bağlarlar. Oysa ilkel toplumlar, İhtiyaçlarını karşılamak konusunda, sanayileşmiş toplumlar kadar yeteneklidirler.

Gerçek barışın öyküsü

Atlas Dergisi’nin birkaç yıl önceki kasım sayısında rastladığım, Moğolistan’ın, bize göre zor yaşam şartlarında, Ren geyikleriyle birlikte yaşayan Dukha halkıyla ilgili, “Kayıp Türkler” başlıklı bir belgeselle ilgili yazı vardı. Bu hikâye temelde, doğayla barışık yaşamın, kısaca gerçek barışın da hikâyesidir.

Bu kabulüm inandırıcı gelmiyorsa, bu belgeselde kanıtlarını bulabilirsiniz. Yine de tatmin olmamanızı da anlayabilirim, çünkü zihinlerimizdeki bu savaş, ne yazıktır ki, barış ve mutluluk yüklü bu tür sosyal yapıların, ilkel bulduğumuz yaşamlarının gerçek anlamını kavramamıza fırsat vermiyor.

Görünen o ki, değişim ve dönüşüm sürecimiz, en alt katmanda, barıştan savaşa uzanan inişli çıkışlı bir yolculuk ve bu dönüşümü yaratarak yönetenlerin yöntemleri de özünde hiç değişmeden süre gidiyor.

Bugün, üretim savaşının çok önemli bir kırılma noktasındayız. Bu kırılma bir bakıma, benim yaklaşık elli yıl önce farkına varıp kenarından da olsa içinde yer alabildiğim bir sürecin de önemli ölçüde sonucudur.

Makinalar: Ezberletilmiş hareketler

Makinaların, kısaca mekaniğin tarihi, insanlığın tarihi kadar uzun. Batı’nın sanayi devriminin süreci ise kabaca toplumsal değerlerin değişiminin sürecidir. Yaratılan işçi sınıfı, artık her bireye has gereksinmeleri üreten değil, toplum çoğunluğu için, birilerinin varsayımıyla, öngörülenleri üreten bir ordudur. Üretim disiplini, çalışma disiplini, giderek de eğitim disiplinini şart koşar.

Aynı üründen kitlesel üretim yapan makinaların büyük çoğunluğunda, ezberletilmiş hareketlerle, o makinaların üretim sürecini kontrol ederek yönetmedeki -Şarlo’nun Modern Zamanlar filminde güldürü ögesi kıldığı- tekrarların baskınlığı, programlanmasında ciddi sorunlar yaşatan insan yerine, makinaları kontrol edecek makinaları tasarlayıp, onları programlamanın yolunu açtı.

Mevcut tezgâhlara eklenen delikli bant okuyucularıyla başlayan Numeric Control’den 1963’te Londra’da haberdar oldum ve bir dokuma tezgâhından çıkma kontrol kutusunu Londra’nın bit pazarından satın alıp kullanabildim.

Gerçekte nümerik kontrol yaşamın pek çok yüzünde de varlığını hissettirmeden hüküm sürüyor. Teknolojinin bugün ulaştığı noktada bilgisayarda üç boyutlu modellenmiş bir nesneyi tek adet olarak üretmek hızla yaygınlaşıyor. Şu anda hızla çıkışta olan bu teknoloji ortamı, ileri bir zamanda kişiye özel üretimi, seri üretim maliyetine çekip, seri üretim pazarını ciddi biçimde daraltabilirse, yaklaşık elli yılı aşkın süredir en etkin enstrümanı olan nümerik kontrol, sanayi devriminin amiral gemisi kitlesel üretimde -mass production- onarılamaz yaralar açacaktır. Bu nedenle değişimin diğer bileşenlerini, kitlesel üretimden kişiye özel üretime geçiş özleminin ve umudunun gerçekleşme sürecini tasarım nesneleri üzerinden değerlendirmek gerekiyor.

Aalto’nun vazosu Philippe Starck’ın portakal suyu sıkacağı (solda) gibi değerli ürünlerinin korsan üretimlerinin, dijital modellerinin açık kaynaklı veri tabanlarını kullanarak yaygınlaşacağı bir tasarım ortamı söz konusu.

Yeni ve yaygın bir küresel ağda üretim

Bir kuruluşun iddiasına göre, binlerce yıllık bilgi birikimine dayanan usta zanaatkârların el sanatları ile dijital teknolojilerin hassasiyetini buluşturup, küçük ölçekli üreticileri, programcıları ve üç boyutlu modelcileri birbirine bağlayan yaygın küresel bir ağ oluşturmuşlar ve ilk olarak yerel ustalarla işbirliği yapılarak seramiklerin tasarlanması üretilmesi ve satılabilmesi için Stratigraphic Manufactury’i kurmuşlar. Stratigraphy’nin anlamı kaya katmanları bilimi.

Önce bilinmesi gereken, usta zanaatkârların el sanatları ile dijital teknolojilerin hassasiyeti, artıları eksileriyle iki karşı durumdur.

El sanatları elle üretilme sürecinde anlık duygularla yüklü, etkilere sapmalara açık dolayısıyla her seferinde farklılaşabilmesiyle değerlenen bir sürecin ürünüdür.

Bilgisayar ise kesin ve kuru bir dil kullanır. Doğrusu ben usta zanaatkârların, programcıların ve üç boyutlu modelcilerin müştereken üretken olabilecekleri bir platformda zanaatkâr ile bilgisayar operatörünün üretim diyaloğunu hayal etmeyi beceremedim.

Geleceğimizi nasıl güvenceye alacağız?

Elektronik donanımlarını açık kaynak -open source- serbestisiyle kullanıma açan sivil toplum örgütlenmesi anlamlı olsa bile, ürünler sıradan.

Bağımlı kılındığımız son teknolojili yapıtların bekletilerek piyasaya sunumuyla ya da daha yaratıcı ahlaksızlıklarla süre giden, küresel sömürüyü bu tür örgütlenmelerle etkisiz kılmaksa amaç, bu örgütlenmelerde yüksek teknolojinin yaratıcı kişilerinin destek ve derinliğine gereksinmemiz kaçınılmaz.

Ayrıca göz ardı edilmemesi gereken çıkmaz, en az radyoaktif atıklar kadar tehlikeli elektronik atıklardır ki toplumsal duyarsızlığımız, onları ancak fuarların, ağlatacağına gülümseten şaka nesneleri olarak gündemimize getirebiliyor olması düşündürücü. Görünen o ki geleceğimizi güvenceye alma alanı ciddi bir çatışma alanı olmaya aday.

Üretimin kırılma noktası olasılığına gelince

Kendi kendine yeterlilik üzerinden sürdürülebilirliğin yolunun açılmasını, bir anlamda süre giden gidişatı tersine çevirebilmenin gezegenimizin en yaşamsal sorumluluğu olduğunu sürekli söyleyip duruyorum.

Bu dönüşümün önünde en aşılmaz görünen engelin, vitrinde politikacıların göründüğü, oysa arkasında petrol lobisinden, silah lobisinden, finans lobisinden geçerek kemikleştiği yapı, bugün de devlet dediğimiz geleneğin tartışmasız doğrudan kendisi.

Gelecekle ilgili beklentilerimizin umutlarımızın, bu gücün karşısında ayakta kalabilmesi için, gereğinde tepkilerini sivil itaatsizliğe kadar taşıma cesareti gösterebileceklerin de içinde yer alabileceği, çok katmanlı, çok boyutlu sivil örgütlenme ağları, sürdürülebilir bir geleceğin tek şansı gibi görülüyor.

Bu sivil örgütlenme ağının başka bir zorunlu yapılanma alanı da, olanakları kısıtlı çoğunlukların asırlardır kendi birikimlerinin yettiğince kullanıp geliştirdiği ve yararlana geldiği ara teknolojileri -intermediate technology- çağdaş öğretilerin desteğiyle daha etkinleştirip çeşitlendirerek yeniden kullanımını, atık değerlendirmeyi olabildiğince yaygınlaştırıp, çağın özendirilmiş daha teknolojik ürünlere sahip olma dürtüsü karşısında daha etkin daha işe yarar kılmaktır.

Kısaca yol uzun, engeller çok fazla, umutsa her zaman canlı kalmak zorunda.

Yılmaz Zenger