Türkiye ekonomisi için “Yeni bir hikâye “ değil, yeni bir kalkınma stratejisi gerekli

Bayram Ali Eşiyok Y
Türkiye ekonomisi için “Yeni bir hikâye “ değil, yeni bir kalkınma stratejisi gerekli

Bayram Ali Eşiyok Magazin ekonomi basınında, ekonominin geldiği nokta göz önüne alınarak “yeni bir hikâyenin” gerekliliğinden dem vuruluyor… Ancak bu söylemin içi doldurulmadığı için, kof bir retorikten öte bir anlam taşımıyor. Oysa Herkese Bilim Teknoloji yayınlarından çıkan “Dünyada ve Türkiye’de Bilim ve Teknoloji ve Türkiye İçin Bir Kalkınma Stratejisi Önerisi” isimli kitapta Türkiye için bir kalkınma stratejisinin tüm bileşenleri çözümlenmiş, ekonomide yaşanan sorunların önerilen bu strateji ile aşılacağı ortaya konmuştu. “Yeni bir hikâye” arayanlara bu kitabı şiddetle öneririz…

Temel Sorun: Erken sanayisizleşme…

Küresel katma değer zincirinde yer alabilmek için birbirileri ile yarışa giren ülkeler/firmalar ithal ara mallarını işleyerek ihracata yönelmekte, bu da üretim içerisinde yurt içi katma değerinin payını önemli ölçüde aşındırmaktadır. İthal edilen ara mallarının düşük bir katma değer ilave edilerek ihraç edilmesi sonucunda yapılan ihracat ise çifte sayım nedeniyle imalat sanayinde yaratılan yurt içi net katma değeri yansıtmamaktadır.


Bu gelişmenin etkisiyle, OECD ülkelerarası uyumlaştırılmış Input-Output tablolarını Katma Değer Dış Ticareti (Trade In Value Added (TIVA)) altında yayınlamaya başladı. Biz bu çalışmada yurtiçi katma değer/üretim oranları üzerinde duracağız (OECD TIVA bulguları arasında ihracatta yurtiçi katma değer oranları da yer alıyor). Türkiye imalat sanayi için yurtiçi katma değer/üretim oranlarını gösteren grafik incelendiğinde, Türkiye imalat sanayinin nasıl bir şokla karşı karşıya kaldığını görmek mümkün. İmalat sanayinin bütününde, 2000 yılında %41,8 olan yurtiçi katma değeri/üretim oranı, 2011 yılında %20 ,6’ya gerileyerek neredeyse yarı yarıya düşmüş. Yurtiçi katma değerinin üretim içerisindeki payında dramatik bir aşınma gerçekleşmiş.

Öyle ki, Türkiye’nin geleneksel sektörlerinin başında gelen gıda, içecek ve tütün sektöründe 2000 yılında %39,6 olan yurtiçi katma değer/üretim oranı, 2011 yılında %17,8’e kadar gerilemiş. Aynı yıllar arasında kimyasallar sektöründe yurtiçi katma değer oranı ise %46,6’dan %22,6’ya düşmüş. Yurtiçi katma değerinin üretim içerisinde azalan payı, Türkiye’nin 1980 neoliberal dönüşümü ile başlayan ve 2000’li yıllarda giderek kristalize olan erken sanayisizleşme tablosunu yansıtmaktadır. Benzer bir aşınma ihracatta yurtiçi katma değer oranlarındaki düşüşler izlenerek de görülebilir...

Çözüm: Yeni bir kalkınma stratejisinde…

Türkiye, 1980’li yıllarla birlikte, önceden herhangi bir hazırlık aşamasından geçmeden dünya ekonomisine eklemlendi ve iki binli yıllarda giderek kristalize olan erken sanayisizleşme olgusu ile yüzleşmek zorunda kaldı. Başka bir ifadeyle ekonominin itici gücü olan sanayide yeterince olgunlaşmadan hizmetler sektörü baskın bir nitelik kazandı. Spekülatif sermaye girişlerine dayalı politikalar sonucunda büyüme giderek daha istikrarsızlaşırken, sıklıkla yaşanan krizler ekonominin ortalana büyüme hızını aşındırdı. Dövizin ucuzlaması sonucunda ara ve yatırım mallarının ithalatı arttı ve yerli üretim son derece olumsuz etkilendi. Kısaca, spekülatif yönlü büyüme (speculative led growth) olarak tanımlanan bu süreç sonucunda Türkiye ekonomisi erken sanayisizleşme süreci ile karşı karşıya kaldı.

Türkiye gelinen bu aşamada yeni bir kalkınma stratejisi ile ancak sorunlarını aşabilir. Herkese Bilim Teknoloji yayınları arasında çıkan “Dünyada ve Türkiye’de Bilim, Teknoloji ve Türkiye İçin Bir Kalkınma Stratejisi Önerisi” isimli kitapta bu stratejinin bileşenleri detaylı olarak açıklandı.

Önerdiğimiz kalkınma stratejisinin temel hedefi; katma değeri düşük sektörlerin aşamalı olarak ortadan kaldırılarak, kaynakların yüksek katma değer üreten, teknoloji yoğunluğu yüksek sektörler temelinde yeniden yapılanmasını, üretimin ve ihracatın ithalata bağımlılığının azaltılmasını ve tüm bu politikalar sonucunda Türkiye’nin orta-gelir tuzağından kurtulmasını hedeflemektedir.

Önerdiğimiz stratejide ana akım iktisat yaklaşımının aksine, kamu sabit yatırımları ile özel kesim yatırımları, planlama ile piyasa, ithal ikamesi ile ihracata dayalı büyüme, sanayi ile tarım arasında karşıtlık (opposition) ilişkisi değil, tamamlayıcılık (complementarity) ilişkisi varsayılmaktadır. Başka bir ifadeyle, Türkiye ekonomisinin karşılaştığı yapısal sorunların ancak, piyasa yanında planlamanın kullanıldığı, kamu sabit yatırımları ile özel kesim yatırımlarının birbirini tamamladığı, dışa bağımlı sektörlerde ithal ikamesinin, rekabet gücü görece yüksek sektörlerde ise ihracatın hedeflendiği, tarımsal birikim ile sanayi birikiminin birbirini destekleyeceği koşullarda aşılacağı varsayılmaktadır.

Önerdiğimiz kalkınma stratejisinde ana aktör kalkınmacı devlettir. Kalkınmacı devletin ana aktör olması bizim öznel tercihlerimiz ile değil, Türkiye ekonomisinin tarihsel büyüme başarımı ile ilgilidir. Türkiye’de kalkınmacı devlet yıllarında sanayinin yıllık ortalama büyüme oranı %9,5 oranında gerçekleşirken, kalkınmacı devlet dönemleri dışında (plansız, programsız yıllarda) %5,2 ile sınırlı kalmıştır. Başka bir ifadeyle, kalkınmacı devletin uyguladığı politikalar sayesinde sanayideki yıllık ortalama artış oranı plansız, programsız yıllara göre 4.3 puan (neredeyse iki katı) daha yüksek gerçekleşmiştir. Sanayide plansız, programsız yılların 1980-2015 kesitinde gerçekleşen ortalama %5,1’lik artış oranı, Cumhuriyet ortalamasının oldukça altında bir başarımı ortaya koymaktadır.

Uzatmadan, stratejinin başarı ile uygulanması halinde, üretim yapısında niteliksel dönüşümün sağlanacağı, küresel katma değer zincirine teknoloji yoğunluğu düşük ve orta teknoloji yoğunluklu sektörler ile değil, orta ve yüksek teknoloji yoğunluklu sektörler temelinde eklemlenerek fakirleştiren uzmanlaşamadan uzaklaşılacağı, orta gelir tuzağının aşılacağı ve erken sanayisizleşme sorununun tersine çevrileceği öngörülmektedir.

Bayram Ali Eşiyok / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 97. sayısında yayınlanmıştır.

Bayram Ali Eşiyok