Üniversite öldü, yasını tutuyoruz

Lale Akarun Y
Üniversite öldü, yasını tutuyoruz

Üç sene önce üniversitemize kayyum atandığında, durumu önce anlayamadık: İnkâr ile öfke arasında gidip geldik. Bu durumun geçici olduğunu, başına bir kayyum atamakla üniversitenin değişmeyeceğini söyledik kendi kendimize. Sonra öfke aşamasından geçtik: Öğrenciler, mezunlar üniversitenin ölümünü kabullenmeyeceklerini öfkeyle gösterdi.

Sonra pazarlık aşamasına geçtik: Meclise gittik; politikacılarla konuştuk, üniversitenin ülkenin kalkınması, gelişmesi için vazgeçilmez bir işlevi olan bir kurum olduğunu anlatmaya çalıştık. Akademik özerklik, bilimsel özgürlük üzerine toplantılar yaptık; konferanslar düzenledik. Bir taraftan hala üniversite hayatta gibiydi ya da biz öyle sanıyorduk.

Sonra seçimler oldu; değişim umudumuz gerçekleşmedi. Derin bir depresyona girdik. Komadaki üniversite öldü. Üniversite hayatımızdı; ömrümüzü vakfettiğimiz, hayatımızın merkezine koyduğumuz, her gün heyecanla gittiğimiz, öğrenme, keşfetme ve öğretme heyecanıyla bizi hayata bağlayan yuvamızdı. Hayatımızın anlamı kayboldu.


Boğaziçi Üniversitesi'nin altın çağını yaşadık

Boğaziçi Üniversitesi’ne 1980 senesinde girdim. Kayıt 12 Eylül’deydi; bir hafta ertelendi. Askeri darbe döneminde, kampüste polis, jandarma görmeden sakin bir ortamda okudum. Boğaziçi Üniversitesi ülkenin kavga gürültüsünden korunmuş, bambaşka bir yerdi. Ancak çok küçük bir üniversiteydi; bir araştırma üniversitesi değil, küçük bir kolejdi.

Boğaziçi Üniversitesi’ni dünya ölçeğine taşıyan, 1992’de öğretim üyesi olarak geri döndüğümde seçilmiş rektörü olarak göreve başlayan Prof. Üstün Ergüder oldu. Üniversitenin stratejik planı onun rektörlüğü döneminde yazıldı; araştırma üniversitesi olma hedefi o zaman benimsendi. 2000’li yıllarda, öğretim üyeleri olarak bu hedefe hizmet ettik ve üniversiteyi dünya ölçeğine taşıdık: Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu 2012’de rektör seçildiğinde, Boğaziçi Üniversitesi dünyada ilk 100-200 bandına gelmişti: İnanılmaz bir altın dönem yaşadık. Mesleki hayatımızın en aktif dönemlerini bu yıllarda yaşadığımız için çok şanslıymışız.

Araştırma üniversitesi olmak ne demek?

Araştırma üniversitesi, araştırma ve doktora eğitimini merkeze alan üniversite olarak tanımlanıyor. 2006 yılında, büyük çoğunluğu Bilgisayar ve Elektrik Mühendisliği bölümlerinden 26 öğretim üyesi, endüstri ile ortak araştırma yapmak ve doktora öğrencisi yetiştirmek üzere, bir araya gelerek bir proje yazdık: Teleiletişim ve Enformatik Alanlarında Araştırmacı ve Akademisyen Yetiştirme Projesi (TAM). Geçen yazımda anlattığım üzere, proje kaynakları ile 3000 metrekarelik araştırma altyapısı ile çok modern bir bina yapıldı; 75 doktora öğrencisi yetişti; laboratuvarlar kuruldu; endüstri ile ortak projeler yürütüldü.

Üniversitenin ölümü

Geçtiğimiz ay, merkezin bir yarısının bir idari birime, diğer yarısının başka bir idari birime tahsis edildiğini öğrendik. Bu kararı alanlar, bize danışma ihtiyacı duymadığı gibi, haber verme zahmetine de katlanmadan laboratuvarlara girip laboratuvar ve ofis malzemelerimizi çöp torbalarına gelişigüzel doldurup bir köşeye atmışlar. Eğer üniversitenin hayatta olduğuna dair bir umudumuz kaldıysa, bu ay o da kayboldu. Üniversitenin ölümünü kabullendik.

Peki ölen üniversitenin yerine konan şey ne olacak? Bunu anlamak zor; ama Teleiletişim ve Enformatik Araştırma merkezinin yerine ne konduğunu anlatarak bir fikir verebilirim. Üç köprüyü birden gören boğaza nazır konferans merkezimiz, üniversiteye Üsküdar Belediyesinden gelen ve türlü manevralarla daire başkanı yapılan bir memura makam odası oldu. Daire başkanının ilk icraatı, artık makam odası olan konferans merkezinin sapasağlam tuvaletlerini yıkıp alaturkaya çevirmek oldu. Üniversite öldü. Yaşasın alaturka üniversite.

Lale Akarun

*Bu yazı, HBT Dergi 402. sayıda yayınlanmıştır.

Lale Akarun