Türkiye tarımda net ithalatçı ülke oldu

Bayram Ali Eşiyok
Türkiye tarımda net ithalatçı ülke oldu

II. Dünya Savaşı sonrası gündeme gelen ancak esas olarak 1950’lerden 1970’lerin sonlarına kadar altın çağını yaşayacak olan kalkınma iktisadının ana sorunlarından birisini tarım oluşturdu. 1950’li yıllarda henüz tarım çözülmemiş ve dünyanın büyük bölümünde ağırlığı olan temel sektördü. Bu nedenle başlangıçta kalkınma iktisadının, tarıma merkezi bir işlev yüklemesi doğaldı.

Kalkınma iktisadının en önemli isimlerinden Rosenstein-Rodan ve Lewis gibi isimler tarım sektörüne ilişkin çözümü bulmuştu: Çok büyük emek rezervlerini barındıran ve gizli işsizliğin yaygın olduğu tarım sektörünün çözülmesi gerekliydi. Durgun, kapalı ve dinamizmi kaybetmiş bir tarım sektörü ile yapısal değişimi sağlamak olası değildi. Tarımdan sanayiye hem işgücü hem de girdi transferi yapılarak sanayide sermaye birikimini hızlandırmak mümkündü. Tarım aynı zamanda sanayideki ücretler üzerinde etkide bulunan ücret malı (wage good) olan gıdanın üreticisiydi de.

Ancak durgun bir tarım sektörü sanayideki sermaye birikimini sağlamakta yetersiz kalıyordu. Bu nedenle tarımın dönüştürülmesi kaçınılmazdı… Kısaca, tarım ve sanayi sektörleri tamamlayıcılık çerçevesinde değil, rakip iki sektör olarak kurgulanıyordu.


Tarım ve sanayi iki rakip sektör mü?

Tarım ve sanayi sektörlerinin iki ayrı rakip sektör olarak ela alınıp tarım sektörünün sanayi sektörünün ihtiyaçlarına göre yapılanmasının dramatik sonuçlarını Türkiye deneyiminde görmek mümkün.

Türkiye’nin yıllardır övünç kaynağı yaptığı “tarımda kendi kendine yeterli yedi ülke” gerçeği artık çok gerilerde kaldı. Türkiye tarım ve hayvancılık sektöründe artık net ithalatçı bir ülke.

1980 dönüşümü ile birlikte gerçekleşen liberalizasyon politikaları sonucunda tarım ve hayvancılık sektöründeki dış ticaret açıkları milyar dolarlara ulaşmış durumda. Örneğin, 2011 yılında tarım ve hayvancılık sektöründe yaklaşık 5,1 milyar dolar ihracata karşılık 8,7 milyar dolar ithalat yapılmış ve yaklaşık 3,5 milyar dolar dış ticaret açığı gerçekleşmiş. 2015 yılında ise 5,7 milyar dolar ihracata karşılık 7,0 milyar dolar ithalat yapılmış ve 1,3 milyar dolar civarında dış ticaret açığı oluşmuş. Açıklar artık istisnai değil, yapısal bir nitelik kazanmış… (Bkz. Tablo).

Kaynak: TÜİK veri tabanı. Dış ticaret dengesi kendi hesaplamamız.

Kısaca, tarıma yönelik desteklerin azalması ve dörtnala uygulanan liberalizasyon politikaları tarım sektörünü çok uluslu gıda tekellerine karşı korunmasız hale getirildi ve zaman içerisinde üretim ve ekim alanlarında önemli boyutlara varan aşınmalar gerçekleşti. Geçmiş yıllarda piyasayı düzenlemede önemli işlevler yüklenen EBK, SEK ve YEMSAN gibi tarımsal KİT’lerin özelleştirilmesi tarım sektöründe yabancılaşmayı ve tekelleşmeyi artırıcı bir işlev gördü ve tarım sektörünü son derece olumsuz etkiledi.

Tarımı gözeten yeni bir kalkınma stratejisine doğru…

Sanayi sektöründeki birikimin sürdürülebilirliği açısından sanayi ve tarım sektörleri arasında belli bir tamamlayıcılık ilişkisinin göz önüne alınması gerekir. Bu çerçevede tarımın göreli fiyatlarındaki artışlar tarım-içi birikimi belirlediği ölçüde sanayi birikimine de katkı yapar. Başka bir ifadeyle, tarım sektörünün korumasız kaldığı ve bölüşüm ilişkilerinin önemli ölçüde tarım sektörünün aleyhine geliştiği koşullarda sanayi birikimin/kalkınmanın olumsuz etkilenmesi kaçınılmaz. Türkiye deneyimi bunun en temel kanıtı.

Tarım ve sanayi sektörünün senkronize olduğu ya da tamamlayıcılık ilişkisinin gözetildiği bir kalkınma stratejisinde neo-liberal politikalarla yüzleşmek zorunlu. Şöyle de söylenebilir. Tarımsal liberalizasyon politikalarına son vermeden ve kamusal desteklerle tarımsal birikimi ve verimliği artırmadan ne sanayi sektöründe ne de tarımda kalıcı gelişmeler olası değil.

Bu nedenle tarım ve kalkınma ilişkisini yeniden düşünmek, tarımın ve sanayinin (Sanayi 4.0’ün) gelişme dinamikleri açısından son derece önemli.

Bayram Ali Eşiyok / [email protected]

Bayram Ali Eşiyok