İnsan sevgisiyle başlamak!

Bozkurt Güvenç
İnsan sevgisiyle başlamak!

Doğan Kuban iyi ile kötünün evrenselliğini özetlediği yazısını, (HBT, sayı 55), “İnsan sevgisiyle başlayan yeni bir düzene ihtiyaç var” diye noktalıyor. Kuşkusuz, yeni bir düzen ihtiyacı üzerinde anlaşıyoruz da, “yeni düzen insan sevgisiyle başlayabilir” görüşüne tam katılamıyorum.

Akıllı ve duygusal bir varlık olan sosyal insan türü, sever de döver de. Hatta sevdiklerini üzdüğü kadar; dövdüklerini sevebilir ama, yeni bir toplum düzenine ihtiyaç duyulduğunda, bu sürece insan sevgisiyle başlanabilir mi? Emin değilim.

İnsanbilimci Levi-Strauss insan ilişkilerindeki en yaygın ilişkinin: EGO versus autre (Ötekine karşı BEN), -nefret değilse bile- karşıtlık olduğunu bulmuştu.


Sosyolog Ernest Gellner, Arapça konuşan İslam dünyasında kişilerin birbirine ve herkese karşıtlığı sözüne rastladı. Hemen bütün toplumlarda, bireyler kendini ötekine karşı algılar; öteki yoksa, sudan bir gerekçeyle yaratılır. Babamın köyünde ‘baltaya nacak’ diyeni öteki sayarlar.

İlk başarılı eserinden genç sanatçı, insanları sevdiğini söyler ama, acaba insanları mı yoksa kendi başarısını mı sevmektedir? Daha genel bir soru olarak kimleri severiz, neden? Kişiye heyecan veren öteki cinsi mi yoksa emek verdiğimiz kişileri veya ilişkileri mi? Çocuklarını kendilerinden çok seven annelerin sevgisi evrenseldir. Hayat boyunca ödenmeyen bu sevgiye şükran duyarız. Anadolu’da, sevginin karşılıklı değil, ‘sevenden sevilene doğru aktığı söylenir.

Aile ortamında büyüyen çocuk, kimlik kazanırken ana-babasını kabul eder ama gruba sonradan katılan kardeşlerini, aile dışındaki akranlarını kendine rakip görür. Toplum araştırmalarında ‘kimsiniz?’ sorusunu, bazıları kimlere karşı olduklarını sayarak yanıtlar. Komünistlere, kapitalistlere, dinsizlere, laiklere, yabancılara karşıyım derler. Ötekilere karşı olmak, düşmanlık veya nefret sayılmaz ama her halde sevginin başlangıcı da değildir.

Rekabet veya korkudan doğan aşırı ve yaygın karşıtlık nasıl önlenebilir? Kesin İnançlılar eserinde Erik Hoffer, karşıtların, eğitimle bir uçtan ötekine geçebildiğini ama ortada buluşup uzlaşmaktan özenle kaçındıklarını savunmuştur.

Fransız Devrimi’nin çağdaş toplumlara armağan ettiği gerçekçi bir barış kuralı vardır: Birlik içinde çeşitlilik; çeşitlilik içinde birlik! Çağdaş demokrasilerde bu ilke, ‘tolerans’ olarak biliniyor. Dilimize “hoşgörü’ olarak çevrilen tolerans, ötekini hoş görmek değil, ona katlanmaktır.

Sosyolog Alain Touraine dilimize de çevrilen ünlü eserinde, çağdaş demokrasiyi, ‘ötekileştirmeyen toplum’ olarak tanımlıyor. Tanımı, yönetiminden, daha kolay bir demokrasi.

Sevgiyi nasıl yaratıyoruz?

Her toplumda, her zaman iyiler ve kötüler bulunduğuna ama bütün insanları sevmek zorunda olmadığımıza göre, insan sevgiyi nasıl yaratıyor, nasıl yaşatıyor?

Tartışmaya açık bir paradigma /aforizma olarak: ‘Alarak değil vererek’ diyorum. Çocuklarımızı seviyoruz çünkü onlara her şeyimizi adıyoruz. İşimizi / mesleğimizi seviyoruz çünkü yapma ve korumak için hayat boyu emek veriyoruz. Yazdığımız eserleri, savunduğumuz davaları, kurumları ve değerleri seviyoruz çünkü onlara emek veriyoruz. Aslında bencil bir varlık olan insan, yurttaşını emek verdiği için ve emek verdiği ölçüde sever. Bu platonik değil, gerçek bir sevgidir. O kadar gerçek ki, üyesi bulunduğu varlığı toplumu sakınmak için hayatını feda etmekten bile çekinmez.

Doğan Kuban’ın ‘yeni bir toplum düzenine ihtiyaç var!’ gözlemine katılıyorum. Ancak yeni düzenin insan sevgisiyle başladığı görüşü üzerinde çekincem var: Çünkü yeni düzeni yaratmaya verdiğimiz emek ölçüsünde sevmeye başlıyoruz insanı ve kendimizi!

Bozkurt Güvenç

*Bozkurt Güvenç'in anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 57. sayısında yayınlanmıştır.

Bozkurt Güvenç