Gelecek?

Doğan Kuban
Gelecek?

Dünya’da herkesin Türkiye’ye cahil olarak baktığı bir ülkede yaşamak, bundan sonra, eskisi kadar kolay olmayacak! Dünya nüfusunun artmasıyla, karnını doyuramayacak insan sayısının da artması nerede ise kaçınılmaz.

Bununla başetmenin zor olduğu hepimizin bildiği bir gerçek. Aynı şekilde, küresel ısınma nedeniyle dünya ısısının artmasını engellemek de olanaksız görünüyor, bütün çabalara karşın. Bilimde ve teknolojide en ileri ülkeler de bunun çaresini bulamıyorlar. Esasen bunun teknik bir sorun olmaktan ziyade siyasi bir mesele olduğu anlaşılıyor.

Son yıllarda astronomlar ve fizikçiler yerkürede canlı yaşamın son yüzyılına girmiş olabileceğimizi söylüyorlar. Zaten biyoçeşitlilik dediğimiz canlı türü çeşitliliğinin mesela son 50 yıldaki muazzam düşüşü de bunun doğru olabileceğini düşündürüyor. Böcek yoksa insan yok, arı yoksa insan yok, balık yoksa insan da yok! bu kadar basit bu denklem. Tabii bizim açımızdan bu son korona virüs salgınının Türkiye’nin ekonomik gelişme sorunlarının çözümünün gerçekleşebilmesini zorlaştırdığı da bir gerçek.


Dayanışma

Yalnız virüs salgınının düşündürdüğü başka boyutlar da var. Son zamanlarda şehirlerde herkesin çok yalnızlaştığını biliyor görüyorduk, işte aynı apartmanda oturup birbirini tanımayanlar falan.

Bu konu bazı okurlara hayal gibi gelebilir, ama yaşamın sonunda insanların insanlara yardım ettiğini görmek de güzel şey. Buna bugünden başlamak, hiç görülmemiş bir yaşam tarzı olanakları açabilir. Bu davranışın yaygınlaşması ile insanlar daha uygar ve mutlu olabilir. Bu yeni bir uygarlık aşamasıdır.

Dünyanın bütün insanları artık yeni bir yaşam problemi olarak insan özgürlüğü peşinde olacaklar. İnsan özgürlüğü sorunu yer kürenin en önemli sorunu. Bütün bu görünürdeki inanılmaz teknik gelişmeye rağmen insanoğlu doğa karşısında biçare kalıyor. Bir sürü insan bu salgını doğanın intikamı olarak görüyor doğrusu. Deprem, amansız hava olayları, fırtınalar, kasırgalar.. tüm bunlar küresel ısınmaya eşlik edecek bin bir türlü bela.

Gelecek umudu

Yine de insanlara gelecekle ilgili güzel bir şeyler söyleyebilmemiz gerekir. Bu karmaşanın sona ereceğini ve yeni iş alanları açılmasının sağlanacağını söylemek gerekir. Hem mevcut sanayileşme patikasından çıkıp hem iş hem de aş yaratmak gerekiyor. Büyüme meselesine eskisinden farklı bakmak gerekiyor. Bunu formüle edecek uzmanların var olduğunu düşünüyorum.

Ama Türkiye için en önemlisi, politik çekişmeye son vermektir. Dünyayı saran ekonomik çöküntüyü aşmak için rasyonel bir hazırlık gerekiyor. Bu 100 milyon insanın yeniden örgütlenmesi anlamına geliyor aynı zamanda.

Ülke kavgadan korunmalıdır. Bu salgın, dünya çapındaki etkiler ile pek çok konunun yeniden ele alınmasını gerektiriyor. Sonunda salgın sona erecek mutlaka, ama toplumun yaşam sisteminin artık eskisi gibi olması düşünülemez. Yalnız Türkiye için değil, büyük bir tokat yemiş olan ABD İngiltere ve diğer Avrupa ülkeleri için de durum benzerdir.

Eski yeniden yaşanamaz

Doğa kanunu gibi, artık kanıksanmış yaşam biçimlerini koruyabilecek midir dünya. Ülkece yaşamı yeni bir düzene getirmek ve salgından sonra bütün halkı olasılıklara uyandırmak, çağdaş dünyanın yaşamsal özelliklerini anlatmak. Artık eskiyi tekrar yaşatma olanağımız yoktur.

Bu bağlamda insanlar doğa karşısında yem’dir. Türkiye’nin şansızlığı borç bulmanın zor ve pahalı olmasıdır. Bu koşullarda teknoloji geliştirmek ve toplumu buna inandırmak, çalışma koşullarını iyileştirmek zor olacaktır. Yeni bir dünya imgesinin geliştiğini ve daha nicesini öğretmek gibi ciddi bir sorun vardır. Okullarda çağdaş dünyayı sayısal verilerle anlatmak zorunludur. Ülkenin, koronavirüsün kamçısı ile yeni bir uygarlık basamağına çıkması için toplumun ciddi, inanmış olması gerekir.

Sevgili okurlar, biraz okumuş olanlar Çanakkale Savaşında cepheye giden bir asker anasının verdiği öğüdü hatırlar; ‘Sütüm sana helal olmaz, saldırmazsan düşmana!’ Bunu şiddete, vahşete bir çağrı olarak okumamak lazım, bu çaresizliğin dayattığı fedakarlık ihtiyacına vurgudur. O dönemin insanının bu öğüdünü bugünkü durum için söyleyecek analar kaldı mı? Burada karar veren kültür düzeyidir. Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Kurtuluş Savaşı Osmanlı İmparatorluğu’nun çözülmesi dönemidir. Bu kargaşadan Türk halkı yeniden canlanınca biz de demokratik ve ve laik Türkiye Cumhuriyetini kurduk. Ben liseyi bitirene kadar Türk eğitiminin hocaları, milliyetçi bir kuşak oluşturuyorlardı. Anadolu’nun en uzak köşelerinde genç kadın hocalar vardı. Zaferi aslında kazananların bu ilk hocalarını Atatürk de tekrar tekrar vurgulamıştır.

Gelecek üzerine gerçekçi bir söylem

Sevgili okurlar, ben 1926 yılında doğdum. İlk Cumhuriyet kuşağındanım. Mustafa Kemal ve çevresi bize hâlâ “Toplum nasıl kurtulur?” sorusunun cevabı için örnektir. Fakat bunu cephede değil, fabrikalarda yapacağız. Benim anlatmak istediğim halka anlatılanın anlaşılabilir olmasıdır. Türkiye’nin geleceği üzerine gerçekçi bir söylem kurmak çok elzemdir. Bu ölüme çağrı değildir. Fakat ülkenin yabancı ekonomilerin kölesi olmaması ve başı dik yaşamasına bir çağrıdır.

Sevgili okurlar, Türkiye’nin bir temel sorunu da topraktır. Tarımsal üretim belki de bize gerekli olduğu kadar üreten bir kaynak olarak görülüyordu sadece. Bizim kuşak “Türkiye kendine yetecek kadar üretiyor” diye öğünürdü. Şimdi İstanbul’un nüfusu 20 milyon! Korona günlerinde bu nüfusun beslenmesi ne muazzam bir meseledir! Şehirleri ve mesela tarım ve gıda meselelerini bu sorunları masaya yatırmadan ele alabilir miyiz?

Bunları yazarken Aşık Veysel’i düşünüyordum ’Benim sadık yârim kara topraktır’

Veysel’in felsefesi işlenebilip çağa getirilebilseydi, belki de köylüler inşaat amelesi olmazdı.

Doğan Kuban

Doğan Kuban'ın anısına saygıyla. Bu yazı HBT'nin 216. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban