“Benim sadık yârim kara topraktır.”
Âşık Veysel
Ayağımızın altında sessizce yatmakta olan toprağa kulak verebilsek, derinlerine inerek neler olup bittiğine bakabilsek “dünyanın derisine” basıyormuşçasına çok daha dikkatli olacağımız müthiş bir dünya ile karşılaşırız.
Örümcekler, ağaç bitleri, çıyanlar, salyangozlar, böcek larvaları, kırkayaklar, solucanlar, çeşitli böcekler, keneler, mantarlar, algler ve milyarca bakteri yaşamakta bu ortamda. Bitkilerin ihtiyaç duyduğu karbon, azot, fosfor, kükürt, demir, magnezyum gibi elementler, mikroorganizmaların yaptığı çeşitli ayrıştırma ve sentez süreçleri sonucunda bitkilere faydalı hâle geliyor, humusa aktarılıyor. Daha doğrusu, bu küçük varlıklar/mikroorganizmalar olmadan toprak işlevlerini yerine getiremiyor.(1)
Yaklaşık dört milyar yıl önce tek hücreli bir bakteri türü -siyanobakteriler- atmosferi oksitlemeye başladı, 500 milyon yıl kadar önce de atmosferdeki oksijenin artmasıyla bazı canlılar için oluşan yaşanabilir ortamda (henüz oksijen oranı %21’e erişmeden önce) dünyamızda solucanlar da vardı. Üç milyon yıl önceki geçmişe ait 20 fosil insan türünden günümüze yalnızca biz Homo Sapiens’ler kaldık. Modern insan sadece 200 bin yaşında. Oysa ki, şu anda var olan canlıların (ayrım eksik ve yanlış olsa da hayvanlar, bitkiler, mikroplar) hemen hepsi biz yokken de bu dünyadaydılar.
Bakın Charles Darwin ne diyor:
“Solucanlar binlerce yıl önce toprakları eşelemeseydi, ne tarım ürünlerimiz olurdu ne de sürdürülebilir bir tarımımız… Charles Darwin’in 1881’de yayınlanan son kitabında(2) belirttiği üzere, toprağın havalandırılmasında hayati bir rol oynuyorlardı… yıllık ortalama altı ila sekiz ton kuru toprak bu küçük hayvanların bağırsakları aracılığıyla deveran ediyordu. Yüzeye doğru potasyum, yüzey altınaysa fosfat taşıyorlar ve metabolizmalarındaki nitrojenli maddeleri ilave ediyorlardı… Kadim Mısır’da, sağkalım Nil Vadisi’nin bereketine bağlıyken, firavunlar solucanlara zarar verenleri cezalandırırdı. Aristotales onlara ‘toprağın bağırsakları’ diyordu.”(3)
“Tüketimi” esas alan piramitin tepesine kendisini yerleştiren ve diğer bütün canlıları ve kaynakları kullanma hakkını kendisine tanıyan insanoğlunun bu anlayışının dünyayı getirdiği çıkmaz ortada. Oysa ki, piramiti alt üst edip dünyadaki bütün canlıları bir diğerinin varlık nedeni olarak tanımlayabilsek insan evriminin en önemli adımını atmış olabiliriz.
Yaklaşık 20 yıldır ülkemizi yönetemeyen ve evrim kavramını yok sayan anlayış son olarak “turbun büyüğü torbada” kuşkuculuğuna düşmemize neden olan bir yaklaşımla “Kanal İstanbul” adlı kötü bir felaket senaryosunu koydu önümüze. Bütün yurtseverlerin ve uzmanların bilimsel açıklamalar getirerek karşı durmaya çalıştıkları bu projeye eminim ortaya çıktıkları andan itibaren yalnızca insanlık için çalışmakta olan solucanlar da karşıdır. Konunun en çok ürküten yanlarından birisi 10.965 kg patlayıcı kullanılarak günde 850 bin m³ toprak kazısı yapılacak olmasıdır. Milyonlarca yılda oluşan tarım toprakları geriye dönmemek üzere yok edilecek.
2019 yılının sondan bir önceki gününün tam beş saatini, demokrasi ve yaşam kültürleri “çatlasalar da patlasalar da yapacağız” düzeyindeki ilkel anlayışın direttiği felaket projesine karşı temel vatandaşlık hakkım olan HAYIR! dilekçesi vermek için yağmurun, rüzgârın altında geçirdim. Ama hiç üşümedim ve yorulmadım. Çünkü haklıydık, dirençliydik ve kalabalıktık.
Müfit Akyos / mufita@ttmail.com
(1) https://yesilgazete.org/blog/2019/08/17/topraktaki-bereketin-sirri-solucanlara-emanet/ Kısaltarak alınmıştır.
(2) Darwin, Charles. 2009. The Formation of Vegetable Mould Through the Action of Worms. Cambridge: Cambridge Univ. Press.
(3) Hayat Kitabı, Editörler: E. Punset, L. Margulis NTV, 2010
Bu yazı HBT'nin 199. sayısında yayınlanmıştır.