Toprak… Tohum… Su…

Müfit Akyos Y
Toprak… Tohum… Su…

Oturduğumuz semtte çevresini “jiletli tel örgülerin” çevirdiği site bahçelerinden de olsa dört mevsimi çeşitli ağaç, çalı ve sarmaşıkların yapraklarının değişen renklerinden izlemekteyiz. Bu sitelerin arasında kalmış küçük bir arsanın güzelim doğal bitki örtüsü üzerinde ise toprağın değişimini, doğal ot, diken, çalılıklardaki yaşamı inşaat amaçlı sıyrılıncaya kadar izlemekteydik. Yazıyı yazarken kış adeta perde perde bütün marifetlerini kar, tipi, fırtına olarak sergilemekteydi. Hemen ertesinde baharın geleceğini bilse de.

Size önerim bütün duyularınızı sonuna kadar açık tutup toprakta, ağaçlarda, havada, çevrenizdeki bütün canlılarda sürmekte olan değişimleri kaçırmaksızın izlemeye çalışın.

Toprağın doğurganlıkta nasıl sabırsızlanmakta olduğunu, ağacın tomurcuklarını erken açıp son ayazlarda kaybetmemek için nasıl çabaladığını, suyun bitkilerin damarlarına yürümesinin sesini duyumsamaya çalışın. Olanak bulursanız kentlerde yitirdiğimiz bu olanakları kırlara çıkarak yakalamaya çalışın. Ama lütfen “dört çekerlerinize” atlayıp yalnızca fotoğraf karelerine hapsetmek ve hem çevreyi kat be kat kirleterek hem de o güzelim yayla ve meraları ezip tahrip ederek değil.


Gün geçmiyor ki dünyamızdaki canlıların 6. Kitlesel yok oluşuyla ilgili bir veri veya raporla karşılaşmayalım. Ya da iklim değişikliğinin tahrip edici ürkütücü bir örneğini duymayalım. Pek azını görüp tanıyabilme şansını bulabildiğimiz bir canlı türünün yok olduğunu okumayalım. Kral kelebeği popülasyonunun %90’ını (900 bin milyon) kaybettiğimizi, okyanus resiflerinin 2050 yılına kadar kaybolacağını bilmek o denli korkutucu bir kabus ki, neredeyse “öyle ise geri dönüşü yok, kaybettik, yapılacak bir şey kalmamış” kaderciliğine itekliyor insanı.

Kaç ağacı, çiçeği, böceği tanıyabiliriz ilk görüşte. Doğanın kendi içindeki dengesini ve bu denge sayesinde sürdürülebilirliğini sağladığını, bu dengenin bozulmasının besin zinciri üzerindeki tahrip edici etkisini bilmek, doğanın bir bütün olduğunu, büyük kentlerde kedi ve köpeklerle sınırlı olmadığının bilincinde olmak.

Bütün bilimsel verilerin olumsuzluğunun bilincinde olarak “korkutmak” yerine bilmeyi, duyumsamayı, algılamayı seçerek geliştirildiğinden emin olduğum yenilikçi araçları yaygınlaştırabilir miyiz? Naif kaçsa da ilkokulda kaç çocuğumuzun “yaprak koleksiyonu” defteri var? Orman yürüyüşlerinde toplanan kozalaklar, tohumdan filizin çıkışı çocuklarımızda merak uyandırıyor mu?

Hermann Hesse Ağaçlar(*) adlı eserinde “Fakat hiçbir ağacın, çalının yetişmediği bir şehri ya da doğayı zihnimde tam olarak canlandıramadığım gibi, o tür yerler bende hep bir karaktersizlik izlenimi uyandırır” diyor. Kendinizi ormanlarda, bahçelerde, koruluklarda doğanın içinde ağaçlarla, çiçeklerle, çalılarla, kuşlarla konuşur, canlılarla etkileşir duyumsamak istiyorsanız bu özenli baskılı kitabı yavaş yavaş okuyun. Doğaya nasıl bakılır, bütünleşilir, iç dünyanıza nasıl zaman ayırırsınız gibi pek çok konuyu bilincimize çıkarmaya katkısı olacağı kesin bu okumanın.

“Her gün birkaç saatimi ormanda geçiririm, dağlalesi ve ciğerotunun yanında mührüsüleyman, inciçiçeği ve lekeli orkide de açtı artık. Bazen resim yaparım ormanda, bazen otlara yatıp uyurum, bazen uzanıp kitap okurum.”(**)

Metin ve şiirlerden oluşan bu kitabı okuduktan sonra giderek hızlanan yaşamımızda tahrip ettiğimiz “mavi bilyemize” daha bir özenle bakar ve yaşamaya gayret ederiz belki.

Müfit Akyos / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 153. sayısında yayınlanmıştır.

(*) Hermann Hesse, Ağaçlar, İstanbul, Kolektif Kitap, 2019, 2. Baskı.
(**) HBT_76_S.153_Toprak-Tohum-Su_M.A_1 Mart 2019

Müfit Akyos