Sosyal medya toplumları dönüştürüyor: Uygulamaların ve reklamların hedefi siz ve zamanınız

Öne Çıkanlar Teknoyaşam
Sosyal medya toplumları dönüştürüyor: Uygulamaların ve reklamların hedefi siz ve zamanınız

Netflix yapımlarını ne kadar takip ediyorsunuz bilemeyiz fakat şirketin son filmlerinden “The Social Dilemma“ (Sosyal İkilem); nasıl distopik bir dünyada halihazırda yaşıyor olduğumuzu gözler önüne sermesiyle kısa zamanda oldukça fazla izleyici topladı. Jeff Orlowski yapımı olan “Sosyal İkilem” adlı belgesel, sosyal medya uygulamalarının kullanıcıların bağımlılığını nasıl arttırdığını ve gizlilik ihlallerini nasıl yaşanabildiğini sorguluyor. Facebook, Google ve Twitter gibi teknoloji şirketlerinin sosyal medya platformları ve arama motorları üzerinden bireylere ve toplumlara verdiği/verebileceği zararları ortaya koymayı hedefleyen belgesel, bu yılın Ocak ayında Sundance Film Festivali’nde ilk kez izleyici ile buluşmuştu.

Orlowski, iklim değişikliğine odaklanan “Buzun Peşinde” ve “Mercan Peşinde” belgesellerinde olduğu gibi, “Sosyal İkilem” belgeselinde de teknolojik konuları uzman olmayan kişilerin de anlayabileceği bir düzeye başarılı bir şekilde ele alıyor.

Belgeselin izlenme oranları ünlüler ve basın sayesinde artmaya devam ediyor. Örneğin Amerikalı müzisyen Pink, belgesel yayınlandıktan kısa bir süre sonra “The Social Dilemma’yı lütfen en kısa sürede izleyin,” diye bir tweet paylaştı. The Independent gazetesi de filmi: “zamanımızın en önemli belgeseli” olarak nitelendirdi.


Aslında belgeselin tek ve basit bir mesajı var: “akıllı telefonunuzu bırakın, manipüle ediliyorsunuz”. Belgeselde; yapay zeka algoritmalarının sosyal medya platformlarında yaptığınız her hareketi nasıl izlediği, gelecekte nasıl davranacağınızı tahmin edebileceği ve hatta sizi yönlendirebileceği sosyal medya endüstrisinde çalışan yetkililer tarafından örneklerle açıklanıyor. Bu noktada yetkililerin şu ifadesi oldukça çarpıcı: “Dünyada müşterisine kullanıcı diye hitap eden 2 sektör var; birincisi uyuşturucu sektörü, ikincisi yazılım sektörü.”

Sosyal medyadan ne anlamalıyız?

Baby Boomers (BB) kuşağı (1945-1964 yılları arasında doğan) ve X kuşağının (1965-1979 yılları arasında doğan) çok geç haberdar olduğu ama öğrendiğinde elinden bırakamadığı, Y kuşağının (1980-1999 yılları arasında doğan) hızla adapte olduğu ama daha temkinli yaklaştığı, Z kuşağının (2000 sonrasında doğan) ise içinde büyüdüğü dolayısı ile zararlarının farkında bile olmadığı sosyal medya aslında bir kaç teknoloji şirketinin “çoğunlukla ücretsiz” platformlarını temsil ediyor. En bilinenleri; Facebook, Google, Twitter, Youtube, Instagram olan bu şirketlerin ciroları şuana kadar gelmiş geçmiş en büyük şirket cirosu olarak tarihe geçmiş durumda.

Bu şirketlerin platformlarında kullanıcılar (bizler), aslında en temelde “sosyalleşme” ihtiyaçlarımıza karşılık buluyoruz. Örneğin Facebook’ta yıllardır görmediğimiz ilk okul arkadaşımızı bulmanın keyfini çıkartırken, Instagram’da birbirinden farklı özellikle servise sunduğumuz fotoğraflarımıza videolarımıza gelen beğenilerden tatmin oluyoruz. Eskiden fiziksel ve birebir etkileşimle yapılan ve güven duygusunun oluşması ile yavaşça gelişen sosyalleşme kavramı, yerini dijital tepkilerin (emojiler) ve çok hızlı anlık hissiyatların (beğenilerin) paylaşıldığı sürekli değişen ve akan bir dijital dünyadaki iletişime/ilişkilere bırakmış durumda. Aslında sosyalleşmenin bile çok hızlı tüketildiği bir dünya...

“Social Dilemma” filmi neden bu kadar popüler oldu?

Filmde özetle, sosyal medya şirketlerinin bir ürün ya da hizmeti kullanıcılarına satmak yerine, kullanıcılarından oluşturduğu profil bilgilerini çeşitli finans gruplarına satarak para kazandığı ve bu süreçte bireylerin ve toplumların nasıl manipüle edilebildiği konu alınıyor.

Burada çok distopik ya da karamsar bir resim görmüyor olabilirsiniz, fakat filmde de bahsedildiği gibi aslında bu profillerin oluşturulmasında kullanılan yapay zeka algoritmaları konusundaki kontrol zaten çoktan kaybedilmiş durumda! Çünkü Facebook, Google, Instagram, Twitter, vb. sosyal medya şirketlerinin tek amacı, bu profiller sayesinde aldıkları reklamlardan para kazanmak. Profillerin nasıl ve ne kadar doğrulukta oluşturulduğu ya da paralelde verilen reklamların, yapılan yönlendirmelerin bu profilin sahibi olan kişilerin psikolojilerinde, sosyal yaşamlarında ne gibi değişikliklere sebep olduğu tam olarak bilinmiyor. Bunu ölçüp takip eden ve bunun etik anlamda değerlendirmesini yapıp algoritmaya çeki düzen verecek bir sistem de yok.

Belgeselin çarpıcı kısımlarından birisi, sosyal medyanın olumsuz etkilerini masaya yatıran kişilerin aslında bu sosyal medya devlerinde önemli pozisyonlarda karar verici konumlarda çalışmış olmaları.

Bu kişiler: Google tasarım etiği ve İnsani Teknoloji Merkezi kurucu ortağı Tristan Harris, yine aynı merkezin kurucu ortaklarından Aza Raskin, Asana’nın kurucusu ve Facebook’ta “Like” (beğeni) düğmesinin tasarımcılarından Justin Rosenstein, Harvard Üniversitesi profesörü Shoshana Zuboff, Pinterest’in eski başkanı Tim Kendall, AI Now politika araştırma direktörü Rashida Richardson, Yonder araştırma direktörü Renee DiResta, Stanford Üniversitesi Bağımlılık Tıbbı Burs programı yöneticisi Anna Lembke, ve sanal gerçeklik öncülerinden Jaron Lanier.

Bu kişilerin çoğu bir nevi günah çıkartır gibi, belgeselde yer almayı kabul ederek aslında dev teknoloji şirketlerinin bireyler, toplumlar ve aslında insanlık için ne kadar tehlikeli bir gidişatı başlatmış olduklarını kendi tecrübeleri ile gözler önüne seriyor.

Bir sosyal medya platformunda sürekli farklı içerikleri görmek için ekranın kaydırılması ve klavyede çeşitli tuşlara basarak bildirimler iletilmesi, aslında kullanıcıların sürekli meşgul olmasını sağlamakta. Bu meşguliyetin ardından kişilerden toplanan veriler üzerinden profiller oluşturulmakta ve bu sayede ilerleyen zamanda kullanıcıya daha da kişiselleştirilmiş öneriler gönderilebilmekte. Burada veriler yalnızca tahmin etmek için değil, aynı zamanda kullanıcıların eylemlerini manipüle etmek için de kullanılabilir hale gelmekte. Bir başka deyişle, kullanıcılar reklamcılar ve propagandacılar için kolay bir av haline getirilmekte.

Google’da eski tasarım etiği uzmanı olan Tristan Harris; “tarihte daha önce hiç 50 tasarımcı iki milyar insanı etkileyecek kararlar vermedi” diyor. Stanford Üniversitesi’nde bağımlılık uzmanı olarak çalışan Anna Lembke de, bu şirketlerin, kişiler arası bağlantılara yönelik olarak gelişen beynin evrimsel ihtiyaçlarını istismar ettiğini belirtiyor. Facebook’un ilk yatırımcılarından Roger McNamee ise tüyler ürpertici başka bir iddiada bulunuyor: “Rusya Facebook’u hacklemedi; sadece bir sosyal medya platformunu kullandı”. (Bilgi: Rusya, 2016 yılındaki ABD Başkanlık seçiminin Trump lehine sonuçlanması için “sosyal medyaya müdahale etmek” ile suçlanıyordu).

Belgeselde ayrıca bir banliyö ailesinin sosyal medyanın yoğun kullanımından oluşan mağduriyeti de konu alınıyor. Sessiz akşam yemekleri, kendi imajıyla ilgili sorunları olan ergen bir kız ve belirsiz bir ideolojiyi destekleyen YouTube önerileriyle radikalleşen genç bir oğlanın kısa hikayesi bize yaşadığımız gündelik hayattan örnekler sunuyor adeta...

Bir ürün ücretsiz ise, ürün sizsiniz

Belgeselden çıkartılacak önemli değerlendirmelerden birisini, eski Google çalışanı Harris’in sözünde bulmak mümkün: «bir ürün ücretsiz ise, ürün sizsiniz”. Biz sosyal medyada zaman geçirdiğimiz süreyi arttırdığımızda, reklam veren şirketler de bu platformlara ödedikleri paraları artıyor. Kullanıcıların platformlarda daha çok zaman geçirmelerini sağlamak adına şirketler algoritmalarını geliştirmeye çalışıyor. Bu algoritmalar ise, insanlara daha iyi ve doğru içerikler sunmak gibi etik kaygılardan öte, kullanıcıların platformlarda daha fazla zaman geçirmelerini sağlayacak “tavşan deliklerini” oluşturmaya odaklanmış durumdalar.

Belgeselde en göze çarpan örneklerden birisi; Facebook’un Myanmar’daki Müslümanlara yapılan saldırılardaki rolünün ortaya serilmesi. Business for Social Responsibility (BSR) isimli sivil toplum kuruluşunun hazırladığı, “İnsan Hakları Etki Değerlendirmesi: Myanmar’da Facebook” başlıklı bağımsız raporda, Facebook ve diğer sosyal medya platformlarının Myanmar’da insan hakları ihlallerinin yaygınlaşmasına “uygun ortam” sağladığı açıkça belirtiliyor. Uydurma haberler ve manipüle edilen toplumla ilgili olarak Facebook ise; “daha fazlasını yapabilirdik ve yapmalıydık” şeklinde bir açıklama yaparak aslında sonuçlardan sorumlu olduklarını bir nevi onaylıyor.

Benzer şekilde Amerika’da yine sosyal medya üzerinden yayılan kurmaca olay “Pizzagate” de yalan bilgilerin ne kadar hızlı ve etkili bir silaha dönüştürebileceğinin önemli örneklerinden. Belgeselde bu konu ile ilgili şu yorum yapılıyor: “yanlış bilgiler doğru bilgilerden 3 kat hızlı bir oranda yayılabiliyor”.

Algoritmalar nasıl çalışıyor?

Gündemi meşgul eden bu sosyal medya platformlarının arkasında gelişmiş algoritmalar yer alıyor. Peki bizi bu denli ekrana bağlı tutmayı başaran algoritmaları aslında nasıl çalışıyor?

İlk olarak Instagram uygulamasına bakalım. Burada ana hedef, Instagram’da en çok etkileşimde olduğumuz insanları belirleyip onların aktivitelerini görmemizi sağlamak ve bu sayede bizi olabildiğince uzun süre ekranda tutmak. En çok etkileşimde olmanın kritlerleri ise; doğrudan mesajlaşma sıklığı, gönderilerde etiketleme sıklığı, karşılıklı yorumlama ve beğeni durumu ve tabii ki karşı profilde geçirilen süre.

Bu yoğun etkileşimin ardından algoritma sizi yakın iki kullanıcı olarak işaretleyip, karşılıklı akışlarınızda daha çok görünmenizi sağlıyor. Bu durumda tabii etkileşime girmediğiniz, özel mesaj yoluyla konuşmadığınız, gönderilerini kaydetmediğiniz, profiline girip bile bakmadığınız bir kullanıcıyı sizin önünüze çıkarmayı pek tercih etmiyor. Bunun dışında İnstagram, görüntü tanıma algoritmaları da kullanıyor. Yani, siz eğer fazla manzara fotoğrafı paylaşıyorsanız, önünüzdeki keşfet ekranına daha çok manzara içeriği olan sayfalar sunuluyor. Görüntü tanıma teknolojisiyle kullanıcıların en çok etkileşime girdiği görsel tipleri ve içerikleri belirleniyor, gönderi akışında bu tip içeriklerin yoğunluğu artırılıyor.

Twitter’da ve Facebook’ta durum

Twitter’da ise durum biraz daha farklı. Mevcut algoritma takip ettiğiniz hesaplardan atılan tüm tweet’leri inceleyerek, her birine alaka düzeyine göre puan veriyor. Twitter “timeline” özelliği; üç ana veriyi işleyerek önümüze farklı “keşfet”ler sunuyor: kronolojik olarak sıralı tweetler, gözden kaçırıldığı düşünülen tweetler ve ters kronolojik sırada kalan tweetler.

Burada Twitter‘daki algoritmalar, kronolojik sıraya göre yayınlar göstermiyor. Bunun yerine, bir makine öğrenme algoritması üzerinden her şeyi fi ltreliyor. Twitter’ı diğer sosyal ağlardan ayıran en önemli özellik işte bu. Eylül 2020’de Twitter, algoritmasındaki bu özellikten ötürü ‹ırkçı› olmakla suçlandı. Nedeni ise, bir kullanıcının, Twitter algoritmasının, Barack Obama›nın yüzü yerine, Mitch McConnel›ınkini göstermeyi tercih etmesiydi. Twitter’daki fotoğraf algoritmasının, bazen beyaz yüzleri siyah yüzlere tercih ettiğinin kullanıcılar tarafından ortaya çıkartılması ile konu araştırılmaya alındı.

Ve gelelim Facebook‘a… Şuana kadar, bütün sosyal medya platformlarında en fazla bilgiyi barındıran ve analiz eden algoritmanın sahibi platform Facebook. Mesajlaşırken kullandığınız kelimelerden psikolojinizi analiz edebilen, duygu durumunuzu, hoşlandığınız şeyleri, ilgi alanlarınızı vb. birçok bilgiyi analiz edebilen ve bunları yaparken 2 milyardan fazla kullanıcının verilerini kullanabilen bir sistem Facebook. Bütün hareketleri gözlemleyebilen ve yorumlayabilen, özetle; hangi reklam daha fazla kişiye ulaşsın, hangisi daha fazla etkileşim alsın, hangi reklam videosu viral olsun, hangi reklamın dönüşümü daha iyi olsun gibi birçok duruma karar verebilen bir akıllı güçten söz ediyoruz.

Facebook’un ne kadar etkin bir platform olduğu, biraz önce bahsettiğimiz 2016 ABD Başkanlık seçimlerinde Rusya’nın girişimi ve Myanmar’daki Müslümanlara yapılan saldırılardaki rolü ile açıkça görülüyor.

Son olarak, Google platformu ise; tek bir algoritmadan değil, bir algoritmalar dizisinden oluşuyor. Size en yararlı bilgiyi sağlamak için arama algoritmaları, sorgunuzdaki kelimeler, sayfaların alaka düzeyi ve kullanılabilirliği, kaynakların uzmanlığı, konumunuz ve ayarlarınız gibi birçok faktörü dikkate alıyor. Her bir faktöre uygulanan ağırlık, sorgunuzun özelliğine bağlı olarak değişiklik gösteriyor. Örneğin; güncel haber konularıyla ilgili sorguların yanıtlanmasında içeriğin yeniliği, sözlük tanımlarıyla ilgili sorgulara göre daha büyük bir rol oynuyor.

Atılabilecek adımlar

Eski Google çalışanı Tristan Harris, 2019 yılında ABD Senatosu önünde verdiği ifadede, “sorumluluk almanın sosyal medya şirketlerinin görevi olduğu”nu belirtmişti. Kullanıcıların özdenetimi, bu gidişatı kontrol altına almak için yeterli değil. Tüketicileri korumak için daha sıkı düzenleyici önlemler gerekmekte. Şirketlerin kullanıcılarından topladıkları veriler oranında vergilendirmeye tabi tutulmaları bir kontrol mekanizması gibi gözükse de aslında Harris, önemli kontrol mekanizmaları kurabilmek için toplumlar ve devletler tarafından kolektif bir iradenin gerekli olacağını değerlendiriyor.

Fakat devletlerin bu konuda düzenleme yapmalarını bekleyecek zaman da yok gibi gözüküyor. O açıdan özellikle çocukların ve genç neslin sosyal medyanın bilinmeyen zararlı etkilerinden en az düzeyde etkilenmelerini sağlamak adına, “Sosyal İkilem” filminde de bahsedildiği gibi 3 altın kural bireylerce uygulamaya alınabilir:

• Lise çağından önce akıllı telefon ve sosyal medyanın kullanılmaması,

• Yatmadan yaklaşık 1 saat önce akıllı telefonların yatak odası dışında bırakılması,

• Akıllı telefon kullanımlarına aile içinde süre kısıtlaması getirilmesi.

Peki siz, aileniz ve arkadaşlarınız, bu sosyal medya platformlarının zararlarını azaltmak için önlem almaya hazır mısınız?

Gözde Kara ([email protected] )
Ali Berkol ([email protected])

Kaynakça
1- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46569331
2- https://en.wikipedia.org/wiki/Pizzagate_conspiracy_theory
3-https://www.cbc.ca/news/entertainment/netflix-social-dilemma-tech-1.5740351
4- https://www.nytimes.com/2020/09/09/movies/the-social-dilemma-review.html
5- https://www.latimes.com/entertainment-arts/movies/story/2020-09-09/review-social-dilemma-facebook-google-netflix
6- https://www.indiewire.com/2020/01/the-social-dilemma- review-sundance-1202207034/
7-https://www.nytimes.com/2018/11/06/technology/myanmar-facebook.html
8- https://abcnews.go.com/Entertainment/wireStory/review-put-phone-urges-doc-social-dilemma-72875929
9- https://blog.hootsuite.com/instagram-algorithm/
10-https://www.shopify.com/blog/instagram-algorithm
11- https://sproutsocial.com/insights/twitter-algorithm/
12- https://buffer.com/library/twitter-timeline-algorithm/
13- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya- 54237999
14- Callie Jessica Morgan, “The Silencing Power of Algorithms: How the Facebook News Feed Algorithm Manipulates Users’ Perceptions of Opinion Climates”, March 2019, Portland State University, University Honors Thesis.
15- https://www.google.com/search/howsearchworks/ algorithms/ 16- https://www.theverge.com/2020/9/4/21419993/ the-social-dilemma-jeff -orlowski-netfl ix-movie-review-social- media-algorithms

Bu yazı HBT'nin 248. sayısında yayınlanmıştır.