Bir ceviz hikâyesi

Ahmet Yavuz Y
Bir ceviz hikâyesi

Geride kalan yıl içinde bir başarı hikâyesi olarak Edirne’deki meşe çalışmalarımızı yazmıştım. Ardından Konya-Karapınar bölgesinde yürüttüğümüz ağaçlandırma gayretlerini… Ama bu ikincisinde iyi başlayanın pek de iyi bitmeyen bir öykü olduğuna vurgu yapmıştım.

Karapınar-Hotamış yakınında kurduğumuz 17.500 meyve fidanından oluşan bahçenin öğrettiklerini daha sonra atandığım Edirne-Süloğlu bölgesinde uygulamaya koymaya karar vermiştim.

Kara Kuvvetleri, 2000 yılında herhangi bir mesleği olmayan erbaş ve erlere meslek edindirme kursları düzenlenmesine yönelik emirler vermişti. Devletin diğer kurumlarıyla ortaklaşa yürütülen bu çok önemli projeyi çok değerli ve önemli bulmuştum. İçinde sanayi çarşısı ve çeşitli meslek okulları bulunan şehirlerdeki kışlalarda bunu yapmak kolaydı. Ama Süloğlu gibi küçük bir kışlada zor…


Bu durum beni kışla içinde meyve yetiştiriciliği yapmaya itti. En kolayı ve uygunu buydu. Üstelik mesleği olanları da ilgilendiren bir konuydu.

Kolları sıvadık. İki meyve bahçesi kurduk. İçinde havuzları, damlama sulama sistemleri olan. Narenciye hariç her şeyi yetiştirmek mümkündü. Öyle de yaptık.

Bu arada bir görev gereği karayolundan Sofya’ya kadar gitmem gerekti. Yolların iki tarafında ceviz ağaçları dikkatimi çekti. Düzenli aralıklarla dikilmişti. Kendime sordum: “Biz neden yapmıyoruz?”

“Cevizli tabya”

Edirne’nin etrafında 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi esnasında şehri çevresinden savunmak maksadıyla inşasına girişilen ve Balkan Harbi esnasında kullanılan 30 civarında tabya vardır. Bunlardan birinin adı Cevizli Tabya’dır. Herhalde tabyanın kurulduğu dönemde çevresi ceviz ağaçlarıyla doluydu. İsmini bu özelliğinden almıştı. Ama ilk ziyaretim esnasında gördüm ki, içinde üç kök ceviz kalmış!

Hem Bulgaristan ziyareti hem de bu isim bana ilham verdi. Demek ki ceviz bu bölgeye uygun bir bitkiydi…

Bu soruyu her gün kendime sorar oldum. Kışla içinde yapmakta olduğumuz meyve bahçesinin içine olduğu gibi Cevizli Tabya’ya da ceviz fidanları diktik.

Bu arada Edirne-Süloğlu’nun 30 km kadar olan karayolunun iki tarafı ya boş ya da buğday, ayçiçeği ekim alanıydı. İki taraflı olarak ceviz diksek hiç fena olmazdı!

İki yerleşim yeri arasında halen olduğu gibi dört köy vardır: Geçkinli, Hacıumur, Demirhanlı ve Musabeyli. Projeyi gerçekleştirmek için halkı ikna etmemiz gerekliydi. Ziyaretlere Süloğlu’na yakın olan Geçkinli’den başladık. Ramazan ayıydı. Teravi namazından sonra köyün kahveleri doluydu. Bu köyün geçmişte askeri birlikle arazi sorunu yaşamış olması işimizi zorlaştırmıştı. Sonunda ikna oldular. Diğer üç köy de ikna olmuştu. Tarlalarının içine 10’ar metre arayla ceviz fidanı dikmemize razı oldular. Şimdi size kestirmeden sonucu yazdım ama o dönemde yanımızda bir senarist bulunsaydı çok eğlenceli bir film üretmek mümkün olurdu…

Yolların kenarları dışında köylerin ortak alanlarına da ceviz fidanları diktik. Tabii, ceviz fidanı dikilen yerler saydığım yerlerle sınırlı kalmadı. Çevredeki her köy ve köy yolu nasibini aldı. Hatta bazı vatandaşların gösterdikleri taşlık alanlar temizlenerek dikim yapıldı.

12.500 ceviz fidanı dikildi

Aşağıda gördüğünüz fotoğraf HBT ekibinin Ekim 2017’de Edirne’ye yaptığı ziyaret esnasında çekilmiştir. 2003 yılında Musabeyli Köyünün ortak alanına dikilen fidanların son durumunu yansıtmaktadır.

Toplam 12.500 ceviz fidanı dikildi. Dönemin Edirne Valisi Fahri Yücel projeye maddi destek verdi. Ancak fidanların büyüdüğünü göremedi. Kendisini, rahatsızlığının belirmesinden kısa bir süre sonra kaybettik. Rahmetle analım.

Diktiğimiz ceviz fidanları uzun zamandır meyve veriyor. Bölge halkı için örnek oluşturdu. Hatta devletin de bu konuda ciddi adımları oldu. İki yıl kadar önce ziyaretlerine gittiğim Akardere Köyü’nde çok beğendiğim bir manzarayla karşılaştım. Köyün dışında ormanlık büyücek bir alan var. Alanın bir kısmı ormanlık vasfını kaybetmiş. Bu alanların bir kısmına daha önce meşe fidanları dikmiştik. Köye yakın kısmını, devlet hane başına 60-70 fidan olmak üzere köylülere dağıtmış. Fidan da vermiş. Genişçe bir alan ceviz bahçesine dönmüş. Çok mutlu oldum.

Köylülerin çayını içerken bir vatandaşımızın şu ifadesini hiç unutamıyorum: “Komutanım, sizin o zaman söylediklerinizi yapmadığım için kafamı duvarlara vuruyorum. O gün yapsaydık bugün farklı bir durumda olurduk.”

Gelelim derslere…

Dikilen ceviz fidanlarının hepsi yaşamadı. Vatandaş bir kısmını söküp bahçesine dikti. 2005’e kadar çok iyi düzeyde yapılan bakım sonra tavsadı. Ancak iyimser bir bakışla, yarısının yaşadığını söylemek mümkündür. Yaşayanlar bir örnek oluşturdu. Bu durum vatandaşın bilincine yansıdı. Daha sonra atılan adımlara bakılırsa devlete de…

Gelinen noktada şunu söylemek mümkün: İnsanımız görmeden ikna olmuyor. Gördükten sonra da coşuyor. Bu noktanın tam da HBT’nin konularından birisi olduğunu düşünüyorum. Bilim felsefesi eğitimini yaygınlaştırmaktan başka çıkış yolu görünmüyor. Ancak günlük yaşamda doğru örnekler sunmak da çeşitli katkılar sağlayabiliyor.

Ayrıca özel mülkiyet çok önemli, özellikle tarım alanında. Kişilerin gösterdiği alanlara yapılan dikimlerde hemen hemen hiç kayıp olmadı.

Kışla içine yapılan iki meyve bahçesinin içinde meyve yanında sebze de yetiştirildi ve ürünler askerlerin tabağında kendilerine sunuldu. İçlerinde dikim, sulama, budama vb. konularda uzmanlaşarak yeni bir meslek edinenler oldu.

Bu iki bahçe bölge halkının ziyaretlerine açıldı. Örnek oluşturdu. Bölgede benzer birçok bahçe kuruldu. Tarım ürünü çeşitlemesine katkı sağlandı.

Bu projede en çok yorulanlar yaz ayları boyunca o fidanları sulayan uzman erbaşlar başta olmak üzere Mehmetçik oldu. Onlara şükran duygularımla…

Artık ağaçlandırma konularına son vererek başka alanlara açılma zamanı geldi. Başka bir konuda buluşmak üzere…

Ahmet Yavuz

*Bu yazı HBT'nin 98. sayısında yayınlanmıştır.

Ahmet Yavuz