M. Kemal’in Suriye tasavvuru üzerine (7)

Ahmet Yavuz Y
M. Kemal’in Suriye tasavvuru üzerine (7)

Dizinin ilk altı yazısında M. Kemal Paşa’nın 7. Ordu komutanlığına atanması öncesindeki olayları, 20 Eylül 1917 tarihli raporunu, istifasına yol açan gelişmeleri ve aynı komutanlığa yeniden atanmasını ve sonrasını incelemiştik. Yazdıklarımız özetti. En doğrusu bu süreci Kerem Çalışkan’dan okumaktır. (1)

M. Kemal’in raporunda önerdikleri o günlerde dikkate alınsaydı durum ne olurdu? Günümüzde yaşadığımız Suriye hatta Irak ile ilgili gelişmeler yaşanır mıydı? Bunların yanıtları, bizi M. Kemal’in tasavvuruna ulaştıracak…

Ancak bulduğumuz cevap bir varsayımdan ibaret kalacak. Bunu biliyoruz. Tarihi değiştirecek durumda değiliz. Eğer 1917’de Irak ve Sina cephelerinde taarruz etme arayışı ve zaman kaybı yerine savunma yapmayı tercih etseydik, durum farklı gelişirdi. Belki Sina’da kaybederdik ama hem Suriye’de hem de Musul’da başarılı bir savunma yapabilirdik. Böyle bir sonuç almak mümkündü.


Daha erken bir barış girişimi, ülkemizi işgalden de koruyabilirdi.

Araplarla konfederasyon formülü

M. Kemal’in bunları düşündüğünü varsaymak yanlış olmaz. Zira kurtuluş mücadelesi sürerken Suriye ve Irak’lılarla temas halindedir. Formülü de açıklamıştır: “Suriye ve Iraklılarla öteden beri münasebet tesis etmiş ve kendileri İngiliz ve Fransızlar aleyhine teşebbüslere geçirilmiştir. Daha ciddi esaslar dahilinde harekât birliği için nezdimizde gelmiş olan salahiyattar Arap delegeleriyle kararlar alınmıştır. Araplara karşı başından beri ifade ettiğimiz siyasi formül şudur: Her millet kendi dahilinde bağımsızlığını kurtardıktan sonra ‘konfederasyon’ halinde birleşmek.” (2)

27 Şubat 1920 tarihli bu belgede ayrıca ilk Misak-ı Milli sınırlarına ışık tutan bir ifade yer almaktadır. Birazdan bu hatta temas edeceğiz.

M. Kemal’in 1907’de daha kurmay yüzbaşıyken farklı bir coğrafya ve halkı ihtiva eden ülkeyi tahayyül etmekteydi. O’nun anafi kri, dağılacağını bildiği Osmanlı devletinin dağıtılma işinin yabancılara bırakılmaması, tasfiye işinin kendi ellerimizce yapılmasıydı. Başkalarına kalırsa daha azına razı olmak durumuyla karşı karşıya kalabilirdik. Türklerin çoğunluğunu teşkil ettiği bir vatan tasarlıyordu. Kafasından geçirdiği vatanın sınırları ise, Batı ve Doğu Trakya topraklarını, Edirne ve Kırklareli bölgesinde bugünkü Bulgaristan sınırının biraz daha ötesini, Anadolu sahillerine yakın adaları ve Hatay, Halep ve Musul vilayetlerini içermektedir. Diğer yerler Araplara, Arnavutlara, uzak adalar Yunanistan’a, Bosna- Hersek ve Sırbistan Avusturya-Macaristan’a adil bir şekilde bırakılmalıydı. Bu sınırlar dışında kalan Türkler de sınırların içinde kalan yabacılarla mübadele edilmeliydi. (3)

Tasarlanan Misak-ı Milli

Güneyde çizilen sınırın detayına gelince, kendi tanımlaması şu şekildedir (12 Aralık 1919) :

“Mütareke imzalandığı gün ordularımız fi ilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu sınır İskenderun Körfezi güneyinden Antakya’dan Halep ile Katma istasyonu (Afrin bölgesinde) arasında Cerablus köprüsü güneyinde Fırat Nehri’ne kavuşur. Oradan Deyrizor’a iner; sonra doğuya uzatılarak, Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtiva eder. Bu sınır ordumuz tarafından silahla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt unsurlarıyla meskûn vatan kısımlarımızı sınırlar. Bunun güney kısımlarında Arapça konuşan dindaşlarımız vardır. Bu sınır dahilinde kalan memleket kısımlarımız Osmanlı camiasından ayrılmaz bir bütün olarak kabul edilmiştir. (…) Hepimiz bu devletin Müslüman ve Müslüman olmayan unsurları dahil olarak aynı şekilde tebasıyız.” (4)

Görüldüğü gibi Atatürk, Kürtleri Türklerden ayırt etmiyor, diğer azınlıkları da eşit haklara sahip vatandaşlar olarak görüyor. Ancak mütareke hükümlerine aykırı olarak İngilizler Musul’u işgal ettiler ve Hatay da milli sınırlarımız içine Lozan’da dahil edilemedi. Türkiye-Suriye sınırı da daha kuzeyden geçirilebildi. Bu, bir güç meselesiydi. O gün ülkenin gücü ona yetti.

Eğer Misak-ı Milli yukarıda tarif edildiği gibi hayata geçirilebilmiş olsaydı, güncel olarak Suriye’de oluşturulmaya çalışılan güvenli bölge ve Musul vilayeti yani Kuzey Irak Türkiye toprakları içinde kalmış olacaktı. Türkiye farklı kurulacaktı. Petrole sahip olacaktı. Ekonomik sorunlarını çok daha önceden çözmüş olacaktı. Belki yönetsel yapılandırma da farklı şekillendirilmiş olacaktı. On yıllardır yaşadığımız ayrılıkçı eylemlerle belki hiç tanışmamış olacaktık!

Atatürk’ün tasavvuru sanırım buydu…

Ahmet Yavuz

 

Kaynaklar:

Kerem Çalışkan, Mustafa Kemal’in İsyan Muhtırası, 20 Eylül 1017, Remzi Kitabevi, 2017

Atatürk’ün Kaleminden Suriye Irak, Kaynak Yayınları, 2018, s. 70 vd.

Ali Fuat Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, Temel Yayınları, 2000, s. 137, 138

Atatürk’ün Bütün Eserleri, Kaynak Yayınları, Cilt 6, s. 30


*Bu yazı HBT'nin 195. sayısında yayınlanmıştır.

Ahmet Yavuz