Samsun ve sonrasının anahtarı: “Bilim ve ahlak”

Ahmet Yavuz Y
Samsun ve sonrasının anahtarı: “Bilim ve ahlak”

Ulu önderimizle HBT sayfalarında çıktığımız yolculuğu sürdürüyoruz. Bilindiği gibi geçen yıl Samsun’la başlamış Ankara’da Meclis’in açılışına kadar gelmiştik. Sonrasını sürdüreceğiz. Her yılın önemli olaylarına sırası geldikçe yer vereceğiz. Ama bazen önemli yıl dönümlerinde, tekrara düşmemek adına, kendisiyle ilgili başka bir konuya temas edeceğiz. Mesela bugün O’nun bir asker olarak dünyaya bakış açısını işlemeyi seçtik.

Askerler milli güvenlik konularında bütüncül bir bakış açısı edinme eğitimi aldıkları için genelde sıradan siyasetçinin meselelere yaklaşımıyla örtüşmezler. Çünkü sıradan siyasetçinin hemen her konuda tavrını belirleyen kendi dar grup ya da parti çıkarıdır. Oysa askerler, biraz fazla güvenlikçi bir bakış açısına sahip olsalar da, ülke ya da vatan kavramı ekseninde konuları ele alırlar. Tabii aralarından çıkan devlet adamları -sahici anlamda ifade ediyorum- bütüncül bir siyaseti hayata geçirmeyi ülkü edinirler. Sahip oldukları entelektüel derinlik kavrayışlarını güvenlikçi bakışın sınırlarının dışına çıkarır. Onları kalıcı kılan da budur. Çağlar sonrasına taşır. Mustafa Kemal bunun tipik örneğidir. Fransa’da de Gaulle başka bir benzeridir.

Onların bakışında ulusal çıkar belirleyicidir. Politikaları gerçekçiliğe dayanır. Coğrafyayı, tarihi, sosyolojiyi, askeri gücü çok iyi bilirler. Güç analizini çok iyi yaparlar. Dolayısıyla milli güç kavramına bütün boyutlarıyla hâkimdirler. Bu, onlara, durumları ana hatlarıyla kusursuz muhakeme etme ve doğru karar verme hasleti kazandırır. Siyasetlerinin tatbikini güçlü olmakta ararlar. Başarılarının arkasında dayandıkları kuvveti doğru hesap etme yatar. Asla maceracı değillerdir. Yüksek özgüven ve muktedir yapıları, kararlarının tatbikinde zorlukların üstesinden gelmelerini sağlar.


“Debisi yüksek akarsu”

Bu yüzden onların verdiği kararları debisi yüksek bir akarsuya benzetirim. Suların hızla denize dökülmesi, süratle ulaşılan hedefleri çağrıştırır. Ancak devrim yapma durumunda farklı bir sürtünmeyle karşılaşmaları kaçınılmazdır. Ama buna rağmen başarıya ulaşırlar. Çünkü işe girişirken sonunu görme özellikleri gelişmiştir. Zaten sonunu gördükleri işlere girişirler. Buna genelde “sezgi yeteneği” denmektedir.

Bütün bunları Atatürk için yazdım. Özellikle askeri yaşamını ve Kurtuluş Savaşı evresini yakından incelemem yazdırdı diyebilirim. O dönem, onu sadece bir asker olmaktan çıkarmış hem asker hem de politik bir figür yapmıştır. Çünkü bu devre, onun geniş bakış açısını hayata geçirmesinin zeminini oluşturmuştur. Her ne kadar Osmanlı paşaları askerlikle birlikte idari hatta bazen siyasi görevleri üstlenmiş olsalar da gerçekte merkezden aldıkları emirleri yerine getirdiklerinden siyasi kapasitelerini tam olarak dışa vuramamışlardır. Oysa Kurtuluş Savaşı milli güce dayalı bir savaştı. Hatta milli gücün çok kıymetli olarak kullanıldığı bir savaştı. Çünkü bu güç savaşın içinde yaratılmıştı.

Atatürk’ün milli güce nasıl baktığını tahmin etmekle beraber, konuya doğrudan temasını bir kaynakta görmek beni heyecanlandırdı. Daha önce yüzeysel olarak varlığından haberdar olduğum bu kaynağa dayalı olarak onun yaklaşımını özetleyeceğim.

“En çok kuvvetli olmak”

Birinci Dünya Savaşı bitmiştir. 13 Kasım1918’de İstanbul’dadır. 17 Kasım günü Minber Gazetesi kendisiyle yapılan bir mülâkat yayımlanır. Kendisine üç soru yöneltilmiştir. Bunlar: “İmparatorluğun siyasal durumu”, “İngilizlere karşı beslediği duyguları” ve “Ülkedeki son düşünce akımlarına yaklaşımı”…

İlk soruyu ayrıntılı olarak yanıtlamıştır. Cevabın bir kısmı bugün yazdığımız konuyla örtüşmektedir.

Ordu-siyaset ilişkileri konusunda söylediklerini başka bir yazıya bırakalım. Bugün “en çok kuvvetli olmak” kavramına yaklaşımıyla yetinelim.

Siyasete ilişkin ana düşüncesini, “her türlü siyasetin her türlü anlamıyla, en kuvvetli olmak” biçiminde özetlemektedir. “En çok kuvvetli olmak” tan kastı, yalnızca silahlı kuvvetin gücü değildir. O’na göre, “silahlı kuvvet” gerçek güç bileşkesini oluşturan etkenlerin sonuncusudur. O, kuvvetli olmak deyimiyle, “manen, bilimde, teknikte ve ahlak yönünden kuvvetli olmayı” ifade etmektedir.

Şöyle devam etmiş: “Çünkü bu saydığım özelliklerden yoksun olan bir milletin bütün fertlerini/askerlerini en son teknolojiye dayalı silahlarla donatıldığını varsaysak bile, kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olamaz. Bugünkü insan toplulukları arasında yer alabilmek için elde silah beklemek yeterli değildir. Bana göre, kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması gereken, her askeri, özellikle subayı uygarlığın ve teknolojinin gereklerini yerine getiren, düşünce ve hareketlerini ona göre düzenleyen yüksek ahlaklı topluluktur.” (Şerafettin Turan, Belleten, Cilt: XLVI, Sayı: 182, s. 337:346)

Mustafa Kemal’in, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktığında Kurtuluş Savaşı’nı başlatma gücünün arkasında; milletini iyi tanıması ve güvenmesi yanında entelektüel birikiminin verdiği yüksek muhakeme gücü ve özgüven yatar. Bunların arka planında ise “bilim ve ahlak” bileşkesi vardı.

Samsun’dan Havza’ya giderken arabası bozulduğunda “Dağ başını duman almış” marşını söyleyebilecek azim ve kararlılıkla… Başka türlü olmazdı.

“Bilim ve ahlak”, Kuruluş’un da bileşkesi olacaktı… Yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. O’na ve yol arkadaşlarına minnet duygularımızla…

Ahmet Yavuz

Ahmet Yavuz