Bir tek sınav çaldın ise bu kıldığın namaz değil

Cem Say
Bir tek sınav çaldın ise bu kıldığın namaz değil

Birtakım kurallar var. Ezelden beri geçerliler. Evren bu kurallara göre çalışıyor. Ne kadar hızlı koşarsanız koşun ışık hızına varamayacağınızı, iki kere ikinin dört ettiğini, kütleyle enerjinin arasındaki ilişkiyi filan belirleyen bu kurallar.

Bu kuralları yazmaya kalksak o kadar da uzun bir metin çıkacağını pek sanmıyoruz. Nasıl Karayolları Trafik Kanunu’nda ülkedeki her otomobilden, her yoldan, her kavşaktan, her yayadan ayrı ayrı bahsedilmiyor, ama bunların tümü yine de o kanuna göre işliyorsa (off, Türkiye’de bunun çok kötü bir benzetme olduğunun farkındayım!) sözünü ettiğim fizik yasaları da her temel parçacıktan ayrı ayrı söz etmiyor, ama her şey ona uygun işliyor. Fizik yasalarını çiğnemenin cezası yok, çünkü imkânı yok.

Uzun süre önce ortalıkta sadece kuark-gluon çorbası vardı. Tabii ki kuarklarla gluonlar da fizik yasalarına göre devindiler. Aradan zaman geçti, yıldızlar doğdu, gezegenler oluştu, kimileri birbiriyle çarpışıp tuzla buz oldu. Bunların hepsi kalabalık bir bilardo masasındaki topların devinimi gibi, göze ne denli karışık görünse de o hep geçerli temel basit kurallara uyarak gerçekleşti.


Tarihin en önemli olayı

Bir süre sonra Dünya’da bir denizde, o zamanki koşulların tetiklediği sayısız kimyasal tepkimeden birinin sonunda, çevredeki hammaddelerden kendi kendisinin yeni bir kopyasını üretebilen bir mekanizma oluştu. Bu, tarihin en önemli olayıydı.

Bu andan itibaren olanları da sadece maddenin yapı taşlarının fizik yasalarına göre birbirleriyle çarpışması, sekmesi, takılması, sökülmesi olarak anlatmaya devam edebiliriz elbet, ama bu “öz kopyalayıcı” düzenek bize hikâyeyi başka bir dille anlatma olanağı veriyor: Bireylerin, üremenin, nesillerin, türlerin konuşulduğu, ama asıl aktörün genler olduğu yaşamın diliyle.

Kendini kopyalayan bu ilk düzeneğin ortaya çıkışından kısa süre sonra denizler onun sayısız kopyasıyla dolmuştu. Gelgelelim, “tek rakibi kendisi” olan bu ilk tür, Dünya’nın ilelebet hâkimi olamadı. Kopyalama süreci mükemmel çalışmıyor, arada bir orijinalinden azıcık farklı bir kopya ortaya çıkıyordu. Bu farklılık yeni düzeneğin kendisini kopyalamasını engellemiyorsa bu kez bu yeni canlı çoğalmaya başlıyordu. Kaynaklar kısıtlı olduğundan, bu çoğalma yarışında diğerlerinden küçük de olsa bir avantajı olan türler daha çabuk çoğalıyor, altta kalanın canı çıkıyordu.

Gel zaman git zaman, farklılıklar arttı, gezegen milyonlarca farklı türden milyar kere milyarlarca canlıyla doldu taştı. Bunların bazıları dünyayı modelleyip farklı davranış seçeneklerini “simülasyon” yoluyla karşılaştırabilmelerine yarayan organlara sahipti.

Hayatta kalma ve eş bulma açısından önemli yararları yüzünden evrimce seçilen ve kuşaklar boyu geliştirilen bu organlar, yani beyinler, yeni bir “öz kopyalayıcı” salgınının başlamasına yol açtılar: Bu kez kopyalanıp yayılan, farklı sürümleri birbirleriyle yarışanlar fiziksel değil, düşünsel birimler, ya da Richard Dawkins’in koyduğu adla “mem”lerdi.

En tipik örnek

Akılda kalan bir fıkra, dillerden düşmeyen bir türkü, gençler arasında popüler olan saç şekilleri, modalar, diller, ideolojiler ve dinler, beyinlerce taşınan, insandan insana bulaşarak yayılan, tıpkı fiziksel canlılar gibi birbirleriyle bazen rekabet edip bazen işbirliği yapan memlerin en tipik örnekleridir. Ve vücut ve beyinlerimizde taşıdığımız genler ve memler arasında, kuşkusuz bize çok iyi etkileri olanlar olduğu gibi, ne yazık ki çok kötü, hastalıklı olanları da vardır.

Şu iyi bir memdir mesela:

"Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en hakiki tarikat, medeniyet tarikatıdır. Medeniyetin emir ve talep ettiğini yapmak insan olmak için kâfidir. Tarikat reisleri bu dediğim hakikati bütün açıklığıyla idrak edecek ve kendiliklerinden derhal tekkelerini kapayacak, müritlerinin artık erginliğe ulaşmış olduklarını elbette kabul edeceklerdir."

Ya da yazının başında sözünü ettiğim doğa kurallarını anlamak için didinmek, gerçeği öğrenmek ve yaymak için duyulan istek, Herkese Bilim Teknoloji’nin temelini oluşturan bu mem, ne güzel memdir!

Buna karşılık, insanlara yalancı bir şeyhe kutsallık atfedip onun hâkimiyet planı çerçevesinde masumları hapsetmek, kendine emanet edilen çocuklara işkence etmek, suç işletmek, göz nuru dökerek sınavlara hazırlanan gençlerin haklarını yiyerek kendi zombilerine iltimas geçmek gibi alçaklıkları yaptırtan memler kötü memlerdir. Onlarla mücadele hayata borcumuzdur.

Beyinlerdeki bataklığı kurutmalıyız. Başarabiliriz. Başaracağız.

Cem Say / [email protected]

Cem Say

1987'den beri Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nde çalışıyor. Çalışmaları Yapay Zeka ve Kuramsal Bilgisayar Bilimi üzerine. Sahte dijital deliller üzerine incelemeleri var. Bilimkurgu, uzay yolculuğu, seçim hileleri ve başka bir çok konuya da meraklı.