Kalenderhane kapısı: Restoratör mimardan imama kültürel açılım

Doğan Kuban
Kalenderhane kapısı: Restoratör mimardan imama kültürel açılım

Sevgili okurlar, bu iletişim çağında hangi konuda olursa olsun, tek kişinin ya da devletin gerçekleştirdiği etkinlik, uluslararası normlara uymuyorsa, bu bir uygarlık eksikliğidir. Bunların sayısı çoksa o toplum sadece uygarlıktan yeterli not almaz, öğretimde, kültürde , sosyal düzende, teknolojide de çağdaş sayılmaz.

Kalenderhane Camisini (eski Kyriotissa Kilisesi) ve çevresini Dumbarton Oaks Bizans Enstitüsü’nün verdiği burs ve Amerikalı bir profesör ile arkeolojik olarak inceledikten sonra 10 yıl süren bir çalışma sonucu restore ettim. (1967-1977) Bu kazı ve restorasyon, İstanbul’daki Bizans çalışmalarının sit kazısından kubbenin tamamlanmasına kadar bilimsel titizlikle yapılan bir çalışmadır. (Lee Striker- Doğan Kuban, Kalenderhane in İstanbul. 2 vols., Verlag Philipp von Zabern, Mainz, 1997)

Eski Kyriotissa Kilisesi şimdiki Kalenderhane Camii

Cami girişini lamba, kamera, alarm, Kalenderhane tabelası ile süsleyenlerin herhalde çok iyi bildikleri gibi, bu kilise, ilk kez eski bir Roma hamamı kalıntısı üzerinde inşa edilmiş ve freskolarla süslü, ikonostasisi olan (Meryem için bir ikon adı) Kyriotissa Kilisesiydi. Meryem’in sonradan yapılan absid duvarı arkasında kalan portresi çıkarılarak Arkeoloji Müzesine kaldırılmıştı. Diakonikon içinde de kalmış freskolar vardı.


İstanbul fethinde çok büyük cesaretle savaşan Kalenderilere Sultan, yapıyı zaviye olarak vermişti. Fetihten sonra zaviye, daha sonra cami olan yapıya, son dönemde minare eklenmişti. 1967’den önce terk edilen cami uzun zaman boş kaldıktan sonra restore edilmişti.

Türkiye çok uzun zamandır ilgilendiğim restorasyon çalışmalarının, Kültür Bakanlığı tarafından bu kadar açık kötü bir duruma düşürüldüğünü bilmiyordum.

Bu yenilik giderek bütün camileri aşçı dükkanına çevirebilir. Bu yeni yetkililerin ilerde camileri kahve olarak kullanmalarına şaşmam. O utandırıcı kapı girişi bir hapishane kapısının donanımı, bir zengin köylü evinin bahçesine ya da ev kapısına benziyor. Oysa kilise, Türk göçerleri Anadolu’ya gelmeden yapılmıştı.

Mutlaka uzmanlar yapmalı

Türk toplumu hâlâ eski esere en bir ufak müdahalenin bile sadece uzmanlar tarafından yapılması gerektiğini öğrenmedi. Eski eser yasası önce 1951’de çıktı ve Anıtlar ve Eski Eserler Kurulu kuruldu. O sırada İstanbul nüfusu bir milyondu. 1980 darbesinden sonra 1983’de, Türkiye’de “HER ŞEYİ BİLENLER” bazı değişiklikler yaptılar. Restorasyonu bir bilim dalı olarak öğrenip uygulayan bir mimar mühendis olarak, öğrencilere eski bir eserin kimliğini bilmeden ona el sürmemelerini öğrettim. Bu 1955’ten 2000’e kadar sürdü. Buna ilişkin kitaplar yazdım. Koruma örgütlerinin ve danışmanlıkların her türünde çalıştım. Uzun yıllar restorasyon konusunda ülkeyi yurt dışında temsil de ettim.

Bu konular üzerinde çalışmaya başlayalı 65 yıl geçtikten sonra bir Bizans kilisesini, hem de İstanbul’un bağrında Süleymaniye, Şehzade külliyeleri ve Valens Su kemeri arasında, hükümetin İstanbul’u dünyanın en güzel kenti olarak propagandasını yaptığı bir dönemde, bir Bizans kilisesinin ve bir Kalenderi dergahının kaderi imamların bilimsel kontrolünde.

Sevgili okuyucular,

Restorasyon, Avrupa uygarlığının nişan olarak boynuna astığı bir bilim dalıdır. Bütün Avrupa ülkeleri, ülkelerinin tarihinden kalan en küçük işareti ihtimamla korurlar. Bu sadece ‘Biz neler yaparmışız’ türünden aptal bir övünme söylemi değildir. Biz dünya tarihine katıldık, bu, ülkemizde sadece kendimizi değil insanlığı temsil eden eserler var anlamına gelir.

Artık evden çıkıp İstanbul’u, Edirne’yi, Bursa’yı, Divriği’yi görme yaşım geçti. 65 yılımı eski yapıtları eleştirel bir gözle her seferinde yeni bakışla görmekle geçirdim.

Geçtiğimiz günlerde Kalenderhane ile ilgilenen İstanbullulardan birinin çektiği fotoğrafı gördüm. Bu kapının daha süslüsü Sinan’ın baş yapıtı Sokollu Camisinde de var! Herhalde bir açıkgöz vatandaş çıkmış, kapılara aynı tip, lokanta kapısı gibi camlı kapıları yapıyor. Belki kendi içlerinde çirkin işler değil. Fakat eski eser söz konusu olduğu zaman, önemli olan tarihi doğruluktur. Tarihi kapı çirkin bile olabilir.

Tarihi öğrenmeden yaşıyoruz

Türkiye’de eski yapı restorasyonu, kavram olarak, idarecilere, halka ve vakıfların sorumlularına ulaşamadı. Ya da öyle davranıyorlar. Fakat böyle davranmak da, konuyu toplum kültürü bağlamında anlamamış olmaktır.

Türkler ne ulusal tarihlerini ne de daha gerisini öğrenmeden yaşıyorlar.

Tarihin ne uzağını ne yakınını ne yaşadıkları kente ait olanını biliyorlar. Bunu bilseler bile oraya ulusal ve uluslararası değer veren uygar bilim anlayışının içeriğini de bilmiyorlar. Bunu bilmemeleri doğaldır. Fakat her modern toplumda en az yüzyıldır, ulusal ve yerel tarihin bir kentin kimliğini tanımlayan en önemli veri olduğunu bilmesi gereken sorumlular var.

Bütün dünyanın uygar insanları, Efes’e, Milet’e, Ayasofya’ya, Selimiye’ye, Divriği’ye dokunulursa uygar dünyanın kapılarını bize kaparlar.

Fakat bu uygarlık çağrısını kendimiz halkımıza anlatamıyorsak, bu, geri kalmış / kalmakta olan bir toplum olduğumuzun en büyük kanıtıdır.

Türkiye’nin geri kalmış bir toplum olduğunu sade eski eser korumada değil, sayısız alanda bilmemiz gerek: Bunun başında öğretim geliyor. Örneğin restorasyon uzmanı olmuş bir mimar, diplomasını iş bulmak için kullanırken topluma karşı sorumluluğunu da unutmamalıdır. Bütün öğretim dalları ulusun uygarlık düzeyi için sorumluluk sahibidir.

Eğer öğretim sadece para kazanmanın pasaportu ise, böyle düşünen ve davranan doktor, avukat, hakim, mimar, öğretmen ve her meslekten insan, hem kendi toplumlarına hem de genel insan uygarlığına ihanet eden bir insan olarak görülür.

Gerçi dünya o kadar kalabalık, kontrolsüz ve sadece yemek vaktini bekleyen aç insanlarla dolu ki, bunlar için bir öğün yemek, bir eski eser kapısından önemlidir.

Sorunu bu sınıra getirdiğiniz zaman çağdaş uygarlığın sonunun geldiğini, hâlâ savaş ve adam öldürmek tehdidinin kapının arkasında olduğu bir dünyada eski eser korumak bir fantezi olarak görünür. Bu tartışmanın arkasındaki dilemma dünyada koruma kuramı ve koruma uygulaması ile günlük yaşamın etkinliklerin arasında devletin otoritesi dışında hiç bir ilişki olmadığıdır.

Bir açıdan korumanın bir milliyetçilik tutkusu olduğu söylenebilir. Öte yandan eski eser korumanın insanları tarihleri aracılığı ile bir araya getirmek olduğu da söylenebilir.

Burada insan etkinliklerinin hangi alanda olursa olsun, insana ve tarihine ortak olmak ve en uygun davranış olduğu düşüncesine de varılabilir.

İmamın ya da diyanet ve vakıflardan bir kişinin yaptığı ufak bir müdahalenin uygarlıkla ilgili olduğunu düşünebilmek uygarlıktır. İnsanlar uygar yaşamı her zaman hırpalayabilirler. Bu nedenle eski eser kapısına bir çivi çakmak, eğer sorumlu uzman tarafından yapılmıyorsa, ya da toplum onu gereği gibi yapmak için örgütlenmemişse, o topluma uygar denmiyor.

Doğan Kuban

Bu yazı HBT'nin 115. sayısında yayınlanmıştır.

Doğan Kuban