Yaratıcılık ve işletmecilik kol kola: Orkestra şefliği (II)

Erhan Karaesmen Y
Yaratıcılık ve işletmecilik kol kola: Orkestra şefliği (II)

Önceki yazıda büyük edebiyatçı Murakami ile büyük müzisyen Osawa’nın müzik üzerine söyleşilerinden bir giriş bilgisi olarak söz edilmişti. Murakami, müzik üzerinde, “tutkulu bir amatör olmaktan öte” hiçbir iddiasının olmadığını dile getiriyor olsa bile, derin bilgiye ve müzik duyumsama yetisine sahiptir. Osawa, kendisine çok saygılı bir müzik tutkunu oluşunun ötesinde bir büyük edebiyatçıdan gelen değişik çıkışlara karşı “orkestra olayı”na olan egemenliğini sergileyecek yanıtlayıcı açıklamalar da yapmaktadır.

Gençlik yıllarında Leonard Bernstein, Herbert Von Karajan gibi döneminin yaşayan efsanelerinin yardımcılığını yapmış olma kazanımları ile Boston Symphony Orchestra gibi olağanüstü bir mekanizmanın otuz yıl liderliğini yapmış olmanın birikimi kendisini uluslararası müzik dünyasında benzersiz rahatlığa sahip lider şeflik konumuna getirmiştir.

Bu durumun kaçınılmaz keyfini sürerken bir büyük edebiyatçının müziğe yaklaşımındaki doğru noktalar ile bazen biraz heyecanlı amatörlük sergileyen tutumlarını hem takdirle hem de biraz eleştiriyle karşılıyor. Bir orkestra şefinin sürekli çalıştığı ve artık neredeyse bir ev ortamı yaratmaya başladığı bir düzende görev alan çalgıcıların her biriyle nasıl ilişki kurduğunu, daha doğrusu kurması gerektiğini, o zamanın anlatılarından çıkarıyoruz.


Brahms’ın 1. senfonisinin orkestral müzik tarihinin çok heyecan verici bir üst düzey oluşumu olarak bilinen kornolu bölümü bu anlatının çok keyifli bir parçasını oluşturuyor. Oylumlu üflemeler gerektiren o büyük boyutlu enstrümanda üfleyicinin nefes alması için gerekli zamanın besteci tarafından çok anlamlı bir sükut boşluğu olarak değerlendirilmesi üzerinde duruluyor.

Lider kornocu ile tüm diğer korno elemanlarının orkestra şefi tarafından motive ediliş biçimi üzerine de çok güzel açıklamalar yer alıyor. Büyük kariyer yapmış önde gelen bir piyanist ile Beethoven’ın piyano konçertolarından birini birlikte yorumlarken şefin hem orkestra üyeleriyle, hem de solist piyanistle kurduğu ve kurması gereken ilişkiler harika şekilde anlatılıyor.

Beethoven’ın 3. piyano konsertosunun Rudolf Serkin’in o çok parlak solist katkısıyla ortaya dökülüşünde tüm orkestra üyelerine ve orkestranın şefine düşmüş olan görevler, belirgin biçimde açıklanıyor. Bu görevlerin eksiksiz yerine getirilmesi için Seiji Osawa da sabahın gün ışımasından önceki saatlerde değişik parküsyonların okuması işine girişiyor. Bu parküsyonların bir bölümü yeni, yep yeni eserler olabiliyor. Bir bölümü ise senfonik müzik edebiyatında daha önce yüzlerce kere okumasını yaptığı ama yeniden didikleme gereği duyduğu bestelerin yazılımı olabiliyor. Bazı yeni noktalar yakaladığında mutlu oluyor; daha önce fark etmemiş olduğu için kendisine kızabiliyor. Wagler Müziği’nin esirik dokunaklılığının yanı sıra tek tek çalgıları benzersiz bir tamamlayıcılık ve bütünleyicilik içinde ses ayrıntısına indirgemiş yapısının bir orkestranın hem şefi hem de çalgıları tarafından çok iyi algılanmış olmasının altı çiziliyor. Şefin, burada her bir çalgı grubundaki orkestra müzisyeni ile kendisi de şef değil, bir sade müzisyenmiş gibi kol kola giriş biçimi betimleniyor. Beethoven senfonilerde yerleşik kalıplara sahipmiş gibi gözüken ses entegrasyonunun ayrı ayrı her bir çalgıdan çıkan seslerin mükemmeliyetine borçlu olduğunun altı çiziliyor.

Eldeki bu metinde derinlikleri ve enginlemesine yeni açılımları çerçevesinde öncelelikle Beethoven Müziği tartışılacaktır. Orkestra müziğinin genel nitelikleri, şef ve orkestradaki müzisyenlerle olan ilişkilerinin belirgin nitelikleriyle Osawa tarafından tanımlanışı yazar için çok rahatlatıcı bir kolaylık unsuru yaratmıştır. Metin yazarının Osawa’nın üstün bir yetkinlikle yönettiği Boston Symphony Orchestra konserlerinin bir bölümünü canlı olarak dinleme şansı olmuştu. Yazar, bu konserlerden birinin çıkışında, o akşam olağanüstü bir seslendirişi yapılan Richard Strauss’ın o müthiş Ein Heldenleben yapıtının Osawa – Boston ses kaydının ürünü olan CD’yi bulabilmek için, bereket versin, geç saatlere kadar açık olabilen müzik mağazalarında dolaştığını keyifle hatırlamaktadır.

Erhan Karaesmen

Bu yazı HBT'nin 131. sayısında yayınlanmıştır.

Erhan Karaesmen