Teknoloji ve sanat

Lale Akarun
Teknoloji ve sanat

Sanat için teknoloji mi teknoloji için sanat mı? Sanat için teknoloji kullanımı çok eski: Atalarımız mağara duvarlarına kömürle çizim yapıp kök boyalarla boyuyordu. Boya malzemelerinin, yapı malzemelerinin, müzik aletlerinin gelişmesi sanatın da gelişmesine yol açtı. Ya da tersinden düşünürsek, sanat sa- yesinde bu teknolojiler gelişti.

Sanat bu ihtiyacı ortaya koydu; bunun için bilim ve teknoloji gelişti. Çoğu zaman teknolojiyi geliştirenler, bizzat sanatçılardı: Eski zaman bilgeleri, sanattan beslenerek buluşlar yaptılar, bu buluşları kullanarak sanat eserleri yarattılar. Bu bilgelere en iyi örnek Leonardo da Vinci: Matematik, anatomi, mühendislik katkı yaptığı bazı bilim dalları: Perspektifi matematiksel temellere oturtabilmek için geometriye, insan bedenini daha iyi çizebilmek için anatomiye yaptığı katkılar iyi biliniyor.

Peki dijital teknoloji? Dijital teknoloji diye bir kavram olmadan, ilk bilgisayar, ilk sayısal imge, ilk dijital animasyon ortaya çıkmadan belki yüz yıl önce, sanatçıların bu teknolojilere konu olan problemleri düşünüp çözümler geliştirdiğinin farkında mıyız?


19. yüzyılda yaşamış yeni-izlenimci ressam Georges Seurat, mesela: Renk karışımlarının nasıl oluştuğunu, renk algısını incelerken, “noktacılık” diye adlandırılan akımı başlatmış. Onun etkilendiği ressam ise, Delacroix imiş; hani şu Fransız devrimini betimleyen en meşhur tablo olan “Halkın rehberi özgürlüktür” isimli resmin ressamı.

Hiçbir renk mutlak değil

Delacroix, insanda renk algısının nasıl çalıştığını tarif etmiş: Hiçbir renk mutlak değildir; çevresindeki renklerle birlikte algılanır. Seurat renk karışımı ve karşıtlığı konusunda bu kuramları çalışarak kendi tarzını geliştirmiş. Resimlerinde yan yana konulan zıt renkli noktaları kullanmış. Resimleri minik renkli noktalardan oluşan bir mozaik gibi; çizgi ve fırça darbesi yok. Öyle ki yaklaşıp baktığınızda ayrı ayrı noktalar görürsünüz; ancak uzaklaştığınızda gözünüz o noktaları birleştirir ve ressamın amaçladığı görüntü ortaya çıkar. Tıpkı dijital bir görüntüyü ortaya çıkaran pikseller gibi.

Dijital görüntüler, piksel adı verilen minik noktacıklardan oluşur. Bu noktacıklar ise, üretildikleri cihazlara bağlı olarak renkli veya siyah-beyaz olabilirler. Örneğin eski tüplü televizyon veya monitörlerde, sadece üç ana renk üretilir: Kırmızı, yeşil ve mavi. Bu teknolojide bir piksel, birbirine çok yakın üç noktacıktan oluşur: Kırmızı noktacık; yeşil noktacık ve mavi noktacık. Gözümüz bu birbirine çok yakın noktacıkları ayrı ayrı algılayamaz; birleştirerek tek bir renkli piksel algılar. Yan yana pikseller ise, belli bir mesafeden bakınca birleştirilir; teker teker noktacıklar değil sürekli bir renkli görüntü görürüz. Aynı Seurat’nın resimlerinde olduğu gibi.

Var ya da yok

Siyah-beyaz lazer yazıcılarda ise tek bir renk vardır: Siyah noktacık; var ya da yok. Nokta yoksa beyaz kağıdı görürüz; varsa siyah bir nokta. İkili bir sistem: var ya da yok; sıfır ya da bir.

Peki lazer yazıcılarda gri renkler nasıl elde edilir? Bu da dijital teknolojiden daha eski bir problem; kitap ve gazete basımı sırasında da aynı problemle karşılaşılmış. Bu probleme yarı-ton denmiş: Yani sadece ve siyah ve beyaz kullanarak ara tonları nasıl yaratır; bir fotoğrafı gazeteye nasıl basarız. Bu- nun için ilk düşünülen yöntem, noktaların büyüklüklerini değiştirmeye dayalı ve aşağı yukarı Seurat’ın noktacılık akımı ile aynı senelerde geliştiriliyor. Bundan sonra, uzun seneler yayıncılıkta bu yöntem kullanılıyor.

Bir yüzyıl sonrasına geldiğimizde, pop sanat akımının önemli isimlerinden Roy Lichtenstein bu tarzı eserlerinde kullanıyor: Resimli roman imgelerini tuvallerinde yarı-ton ile hayata geçirmekle kalmıyor; Monet’in katedral resimlerini bu tarzda yorumluyor. Sanattan teknolojiye; teknolojiden sanata çember kapanıyor.

Bunun tarihte çok örneği var ve bize sanatın ve bilim-teknolojinin birbirinden beslendiğini gösteriyor. Benzer örneklerle devam edeceğim.

Lale Akarun

*Bu yazı, HBT Dergi 376. sayıda yayınlanmıştır.

Lale Akarun