TÜBİTAK - TİDEB1: Ulusal yenilik sistemimizin önemli bir bileşeni. Ancak, Ar-Ge ve yeniliğe devletin ayırdığı kaynaklara karşın, dış ticaretimizde katma değeri yüksek ürünlerin oranı (%3,6) ve dünya ileri teknolojili ürünler ticaretindeki payımız yetersiz (%0,02) ise ve/veya ülke sorunlarının çözümünde ya da günlük yaşamımızda yenilikçiliğin etkilerini hissedemiyorsak “biz ne yapıyoruz?” sorusunun yanıtını içtenlikle vermemiz gerekmektedir.
Türkiye Sanayisinde Araştırma-Geliştirme faaliyetlerinin artmasını hedefleyen Para Kredi ve Koordinasyon Kurulu'nun 95/2 sayılı AR-GE Yardımına İlişkin Karar'ına dayanılarak, 3 Haziran 1995 tarihli TÜBİTAK Bilim Kurulu Kararı ile Teknoloji İzleme ve Değerlendirme Başkanlığı’nın -TİDEB kurulması, ülkemizde sanayi Ar-Ge Teşviklerinin başlangıç tarihi olarak alınabilir. Üzerinden tam 25 yıl geçmiş. Çok kısa bir değerlendirme ile anılmayı hak ediyor sanırım.
Cumhuriyeti kuran kadroların bağımsızlık ideallerinin bir karşılığı olan “geleceği inşa etme mecburiyeti” hep sanayileşme kavramı etrafında oluşturulmuştur. İnişli çıkışlı bir çizgi izlese de “sanayileşme” iddiası Türkiye’nin gündeminde her zaman olmuştur.
1990’lara kadar, sanayi açısından Ar-Ge’nin erişilmez, inovasyonun kavram olarak bilinmez olduğu zamanlardı. Ar-Ge üniversitenin konusuydu, pahalı bir işti ve yepyeni keşifler anlamına gelmekteydi. İnovasyon (yenilik) ise henüz telaffuz edilmiyordu. Bu dönemde ülkemizin sanayileşmesi gerektiğini ısrarla savunanların bir kesimi ve dış dünyayı izleyen teknokrat ve bürokrat çevreler de rekabetin bir gereği olarak sanayileşmenin tek başına yeterli olamayacağını görerek, dünyada da yeni konuşulmaya başlanan yenilikçilik, yeni ürün geliştirme, öngörüye dayalı sanayileşme vb. yeni kavramları öğrenmeye ve tartışmaya başladılar.
Rekabetin koşulları yeniden tanımlandı
Zaten yeni dünya düzeni de bunu zorlamaktaydı. O zamana kadar korumacılığın geçerli olduğu dünyada Uruguay Raund - Gatt Anlaşmaları (Türkiye’nin de imzaladığı) dünya ticaretini ve teşvikleri sınırlamakta, rekabetin koşullarını yeniden tanımlamaktaydı. Bunların içinde “Karşı Tedbir Alınamayan (Yeşil) Sübvansiyonlar başlığı altında yer alan; Araştırma-Geliştirme (AR-GE) faaliyetleri için uygulanan sübvansiyonlar ülkemizde de farklı teşviklerin kapısını açtı.
Değişen dünyada bilim ve teknoloji alanında ülkelerin sahip olduğu yetkinliklerin öne çıkması ülkemizde de yankı bulmaktaydı. TÜBİTAK’ın Aralık 1994’te, DPT Müsteşarlığı’na sunduğu “… bilim ve teknoloji konusu Beş Yıllık Plan Stratejisinin bir alt başlığı değil ana eksenini oluşturmalıdır” görüşünü bunun somut ifadesiydi. Bilim ve Teknolojide Atılım Projesi’nin Çalışma Komitesi Raporu’nda (24 Şubat 1995) ise Ulusal İnovasyon Sistemi’nin kurulabilmesi için atılması gereken somut adımlar, sistemik bir yaklaşım çerçevesinde ortaya konmaya çalışılıyordu.”2 Bu raporda nerede ise dünyadaki uygulamalar ve tartışmalarla eş zamanlı olarak Ulusal İnovasyon Sistemi’nden söz edilmesinin altı çizilmelidir.
Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu’nun (BTYK) ikinci toplantısında (3 Şubat 1993), Ulusal Bilim ve Teknoloji Politikamızın temel dokümanı olan Türk Bilim ve Teknoloji Politikası 1993-2003 kabul edilmiş, 25 Ağustos 1997’de yapılabilen üçüncü toplantıda TÜBİTAK’ça hazırlanmış olan Türkiye’nin Bilim ve Teknoloji Politikası dokümanının kabul edilmesiyle, Ulusal İnovasyon Sistemi’nin kurulmasına yönelik, kritik önemdeki kurumsal ve yasal düzenlemeleri içeren karar tasarıları onaylanmıştı.”3 BTYK’nın 3 Şubat 1993 tarihli toplantısı TÜBİTAK-TİDEB ve Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı’nın ana rahmine düştüğü tarih olarak nitelenebilir.
Kamu içinde böylesi yepyeni yapıların oluşabilmesinde, başta TÜBİTAK olmak üzere ilgili kurumların (DTM ve DPT, Maliye vb.) bürokrat ve teknokratlarının uyum ve dayanışma göstererek ve sivil toplum kuruluşlarının (TTGV, TESİD, TAYSAD, OSD vb.) desteğini alarak siyasi iradenin desteğini sağlayabilmelerinin önemli olduğunun altı çizilmelidir.
“Yeni ve önemli bir şey yapılacak” olmasının heyecanı ile oluşturulan TİDEB’de her kademede misyoner bir kadronun ülkemizin sanayileşmesini örgütlü bir biçimde savunan ortak bir geçmişten geliyor oluşları, dünya ile eşzamanlı olarak yeni kavramları kolayca algılamalarını ve uygulamalarını sağlamıştır. Adeta yeni bir ürünün satışı anlayışı ile doğrudan sanayici ile buluşularak yapılan tanıtımlar, başvuru ve değerlendirme sürecinin şeffaflığı ile ilk projenin gelişi (26 Eylül 1995) sonrası birkaç yıl içinde ülkenin hemen her yanından başvuru sayılarının artması ile sanayide Ar-Ge çalışmaları ivmelenmeye başladı.
TİDEB’in yaptığı işin olağan bir “kamu hizmeti” olarak değil sürecin her aşamasına “değer” katacak biçimde ele alınması diğer teşviklerden temel farklılığını oluşturur. Böylece, sanayicilerle bire bir çalışılarak projelere değer katılmasına, üniversitelerle işbirliklerine özendirilmelerine, sanayimizde Ar-Ge anlayışının ve Ar-Ge birimlerinin oluşmasına önemli katkılarda bulunulmuştur. Yenilik ikliminin oluşmasındaki etkileriyle de günümüzdeki yeni uygulamaların (Sanayi Ar-Ge Merkezleri, çeşitlenen Ar-Ge teşvikleri vb.) önünü açtığı bir gerçektir. TİDEB, ülkemiz adına ulusal yenilik (inovasyon) sisteminin “yıldızının parladığı” bir zamanda bu sistemin önemli bir bileşeni olarak kurulmuştur. Ulusal yenilik (inovasyon) sisteminin kurulmasının önemli bir adımı olan bu süreçte yer alan bütün kurumların, bürokrat ve teknokratların gayretlerini minnetle şükranla anmamız gerekiyor.
Ar-Ge harcamalarında bir türlü aşılamayan %1 eşiği
1990’ların başında uluslararası endekslerdeki yerimizi genellikle üretilen makale sayısı ve yapılan Ar-Ge harcamalarını esas alarak yapmaktaydık. Ancak geçen 25 yıl sonunda Ar-Ge harcamalarında bir türlü aşılamayan %1 eşiği ve nicelik olarak artan nitelik olarak düşen makale sayıları da anlamını yitirdi sanırım. Çeşitlenerek artan Ar-Ge devlet desteklerinin bir etkisi olduğu kesin olmakla birlikte ölçme-değerlendirme yapmadığımızdan bunu somutlaştırmaktan yoksunuz. Ancak Ar-Ge ve yeniliğe devletin ayırdığı kaynaklara karşın, dış ticaretimizde katma değeri yüksek ürünlerin oranı (%3,6) ve dünya ileri teknolojili ürünler ticaretindeki payımız yetersiz (%0,02) ise ve/veya ülke sorunlarının çözümünde ya da günlük yaşamımızda yenilikçiliğin etkilerini hissedemiyorsak “biz ne yapıyoruz?” sorusunun yanıtını içtenlikle vermemiz gerekmektedir. Bu sorunun yanıtı anlamlı bir biçimde verilemiyorsa ilgili kurumlardaki uzmanların iyi niyetli ve özverili çabaları, politika koyucuların öngörüsüzlüğü ve cehaleti karşısında etkisiz olmaya mahkumdur.
Kurumların kültürlerinin, bilgi birikimlerinin, becerilerinin gelişmesinin temelinde sürekliliğin önemli bir yeri vardır. Buradan hareketle bugünkü TÜBİTAK yönetiminin Ar-Ge yardımlarının 25. yılını fırsat bilerek, durumumuzu gerçeklilikle değerlendirecek bir dizi etkinlik planlamasını TİDEB’in kuruluş döneminde bulunma onurunu taşıyan bir çalışanı olarak talep etmekteyim.
Müfit Akyos
1 Kendisini “milat” olarak gören bir yönetim döneminde TÜBİTAK’ın adı (Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu) ve logosu, arsından TİDEB’in adı da Teknoloji ve Yenilik Destek Programları Başkanlığı-TEYDEB olmuştur.
2 Niçin Bilim ve Teknoloji Politikası Tarihsel Gelişim Dünya Örnekleri ve Türkiye Aykut Göker Eylül 1998 -TÜBİTAK Bilim Kurulu’nun 10 Ekim 1998 günlü toplantısında sunulmuştur-
3 a.g.e’den özetle M.A