Glüten çılgınlığı – II

Mustafa Çetiner
Glüten çılgınlığı – II

Bir önceki yazımda glütensiz diyet modasının yaygınlığından söz etmiş ve bu modanın nasıl bir pazar oluşturduğunu anlatmıştım. Yine aynı yazıda toplumda görülme sıklığı sadece %1 olan Çölyak hastalığından ve çok nadir olan Buğday Alerjisinden söz etmiştim.

Glüten ile ilişkili söz edilmesi gereken üçüncü durum, “Glüten intoleransı” veya “Glüten duyarlığı” denilen klinik durum. Bu durum daha önce bahsettiğim Çölyak Hastalığı gibi bir otoimmün hastalık değil. Buğday alerjisi gibi alerjik bir hastalık da değil. Burada tanı çoğunlukla sübjektif ve hastalar kendi tanılarını kendileri koyuyor.

İşte zurnanın zırt dediği yer de burası, glüten çılgınlığının çıkış noktası bu sübjektif algı.


Glüten intoleransının toplumda görülme sıklığı %6, bu düşük oran her 3 Amerikalıdan birinin glütensiz beslenmesi halini kesinlikle açıklamıyor.

Glüten intoleransı tanısı, kişinin glüten içeren ürün tüketimi sonrası karın şişliği, bulantı, bağırsak hareketlerinde değişiklikler gibi sübjektif şikayetleri ile konuluyor. Tanı koyarken başvurulan yöntem ise hastalara glütensiz diyet uygulayarak şikayetlerini bir süre gözlemlemek.

Glüten intoleransı olduğu söylenen 920 kişi üzerinde, 2012 yılında yapılan çalışmada, katılımcılara glüten içermediği söylenerek glüten içeren diyetler uygulanmış ve katılımcıların üçte ikisinde glüten sonrası hiç bir yakınma ortaya çıkmamış. Bu nedenle tüm klinik çalışmaların deneklerin yediklerinin glüten içerip içermediğini bilmemeleri, yani “kör” yapılmaları gerekiyor. Çalışmalar, “kör” yapıldıklarında katılımcıların glütensiz ve glütenli makarna ekmek gibi besinleri birbirinden ayırt edemediği ve glüten içerse de daha az mide bağırsak şikayetlerine neden olduğunu gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde yayımlanan bir başka çalışmada Çölyak hastalığı bulunmayan, sağlıklı, fakat glütensiz diyet uyguladığı bilinen 30 kişi iki gruba ayrılmış. Bir gruba glüten eklenirken, diğer grupta ise glütensiz diyet uygulanmış. İki hafta sonunda katılımcılardan hazımsızlık, ishal, kabızlık, karın ağrısı, yorgunluk gibi parametrelerin bulunduğu bir anketi tamamlamaları istenmiş. Çalışma sonucunda iki grup arasında belirgin bir fark olmadığı saptanmış.

2018 yılında, ünlü bilim dergisi Nature’da yayımlanan bir çalışma, glütensiz diyet sonrası gözlemlenen kilo kaybı ve karında şişkinlikte azalmanın, direkt glüten ile bağlantısı olmadığını ve bunun diyet değişikliğine bağlı bağırsak florasındaki değişimlerle ilgili olabileceğini gösterdi.

Başka bir çalışmada, glütensiz diyet ile beslenen gençlerde beklenenin aksine kilo kaybı değil, kilo artışının ortaya çıktığı gösterildi.

Bir diğer önemli nokta ise tam tahıllı işlenmemiş buğday, arpa, çavdar ve kepeğin; lif, demir, B vitamini ve kalsiyumdan zengin besinler olması. Oysa ki glütensiz besinler, işlenmiş ürünler olup daha az besin değeri taşıyor. Dahası, glütensiz gıdalar daha çok yağ, şeker ve tuz içeriyor. Bu yüzden glüten tüketmek istemeyen kişilerin en azından rafi ne ürünler yerine kinoa veya karabuğday gibi doğal ürünleri tüketmesi öneriliyor.

Ayrıca 2017 yılında Şikago’da yapılan bir çalışma, glütensiz besinlerin cıva arsenik gibi toksik maddelere maruziyet riskini arttırdığını gösterdi. Glutensiz diyet ile beslenen katılımcıların idrarda arsenik düzeyinin 2 kat, kanda ise civa düzeyinin 70% daha fazla olduğu bulundu. Buğday yerine kullanılan pirincin toprak su ve gübreden doğal olarak toksik metalleri emdiği biliniyor.

2017 yılında Harvard üniversitesinde yapılan başka bir çalışmada yaklaşık 200.000 kişinin yer aldığı üç farklı grup, ortalama 30 yıl boyunca takip edildi. Çalışma sonucunda glüten tüketen kişilerin daha az sıklıkla şeker hastalığına yakalandığı gösterildi. Glutensiz diyet uygulayan kişilerin, daha az lifli besin tüketmesinin bu risk artışında etkisi olabileceği rapor edildi.

Tam tahıllı buğdayın, tip 2 şeker hastalığı yanısıra bazı kanser türleri ve obezite riskini azalttığını da unutmamak gerek.

Özellikle son yıllarda birçok popüler kitapta, TV ekranlarında, sosyal medyada glütensiz beslenmenin zihinsel ve bedensel iyilik hali sağladığı belirtilse de bilimsel olarak elimizde henüz yeterli bilimsel veri bulunmuyor. Glutensiz beslenmenin, iddia edildiği gibi inflamasyonu azalttığına dair bilimsel bir kanıtı yok. Glütensiz diyet salgını sürüyor ama bana sorarsanız bu salgının sağlıktan çok cebimizdeki parayla ilgisi var gibi görünüyor.

Mustafa Çetiner / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 190. sayısında yayınlanmıştır.

Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner 1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınır.