Ölmek üzerine…!

Mustafa Çetiner
Ölmek üzerine…!

Her zaman hep aynısı oldu.

Hep önce dudaklarım ve ağzım kurudu sonra ellerim soğudu, bir süre sonra da hissetmez oldu, beynim uyuştu.

Bu sefer de yine aynısı oldu.


Fuat aradı; “Cüneyt (Cebenoyan) ölmüş” dedi, “Ayşegül iyiymiş...”

Aklıma ilk olarak onunla bir gün beraber yemek yeme sözü verdiğimiz ama hiç yemediğimiz geldi, hemen sonra ise bir daha asla yiyemeyecek olduğumuz...

Her zaman hep aynısı oldu.

Günlerce sanki hiç yaşanmamış gibi, bir şey olmamış gibi davranmaya çalıştım. Aramadım, cenazeye gitmedim, cenazelere gitmeyi sevmiyorum. İlk günlerin ritüelleri, ağıtları, kayıp yaşayanlara gösterilen abartılı ilgi. Sonra toptan ortadan kayboluş, tam bir unutma hali, akrep ve yelkovanın hiçbir şeye aldırmayan o tekdüze tıkırtılarıyla akan zaman.

Sonra herkes için hiç ölmeyecek gibi yaşamaya devam durumu.

Ölümleri kabullenmem hep günler aldı. Hastalarımda, yakınlarımda hep aynısı oldu. Bu davranışımın yanlışlığını çok iyi biliyorum ama vazgeçemediğim, aksini yapamadığım bir yabancılaşmanın adı bu, kendime ve yaşama karşı bir yabancılaşma. Belki de mesleğim yüzünden böyle, bilmiyorum. Çok ölüm gördüm, gereğinden çok fazla. Son 30 yılım ölümle yaşam arasındaki ince noktayı gözlemleyerek geçti, insanlar öldü ve ben ölmemişler gibi yaptım. Her ölenden sonra belki alışırım sandım ama hiç alışamadım. Yaşatmak için canhıraş çabaladıklarımın bile cenazelerine gitmedim, çoğu kez ölen hastalarımın yakınlarını görmedim, aramadım.

Neden?

Beynimizin temel işlevi “hiç ölmeyecek gibi” yaşamaya çalışmak da, ondan. Birçok insan için yaşam kimi zaman katlanılmaz olur ama pek az insanoğlu yaşamına kendi kendine son verebilmeyi başarabilir. Çünkü beynimizin temel işlevi hayatta kalmaktır. Hayattan beklentisi kalmamış biri intihara kalkışabilir ama o kişiyi bir gün bir arabanın altına ittirmeye çalışın hele, nasıl içgüdüsel olarak karşı koyacağını görürsünüz.

Binlerce yıllık evrimsel sürecimizde beynimiz hep bizi aldatmaya çalıştı, giderek daha ustaca aldattı, bize hep ölümsüz olabileceğimizi fısıldadı. Oysa yaşamda gelecekle ilgili tek mutlak olan şeydir ölüm, gelecek ile ilişkili ölüm dışında her şey öngörülemezdir.

Gerçek olan şudur; her şeyin başladığı bir hiçliğe geri döneriz sonunda.

Ayşegül’ü 12 yaşında tanıdım. Yaşamı pek az insanın sağlıklı bir biçimde aşabileceği kadar zor ve acı doluydu. Her seferinde ve yeniden ayağa kalkabilmek pek azımızın harcıdır, o bunu başardı.

Tüm bu şanssızlıklarına rağmen Ayşegül de, Cüneyt de, yaşamın anlamını en iyi bilenlerdendi. Ölümlerde ustaydılar ama asıl ustalıkları iyi ve doğru yaşamaktı. Onlar doğduğumuz andan başlayan ölüm yolculuğunun aslında aynı zamanda bir yaşam yolculuğu olduğunu, ölüm bir kez yaşanacağından ölümde değil, her gün yeniden doğan yaşamda ustalaşmak gerektiğini biliyorlardı.

Hem o, hem sevgili Cüneyt sanırım pek azımızın başarabildiği bir biçimde yaşayabilmeyi başardılar. Belki de herkesten daha çok şunu biliyorlardı; Ölüm, doğuşumuzun ön koşulu, belki de yaşamı anlamlı kılan tek şeydir.

Bu yazıyı neden yazdığımı bilmiyorum, aslında ne yazmak istediğimi de. Beynimin içinde günlerden beri talihsiz bir biçimde yaşamını yitiren bir sevgili insan ve onun yaşam arkadaşı eski bir dost var. Aklımda yiyemediğimiz bir yemek ve apansız ortaya çıkan o “her şeyin sonu var” gerçeği dolanıp duruyor.

Belki bir ağıt içindi başta bu yazı, ama Cüneyt’in ölümü öylesine reddettiğim bir duygu ki, bir ağıt yazısı bile olamadı, zamansız ve gereksiz bir bayram sonu yazısı oldu nihayetinde.

Mustafa Çetiner / [email protected]

Bu yazı HBT'nin 178. sayısında yayınlanmıştır.

Mustafa Çetiner

Prof. Dr. Mustafa Çetiner 1964 yılında Kayseri'de doğdu. Halen Acıbadem Sağlık Grubu Maslak Hastanesi'nde İç Hastalıkları, Hematoloji Bölümü'nde görev yapmaktadır. Hekimliği ve öğretim üyeliği yanında Popüler bilim, etik, tıp ve tıp tarihi konularında kaleme aldığı güncel yazılarıyla tanınır.