Dijital mağara

Tanol Türkoğlu
Dijital mağara

Hakiki Olimpos Dağı’nı geride bırakıp Atina’ya uzanan otoyolda seyrederken şaşırtıcı bir çıkışa denk gelinir: Tapınağı ile ünlü antik dağ köyü Delfi. Delfi Tapınağı ile ilgili hiç değilse bildik üç popüler husus vardır.

Antik Çağ’da Byzas’a kentini “körler ülkesinin karşısına” kuracağı kehanetinde bulunan Delfi Kahini birincisidir. (Byzas bugünkü Sarayburnu’na gelir; Kadıköy tarafında kurulu bir kent olduğunu görür, “Bunlar kör galiba, bu kadar güzel bir yer varken, gidip karşısına kent kurmuşlar” diye düşünür. Jeton düşer. Bizantium kentini orada kurmaya karar verir).

Maalesef gözümüzün önünde olduğu halde pek bilinmez ikincisi. Kahinlerin üstüne oturdukları kaide. Birbirine sarılmış üç yılanın oluşturduğu sütun halindeki bu kaide yüzyıllardır Sultanahmet’te iki taş sütunun arasında durmakta. Osmanlı’dan sonra uğursuzluk getirmesin diye üç yöne bakan yılanların kafaları koparılmış halde.


Tağınağın girişinde yazılı olduğu rivayet edilen ünlü söz üçüncüsüdür: Gnothi Seauton. Yani Kendini Bil. (Matrix filmi fanatikleri, bu sözün Latincesi olan Temet Nosce’yi Neo’nun kurabiye yapan Kahin ile mutfaktaki konuşmasından anımsayacaktır).

Ancak bir kaç yıl önce görme fırsatı bulduğum tapınak kalıntılarında da dibindeki müzede de bu lafın izine rastlayamadım (ayrı bir tartışma konusudur). Altı çizilmesi gereken nokta ise şu: Kendini bilmek, bilgi çağında daha mı kolaylaştı yoksa giderek daha mı zorlaşıyor?

Şu bir gerçek ki kişinin kendini bilebilmesi için, kendine zaman ayırması gerekir. Kendi ile başbaşa kalabileceği kaliteli bir zaman. Kendi iç sesini dinleyebileceği, son dönemdeki etkileşimlerinin kendisine ne tür mesajlar verdiğini irdeleyebileceği, bunlardan sonuçlar üretebileceği bir zaman. Kısaca tefekkür !

Issız bir hayata gerek yok bunun için. Örneğin her akşam uykuya geçmeden önceki o kısa (veya uzun) zaman dilimi bu muhasebeyi yapmak için kullanılabilir. Yetmiyorsa hafta sonları. Veya daha uzun süreli “çekilme”ler.

Yani bilgi çağında bireyin bu çekilmeleri daha sık ve daha yoğun gerçekleştirebilmelidir. Tabii eski paradigmaya göre değerlendirmek gerekseydi: Ne kadar dış dünya etkileşimi, o kadar tefekkür ! Ki o etkileşimler zihinde hazmedilerek belli bir yere oturtulsun; boşa gitmesin!

Oturtulabiliyor mu peki? Bilgi çağında dış dünya etkileşimi geometrik olarak artarken tefekkür süreci aynı oranda gelişmiyor. Tam tersine geriliyor. Zihin; veri ve enformasyon bombardımanına uğradıkça, birey bunları hazmedecek vakti bir türlü bulamıyor. O kadar veri, o kadar enformasyon, bir kulak tencere bir kulak pencere misali, girdiği gibi çıkıp gitmekte zihinlerden. Sanki hiç var olmamış gibi.

Ne yazık ki maruz kaldığı enformasyonu tefekkür ederek, ondan anlamlı bilgiler çıkarmak üzere kendisine zaman ayıramayan, kendisini bilme sürecinde ilerleyemeyen günümüz bireyi her ne kadar adı bilgi çağı olsa bile bir tür mağara devrinde yaşamaktadır. Belki de dijital bir mağara!

Tek suçlu birey mi? Masada o kadar çok çikolata var ki artık kimse pırasa yemek istemiyor; faydalarını bildiği halde. Zatı itibariyle bir değeri olduğunu bilmeyen kişi, “kendini bil”mesinin gerekli olduğunu nasıl anlayacak ki! Bu gelenekçi birey için de geçerli (çünkü “kendini bilen rabbini bilir”) (post)modernist birey için de (“kendini bil”)!

Tanol Türkoğlu / [email protected]


Tanol Türkoglu