Post-truth (Gerçek-ötesi)

Tanol Türkoğlu
Post-truth (Gerçek-ötesi)

2005’te “sudoku” ve “podcast”i, 2009’da “unfriend”i, 2013’te ise “selfie”yi yılın kelimesi seçen Oxford Universitesi Yayınları 2016 için “post-truth” sözcüğünü seçti. Yani “gerçek-ötesi”.

Kayıtlara göre “gerçeği değersiz, anlamsız hale getirme” şeklindeki manasıyla bu ifadeyi ilk kez Sırp-Amerikan oyun yazarı Steve Tesich 1992’de The Nation adlı dergiye yazdığı bir makalede kullanmış. Makalede Birinci Körfez Savaşı ve İran-Contra olaylarıyla ilgili olarak yazar şöyle bir cümle kurar: “Biz, hür insanlar olarak, özgürce karar verdik ki biz bir tür gerçek-ötesi dünyada yaşamak istiyoruz”.

Bu gerçek-ötesi dünya nasıl bir yer? Herkesin kendi gerçeğini mutlak gerçek olarak kabul ettiği ve çevresine de gücü yettiğince bunu zorla kabul ettirmeye çalıştığı bir dünyaya ne dersiniz? Gerçek, herkesin dilediği şekilde eğip bükebileceği “esneklikte” olabilir mi? Mevlana’nın ünlü körler ve fil hikayesi açısından incelersek; evet. Yani gerçek bütünüyle ele alınmak yerine kısmen değerlendirilirse eğilip bükülebilir hale gelir.


Sıkıntı konuya nesnel açıdan değil de kişisel anlamda en faydalı açı neyse oradan bakmaktan kaynaklanıyor. Bunun özünde nesnellik olgusunu(n değerini) öğrenmemiş olmak yatıyor. Nesnellik herkesi eşit hale getiren tek bakış açısı değil mi? Aksi durumda geriye güçlünün kuralı kendince koyması kalmaz mı? Bugün dünyanın her yerinde kitlelerin güçlü, karizmatik liderleri tercih etmesi bir tür tepki olsa gerek. “Nesnellik çok güzeldiyse ben niye bundan istifade edemedim!”.

İnsanlar hem o kadar çalışacak, didinecek, yıllarca eğitim alacak sonra da yarı aç yarı tok yaşayacak. Sosyal güvencesi olmayacak. Bir de çıkıp hakaret edercesine onların yüzüne hala Eğitim şart mı diyeceğiz? Ne ektik de neyi biçemediğimiz için toprağı suçluyoruz? Yoksa “O da benim gibi çalışıp didinseydi”nin arkasına mı sığınacağız? Sanki herkesin koşulları birebir aynıydı da...

Bir yanda zor olan şeylerin üstesinden gelmek için her bireyin eşit donanıma sahip olmaması diğer yanda kolay şeylerle eğlenmenin herkesin uzanıp alabileceği mesafeye getirilmiş olması. Böyle bir tablo karşısında zor yolu seçenlerin sayısı giderek azalıyor. Önce ana akım medyaya şimdi de dijitalleşmeye, yeni medyaya yön verenlerin kendi kişisel çıkarları doğrultusunda yangına körükle gitmesi tabloyu içinden daha da çıkılmaz hale getiriyor.

Bilgi toplumu; insanlar tembelliklerini meşrulaştırsın diye değil daha çok çalışarak yaşamlarına yön vermede fırsat eşitliğine sahip olabilsinler diye var. Sanayi toplumunun söz verdiği halde on yıllardır bir türlü sağlayamadığı o fırsat eşitliğine.

Bu potansiyel suistimal ediliyor. Birileri o uğurda savaşırken, diğerleri çalışılsın, üretilsin diye değil de eğlenilsin, tüketilsin diye büyük emek harcıyor. İnternette giderek daha çok amaçsız sosyal medya seyahatleri yaptığımıza bakarak kimin kazandığını tahmin edebiliriz.

Öyle ki insanların çoğunluğu, o görkemli tembelliklerini terk etmek yerine gerçeğe bile ayar vermeyi göze alabiliyor. “Sen öldüğün zaman hiç yaşamamış olacaksın” sözüne maruz kalınca da bu sözü yanlışlamak üzere yaşamlarına bir anlam katmak yerine “Benden sonra tufan!” demeyi tercih ediyor. İşin kötüsü sanayi toplumunun onlara on yıllardır layık gördüğü hayat şartlarına bakılırsa; haklılar da.

Tanol Türkoğlu / [email protected]


Tanol Türkoglu