Çal Dağı’ndaki darbe!

Gezegenimiz Öne Çıkanlar
Çal Dağı’ndaki darbe!

İsyanımın pekiştiği anlarda bilgisayarımın başına geçtiğim sıralar, arşivimde -konuyla ilgili kitaplarla birlikte- yıllardır biriktirdiğim gazetelerden kesilmiş kâğıtlara, fotoğraflara baktığımda ve yıkım görüntülerini karşıma aldığımda içimi çektiğim zamanları yaşadım; kasabamın (Turgutlu'nun) Çal Dağı'nda nikel madeni çıkarmak için kesilen/boğazlanan yüz binlerce olgun ağacı düşünerek -acılar içinde- bastım tuşlara. Feryat ettim, yazılarımla yetkililere adeta yalvardım. Son zamanlarda da yeşile göz diken ve gökyüzüne doğru uzanan beton yığınlarını sevimli (!) görüntülerle güya çağdaşlık göstergeleri olarak müşteriye sunumlara tanık oldukça içim daralmakta. "Görkemli" binaların daha ne kadar ülkemin yeşilliğinden nemalanacağını tasavvur ettikçe bunalıma düşüyorum. Genel seçimlerde iktidara gelmek için dil dökenlerin, "bir keseriz on dikeriz" diyenlerin böyle devasa/ölümcül bir soruna değinmeden bağırmaları apayrı bir yara.

Ülkede insan eliyle ve çılgın istekler için (savaş, orman yangını, rant açgözlülüğü vb. yollardan) yok edilen canlı cansız tüm varlıkları, "vandalizm" elinden kurtarmanın zamanı geldi, geçiyor; pişmanlık sınırlarını zorluyor bu yıkım. Cumhuriyet Bilim Teknoloji'nin 14 Ağustos 2015 sayısının kapağı "Yaratabileceğimiz en kötü uygarlıktayız" başlığını taşımıştı. Orhan Bursalı bir kez daha dikkat çekmişti insanlığın barbarlık yolundaki eylemlerine. "Yıllardır ciddiye alınmadık" diyordu Ömer Madra, Cumhuriyet'in 25 Ağustos 2015 tarihli sayısında. 29 Ağustos’taki uyarısında tarihten çıkarılan dersin "kitle seferberliği" olması gerektiğini ilan ediyordu. 7 Kasım'daki yazısıyla da 12-13 Kasım 2015'te Boğaziçi Üniversitesi'deki kapsamlı iklim forumuna ve ardından 15-16 Kasım'da Antalya'daki uluslararası buluşmadan söz ediyordu: Geleceğin yıkımına parmak basıyor "Antalya'da son tango" damgasını vuruyordu.

Tunç Ali Kütükçüoğlu, 11 Eylül 2015 tarihli CBT’deki "Ağaçlarını yok eden bir uygarlığın hazin sonu" başlığını taşıyan yazısıyla da Jared Diamond'un Çöküş kitabından Pasifik Okyanusu'nda bir kara parçası olan Paskalya Adası trajedisini naklediyordu. Uyarılarını da şöyle bağlıyordu: "Paskalya Adası trajedisi bize toplumların bazen kısa vadeciliğin kısır döngüsüne kapılarak çökebileceği"nin altını çiziyor. Bir de soru ekliyor ve yanıtını veriyordu: Bir toplum neden öngörüsünü yitirip kendi bindiği dalları keser: Yüksek nüfus, fakirlik, fırsatçılık, cehalet, ideolojik saplantılar.


Bu kısacık yazıda gerek Cumhuriyet'te çıkan -özellikle Özlem Yüzak ve Hakan Kara'nın dikkat çeken- başka uyarıları, gerekse değişik medya dünyalarında (örneğin #tarih dergi'nin Mart 2015 sayısında) yapılan ikazları dile getirmem artık gerekmiyor. Vandalizm, tahribat, yıkım olayları artık biliniyor ve dillendiriliyor.

Sadece birkaç bilge kişiyi simge olarak anmakla yetiniyorum burada. Onların -örneğin Hayrettin Karaca, Doğan Kuban ve Bozkurt Güvenç gibi güngörmüşlerin- yaşamları boyunca çevre, kültür, uygarlık vb. insanlığın ve doğanın hayat damarları için verdikleri uğraşlara saygı gösterilerek, ciddiye alınarak ve benimsenerek yaşama geçirilmesini diliyorum. Ve G-20 ve iklim değişikliği üstüne Paris'teki "usulen" yapılan uyarıların uygulamaya geçirilmelerini, ciddiye alınmalarını istiyorum.

Şimdi geleyim kasabama, Turgutlu'ya. Birçok kez yazdım. Çevresine, köylüsüne, kasabasına, bölgesine hiçbir yarar sağlamayacak olan nikel madenini çıkarabilmek için, daha doğrusu, sadece uluslararası ölçekteki sermayeyi zengin etmek uğruna, orada var olmuş uygarlıklara kıyarak ve yüz binlerce ağacı boğazlayarak/devirerek, alınan ürünleri yeşerten tarlasına, bağına ve bahçesine yapılan yıkımı ve getirebileceği sağlık ve doğa tahribatını anımsatarak. Doğduğum ve büyüdüğüm kasabamın geleceği için, dilerim Çal Dağı'nın feryadına kulak verilir, "insaf" kendini gösterir, gelecek kuşakları temiz havası, uçan kuşu ve eteklerinde uzanan ovaları ile baş başa bırakır.

Karmakarışık bir ortamda, ülkenin karşı karşıya kaldığı bir darbe girişimiyle sürüklendiği şu günlerde, ülke yönetimine talip olan siyasal partiler, özellikle iktidardakiler -ne yazık ki- eğilmiyorlar böyle yaşamsal bir konuya; daha önceleri sundukları seçim bildirgelerinin umut vermediği gibi. 15 Temmuz 2016 darbe girişimine odaklanan korkular ise ilan edilen OHAL'in çevre sorunlarına, doğa sevdasına nasıl yaklaşacakları sorunu beni diken üstünde tutuyor. Yazık oluyor şu doğaya, çevreye, ekosisteme! Vakit geçtiğinde de pişmanlık para etmiyor.

Doğanın/çevrenin tahribatıyla oluşacak çölde uygulayabileceğiniz "demokrasi" de kalmıyor.

Ve ben, Turgutlu Çal Dağı'nda yüz binlerce ağacın kesilmesinden sonra -durdurulan, yeniden alınan, gece yarılarından sonra meclisten çıkarılan kararlardan sonra- maden için çevreye verilebilecek yıkımı önleyebilecek hukuk fermanını beklemenin ıstırabı içindeyim. Sorumlu yargıçların ve iktidardakilerin "çevre bilinci" içinde vermeleri gereken son ve doğa dostu kararlarını umutla bekliyorum.

Miniklerin feryadı

Kısa bir zaman önce, kapımızın zili çaldığında komşumuz olan ve ilkokul üçüncü sınıfta okuyan sevimli ve akıllı Zeynep bir kitap uzattı bana: ODTÜ İlkem Koleji'nde öğretmenlerinin önderliğinde  hazırlanmış Bir Şiir Bin Sihir. Bu sevimli kitapçık için hazırladığı AĞAÇ şiiri ve arkadaşı Nehir'in yazdığı YAZIK başlıklı dizeler beni özellikle duygulandırdı. "Görkemli binalar/ geniş ışıklı caddeler/ olsun diye her yerde/ kestiler ağaçları/ yıktılar dağları/ ağlattılar ormanı" diyor Nehir. Zeynep de ona katılıyor ve yöneticileri uyarıyor: "Ağaçsız ülkeler/ dönüyor çöle/ oksijen kalmaz/ dereler kurur/ barajlar olmaz. Ağaç güzelliktir/ sudur, hayattır/ elimdeki kalem/ yazdığım kâğıttır.

Yukarıda andığım güngörmüş bilgelerin uyarılarını ülke sorumluları dikkate almıyorsa eğer, şu miniklerin seslerine kulak vermelidir. Çünkü onların gelecekleriyle oynuyor muktedirler. Ülke yönetimine talip olanların Kızılderililerden naklettikleri yaşamsal bir öğüdün hakkını versinler.

Çünkü “Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık öldüğünde, beyaz adam paranın yenecek bir şey olmadığını anlayacak.”

Salih Özbaran, Emekli Tarih Öğretmeni, [email protected]